
HANGİSİYİZ; DR.JEKYLL VE MR.HYDE/ Recep MARAŞLI YAZDI
Belki Stevenson sadece daha ilgi çekici bir dedektif öyküsü yazmak için ve düşünsel arka planına çok fazla bakmaksızın bu romanı kaleme aldı ama bilerek veya bilmeyerek çok önemli olduğuna inandığım bir hamle yapmış oldu dedektif öykülerinde: Suçlunun her zaman bizim dışımızda, uzaklarda değil bizzat kendi içimizde, kendi davranışlarımızda var olabileceği gerçeği… Ve yine Stevenson “FRANKESTEİN” öyküsünü de içe döndürerek, insanın kendi eliyle canavarlar yetiştirmesi olgusunu, insanın kendi kendini canavarlaştırması boyutuyla yeniden kurgulamış oldu.. (-ki Mary W.Shelley’in “Frankenstein” adlı eseri 1818 tarihlidir, Stevenson’un kitabı ise 1885 de yayımlanmıştı.)
Dedektif hikâyeleri için yaratıcı bir buluş; Katilin kendi kendisini yakalamaya çalışan, insancıl bir bilim adamı olarak tasarlanması…
”Dr. Jekyll Mr. Hyde” romanında insan doğasıyla oynayan bilimsel araştırmaların ortaya canavarlar çıkaracağı korkusunu da yansıttığı söylenebilir. Frenkeştayn öyküsünde olduğu gibi bu öyküde de sonunda bu canavarların kendi yaratıcılarını da yok edeceği gibi bir ders verilmektedir. Ve bu o dönemlerde insan üzerindeki biyolojik araştırmalara yapılan Hıristiyan ekolü bir eleştiriyi, bir korkuyu da yansıtıyor olabilir.
Romanda insanın suç ve suçlu arama dünyasına farklı bir perspektif açmasını bugün için daha ilginç buluyorum. Çünkü pek çok olay ve olgu söz konusu olduğunda “suçları” dışarıda aramaya koşullanmış olan bizlerin, aslında peşine düştüğümüz suçu pekala kendimizin de işlemiş olabileceğine dair güçlü ihtimali göstermesi açısından önemli buluyorum bunu. Normalde “iyi niyetli, sakin ve son derece insancıl” olan kendimizin, bir biçimde içimizde bir canavar saklamamız ve bu canavarın uygun koşullarda ortaya çıkarak etrafa dehşet saçması.. Neden olmasın?
İşin cinayet vb. kriminal yanını bir yana bırakacak olursak, kendi kendimizin de Dr. Jekyll olabileceğimizi de pekala düşünebiliriz. Dr. Jekyll çift kişilikliliği, insandaki kişilik parçalanmasını temsil ediyor. Sosyal şizofreninin bir olgu olduğu sömürge toplumlarında, savaş yorgunu ve toplumsal felaketler yaşayan toplumlarda da bu yaygın bir karakter. Gerçekte sahip olduğumuz kişilikle, kendimize biçtiğimiz veya başkaları tarafından bize biçilmiş rollere uygun davranış kalıpları arasındaki müthiş çatışma, böyle bir duygusal yarılmaya yol açıyor olmalı. Yanlış anlaşılmasın, “hepimiz aslında kötü huyluyuz ama iyi roller oynamaya çalışıyoruz” demek istemiyorum. Birçok örnekler verilebilir ki, aslında insancıl birisi olduğu halde kötü adamı oynamaya koşullanmıştır.
Gerçekte “özeleştiri” dediğimiz şey, bir tür içimizdeki Mr.Hyde’ı yakalayabilme yöntemi değil mi? Veya düpedüz kendimizi de zanlılar arasına koyabilme cesareti. Gerçi, Stevenson, Dr. Jekyll’ın Mr.Hyde dönüşmesi için ona ilaç içirmekte ve kendi davranışlarından habersiz kılarak onu sorumluluktan kurtarmaktadır ama bu hafifletici nedenler Mr.Hyde’ın etkisiz hale getirilmesi gerçeğini de ortadan kaldırmamaktadır; ki bu da yine kendimiz demek oluyor.
Konunun diğer boyutu da, uyguladığımız yanlış yöntemlerden dolayı, sadece başkalarını değil kendimizi de bir canavara dönüştürme ihtimalimizin bulunması… Bu da hiç küçümsenecek bir oran değil… Kendini bir takım rollere uydurmak için doğallığını bozan, sonunda tanınmaz hale gelen hiç tanıdığımız, eşimiz dostumuz yok mu? Bu tanınmaz kişi bizzat kendimiz de olabiliriz.
İşte bu nedenlerle “Dr. Jekyll Mr. Hyde” öyküsünü çok ilginç buluyorum, bilinçli olarak kendi kendimizi de kovalayan, kovuşturan, sorgulayan bir anlayışın doğru olacağını düşünüyorum.
Düşünüyorum tabii ama yine aklıma başka muzırlıklar gelmiyor da değil; tanıdıklarına torpil yapan ve iz karıştıran insan, bu tanıdığı kendisi olunca acaba ne kadar gider suçlunun üzerine?
Recep MARAŞLI Teletex News24
Average Rating