DEVRİMCİ DEMOKRASİNİN TOPLUMSAL DİNAMİZMİ OLUŞURKEN..! / Teslim TÖRE YAZDI

Read Time:6 Minute, 29 Second

IMG_1691



Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal çürüme ile toplumsal yenilenme, diyalektiğin karşıtların birliği yasasına denk bir şekilde, birbiri ile yarışırcasına, şimdilik atbaşı bir yarışı birlikte götürüyorlar. Erdoğan: Minareler süngümüz, camiler kışlamız diyerek İslam’ı ve “ılımlı İslam”ın avcılığına çıkmış olan AB ve ABD emperyalizmini, Diyarbakır söylemini yaparak Kürtlerin önemli bir bölümünü, “ne istedi de vermedik” diyerek Fethullah ve diğer cemaatleri, demokrasi, özgürlük vb. gibi laflar ederek solun “yetmez ama evetçilerini”, yerli ve milli diyerek şoven milliyetçiler gibi çevreleri etrafında toplayarak topyekün bir çıkış yaptı.

Süreç içerisinde kitle olarak Sünni İslam’ı, ideoloji olarak da MHP ideolojisini benimseyip birleştirerek, söz konusu ideolojiyi ele geçirmiş olduğu devlet ideolojisi haline getirerek, devletin desteği ile büyütmüş olduğu MÜSİAD’ı sistemin ekonomik altyapısı olarak şekillendirip, kendi başkanlık sistemini inşa etti. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diyerek birlikte yola çıkmış olduğu toplulukla, gelip üzerine tünediği MHP ideolojisi, Sünni İslam kitlesini bir arada birlikte tutamadı.

Söz konusu kesimler Erdoğan’ın etrafında toplandıkları hıza yakın bir hızla Erdoğan’dan kopma sürecine girdiler. İlk kopuş K. Kürdistan’da yaşandı. Kürtler Erdoğan’dan kopup, HDP’nin etrafında kenetlenerek kendi demokratik dinamiklerini yarattılar. “Yetmez ama evetçilerin” önemli bir kısmını Erdoğan bizzat kendi eliyle hapse koydu. Dışarıda kalanların bazıları “ara veriyorum” diyerek kenara çekilse de başta Hasan Cemal olmak üzere geriye kalanların bir kısmı iyi muhalefet etmeye başladı. AB ve ABD ise ilginç bir kopuş süreci yaşıyor. Onların kopuş süreci nasıl zikzaklar izler, taraflara neye mâl olur henüz belli değil. Ama Erdoğan’ın AB ve ABD ile kopuşunun daha önce kopmuş olduğu eski partnerleri ile kopuşu kadar kolay ve sancısız olacağını sanmıyorum.

Söz konusu süreç başladı ama henüz bitmedi, nasıl biteceği de belli değil. Belli değil çünkü bu bir sistem, diğerleri gibi belli toplumsal dinamikler değil. Sistem olduğu için için de çok kalabalık çıkarları barındırıyor. Çıkarlar karmaşası üzerine oluşmuş düğümlerin çözümü daha zor. Yaşanmış ve yaşanmakta olan bütün bu süreç Erdoğan’ın bir ajandası olarak başından beri Erdoğan ve ekibi tarafından planlanmış, projelendirilmiş olan bir süreç mi; yoksa bukalemun karakterli Erdoğan, gelişen olayların şekillendirdiği sürece uygun “gömlek değiştirerek” renk mi değiştirdi ?

Bana göre ikincisi! Libya, Suriye, Irak, Mısır, Rusya ile yaşanmış ve yaşanmakta olan iniş çıkışlı ilişkiler, AB, ABD, NATO vb. ile yaşanmış ve yaşanmakta olanların toplamı: Erdoğan’ın bir stratejist değil, yani başından bir strateji belirleyip, gelişmeleri kendi stratejisine göre şekillendiren değil, kendini gelişmelere göre şekillenen bir kişilik sergiliyor. Örneğin önce Suriye, onun lideri Beşar Esat ile bir kardeşlik ilişkisi ve “sıfır sorun” politikası geliştirmişti, Suriye’de Sünni, şeriatçı ve cihatçı bir muhalefet çıkınca Suriye ile sorunlarını “sıfır sorun” stratejisine göre şekillendirmedi, kendisi çıkmış olan muhalefete göre şekillendi.

Gelişmeleri kendi stratejisine göre şekillendirme değil de kendisi gelişmelere göre şekillenme tüzel kişiliği, sürekli olarak kendisinin yaratmış olduğu sonuçlara karşı savaşmasını getirdi. Esat’la geliştirmiş olduğu “sıfır sorun”, iki ayrı ülke “tek hükümet” gibi ilişkilerin Esat rejimi ile birlikte Kürtleri ezmeye, yok etmeye yönelik bir politika olduğunu hem Kürtler hem de Kürt düşmanları biliyordu. Aslında politika ile ilgilenen herkes de biliyordu. Geleceği bu stratejisi üzerine inşa etmedi, tersini yaptı. Daha doğrusu bu stratejisinin tersi olan stratejiye göre şekillendi.

Tersini yapınca ya da tersine göre şekillenince karşısına Rojava çıktı. Kaç yıldan beride izlemiş olduğu politikanın ürünü olan Rojava’ya karşı savaşıyor. “Suriye’nin Kuzeyi’nde bir devletin kurulmasına izin vermem” diye eşiniyor. Halbuki, o dediği şey kurulalı çok oldu. Kurulmakla kalmadı, bir Suriye sistemine büyüme ve giderek de bölgenin de geleceğini şekillendirmede önemli bir yapıya dönüşme istidadı taşıyor. Erdoğan hala “izin vermemekten” falan söz ediyor. Donkişot yeldeğirmenine karşı savaştı, Erdoğan adeta kendi gölgesine karşı savaşıyor.

APO’nun yol haritasını benimseyip, defalarca Türkiye’ye davet edip görüştükleri PYD lideri Salih Müslim’le ilişki geliştirmiş olsalardı bugünkü olumsuzlukların hiçbirisi olmayacaktı. Fakat gelişmeleri kendi stratejisine göre şekillendirme yeteneği olmayan, kendisi gelişmelere göre şekillenen Erdoğan kendi gölgesi ile savaşırcasına izlemiş olduğu politikanın sonuçlarına karşı savaşmakla vakit geçirdi, geçiriyor. Erdoğan bu politika yapma tarzı ile Türkiye’de de çok güçlü bir toplumsal dinamizmin doğması, devrimci demokrasinin hayat bulması için çok önemli katkılar yaptı.

Öyle ki; kendisini devletin anası babası olarak gören, bu psikoloji ile onlarca yıldır T. Cumhuriyeti devletine karşılıksız, hatta iktidar olmama pahasına bile hizmet eden CHP’yi bile devletten soğutup kopartarak karşıya itti. CHP yüz yıla yakın bir süredir Merhum İsmet İnönü’nün “ben bu devletin bekçiliğini yaparım” diyerek CHP’yi bekçi yaptığı ve İnönü’den bu yana gelenlerin de ne pahasına olursa olsun devletin bir bekçisi olarak değerlendirdiği CHP’yi Erdoğan devletten kopartıp karşıya itti.

İzlemiş olduğu Suriye politikasının sonucu olan PYD’ye karşı savaştığı gibi İç politikada da devletten kopartıp karşıya itmiş olduğu eski devletçi fakat Erdoğan’ın sayesinde şimdi karşıya geçmiş olan CHP’ye karşı savaşıyor. Her ikisi de izlemiş olduğu kendi politikasının eseri olarak, kendi elleri ile yaratmış olduğu düşman güç durumunda. Erdoğan da mevcut haliyle kendi gölgesi ile savaşan bir yirmi birinci yüzyıl Donkişot’u (olumsuz anlamıyla) konumunda. Sadece CHP değil, “yetmez ama evetçiler” de, “beraber yürüdük biz bu yollarda” dediği eski partnerlerinin tümü de öyle. BOP eş başkanlığını yaparak “ılımlı İslam”ın liderliğini üstlenmesi, ona bu görevi veren AB ve ABD de öyle.

Sistem karşıtı olan, bugün de sisteme karşı mücadele eden devrimci, demokrat, sosyalist, ilerici olan kesim hariç: Bugün Erdoğan’a karşı olan güçlerin tümü ya da tümüne yakını Erdoğan’ın “beraber yürüdük biz bu yollarda” dediği ve CHP gibi devletten kopartıp, karşısına aldığı güçlerdir. Eşyanın tabiatı gereği doğanın karşıtların birliği yasası, ne olursa olsun kaçınılmaz olarak işleyecek, işleyişine denk bir gelişim seyrini izleyecektir. Doğanın bu önü alınmaz yasası: Erdoğan ve sisteminin çürütmüş olduğu topluma karşı; canlı, diri, dinamik bir toplumsal dirilişi kaçınılmaz olarak oluşturacaktı. Ama Erdoğan’ın olguları kendi stratejisine göre şekillendirme değil, kendisinin olgulara göre şekillenme gibi tüzel kişiliği, diyalektiğin bu kaçınılmaz yasına katkıda bulundu.

Erdoğan karşı devrimini tırmandırmaya çalışırken, onun bu çabaları karşısında zıtların birliği yasasına denk olarak son derece diri, dinamik, bilgi ve birikim dolu, giderek çok renkli bir ortak akıl üretmeye de yönelen toplumsal muhalefet gücü doğdu. Tepeden tırnağa kendini yeniden üretme yeteneğine sahip, içindeki çürük elmaları da ayıklayan, içindeki sol’un dogmatik; sağın fanatik, cihatçı, şeriatçı yanını aşarak bambaşka, yepyeni buluşma ve bir arada yaşama odakları yaratarak gelişen bir dinamizm oldu bu dinamizm.

Örneğin CHP’yi sadece Erdoğan’ın devletinden kopartmıyor, aynı zamanda Deniz Baykal gibi eski CHP elitlerinden de kopartıyor. MHP’den kopan muhalefet de öyle. Sadece MHP’den kopmadılar, MHP’nin yönetiminden de koptular. O nedenle yeni bir MHP yaratama, öylesi bir parti kurma şansları yoktur. Kusalar da MHP’den başka, kendine has, yeni dinamiklerin katıldığı ve ona denk perspektiflerin dahil edildiği bir yapılanma kurulabilir. Aslında Erdoğan, devleti değiştireyim derken Türkiye’nin doku ve dengelerinin değişimine neden oldu.

Devlet belki bazıları için değişti fakat devrimci demokrasi için siyasi gericilik niteliğinde hiçbir şey değişmedi. Sadece geçmişte solun, sosyalistlerin, devrimci, demokratların, yurtsever Kürtlerin yaşadıklarını şimdi, Fethullahçılar, CHP’liler, Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler vb. de yaşıyorlar. Belki de eskiden sosyalistlerin yaşadıklarından daha azını yaşıyorlar. Sosyalistleri sokak ortalarında, Kızıldere’de görüldüğü gibi bir köy evinin içinde toplu halde, darağaçlarında ikişer üçer asarak katlediyor, “anası bacısı ile yatan” diye iftira ve karalamalarla yok etmeye çalışıyorlardı. Ne AB’si, ne ABD’si sesini çıkartamadıkları gibi alkış tutuyorlardı. Bu insanlık dışı işleri yapanlara daha çok panzer ve işkence aleti veriyorlardı. İç muhalefet desen devleti bütün gücü ile destekliyor, iktidarın kıçını yalıyordu.

Neyse, geçmişi bırakıp bugüne bakacak olursak: Devrimci demokrasi kendi kitlesel dinamizmine, kitlesel dinamizm de kan ve can vereceği devrimci demokrasiye doğru hızla ve istikrarlı bir şekilde ilerliyor. Kendi payıma ne yaşayarak gördüğüm, ne de kitapta okuduğum bir olgu ile karşılaşıyorum. Öznenin değil nesnenin yaratmış olduğu bir özne ve nesne durumu yaşanıyor. Toplumsal olgular genel olarak öznel öğe ile nesnel öğenin çakışıp bütünleşmesi ile oluşur. Mevcut ortama bilimsel bir gözle bakıldığı zaman evet, öznel öğe ya da öğeler var ama, toplamını nesnel öğe belirliyor. Konuya iyice açıklık getirebilmek için gelecek yazıda nesnel ve öznel öğelerle toplumsal dinamizm arasındaki doku ve dengeler üzerinde duracağım.

Teslim TÖRE-Teletex News24
27 Haziran 2017

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: