Balık / Zerrin OKTAY yazdı

Read Time:2 Minute, 2 Second

IMG_3127



Bir Karadenizli olarak anlatabildiğim en iyi öykülerin konusu fındık, çay ve balıkla ilgilidir. Her birini ayrı sevdiğimden olsa gerek, onları topluca bir öyküye sıkıştırmak yerine, kendilerine özgü farklı öykülere yerleştiririm. Bugün içimden balıklı öyküler anlatmak geliyor. Yoksa içinden balık geçen öyküler mi demeliyim?

Henüz beş yaşındaydım. Aynı zamanda ev sahibimiz olan Balıkçı Josef o gün, sabahın ilk ışıklarıyla göle attığı ağları toplamak üzere sandala binmeye hazırlanırken beni de yanında götürmeye karar vermişti. Diyebilirim ki o gün hayatımın ilk büyük deneyimini yaşadım. Gölden çekip çıkardığı ağlara onlarca balık takılmıştı. Belki sayıları daha da çoktu. O yaşımda henüz ölçü gibi, miktar gibi kavramlara aklım ermiyordu. Sandalın içine çektiği ağlardan balıkları ayırma işinde kendisine yardım etmemi istemişti. Hemen işe koyuldum. Ağdan kurtardığım balıklar kısa zamanda öbekler halinde sandalın tabanını doldurdu. Ayaklarımın dibinde kıpır kıpır hareket ediyorlardı. Çoğu durmadan havaya sıçrıyor ve aynı hızla geri düşüyordu. Balıkların hayatta kalmak için çırpındıklarını anlayamamıştım. Oyun oynadıklarını sanıyordum. Daha önce hiç bu kadar eğlendiğimi anımsamıyorum. Dönüş yolunda kararımı çoktan vermiştim. Büyüdüğümde ben de balıkçı olacaktım.

En sonunda büyüdüm. Artık balıkların neden çırpındıklarını biliyorum. Dertleri oynamak değil, bunu çoktan anladım. Bazıları sudan çıkartıldıkları ilk birkaç dakikada durumun ciddiyetine teslim oluyor. Bazılarıysa her şeye karşın çırpınmaktan vazgeçmiyor. Satılmak üzere tahta sandıklara aktarıldıkları zaman da çabalamaya devam ediyorlar. Tahta sandıkların içinde hızla yaşam alanlarından uzaklaştırıldıklarını göremiyorlar. Kimi zaman alıcı bekleyen sergenlerde, kalan tüm güçlerini kullanarak belli belirsiz kıpırdamaya, “Buradayım, yaşıyorum, kurtulacağım” dercesine direnen birkaç balığa denk geliyorum. Onlar, hazin sonlarını kabullenmeyi reddeden umut yüklü balıklar. Cesetlerin ortasında inadına başkaldıran savaşçı ruhlar. Oysa kıpır kıpır hareket ettikçe insanların nasıl da ağzını sulandırıyorlar.

Balık olsun ya da olmasın, gezegenimizde yaşayan en talihsiz canlılar insanla karşılaşanlardır. Öyle ki insanların kendisi bile aynı talihsizliğin hem nedeni hem de parçası olmuş durumda. İstedikleri kadar bu dünyada yaşam bulmuş en mükemmel tür olduklarını savunsunlar, beni buna inandıramazlar. Aksine bence insan, bu dünyanın başına gelmiş olan en hasta, bağışıklık sistemini kendi elleriyle yerle bir etmiş olan tek yaşam formudur. Kibri milliyetçilikle, doyumsuzluğu hayatta kalma biçimi olarak, öldürme güdülerini de -artık koşullar neye elveriyorsa-, emperyalizmle, yazgıyla, coğrafyayla perdelemeye, vatan kavramını yüzölçümü hesaplarıyla anlamlandırmaya çalışıyorlar. Oysa bu bir işe yaramıyor. Hastalık çok derinlerde kök salmış. Ya farkında değiller ya da kendilerini avutuyorlar. Bu öyle bir hastalık ki dokunduğu her yerde öbeklerle ceset bırakıyor. Cesetlerin ortasındaysa, “Buradayız, yaşıyoruz, kurtulacağız” diye çırpınan birkaç savaşçı ruhtan başka hiçbir ışık bulunmuyor. Dilerim sonumuz balıklara benzemez ve bu savaşı ışık kazanır.

Zerrin OktayTeletex News24
05.06.2017



 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: