BÖLGEDE PAYLAŞIM VE HALKLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİNİ KONUSU/ Teslim TÖRE yazdı.

Read Time:8 Minute, 20 Second

 

IMG_1691

Bütün savaşlar, içinde paylaşımı da barındırır. Savaşın içinde emperyalist güçler de varsa bu durum daha da böyledir. Savaşan her emperyalist gücün A- planı, B- planı hatta devamı planları da vardır. Bölgemiz Ortadoğu’da üstelik başta iki süper güç olmak üzere, dünyanın bütün emperyalistleri savaşın içindeler. Bu yapısal özelliği nedeni ile Ortadoğu savaşı, paylaşımın da ötesinde çok önemli bir gelecek plan ve projesinin gerekliliğini de taşıyor. Bu bağlamda savaşı bölgede kalıcı hale getirmek isteyen de, savaşı bir an önce bitirip, barışı egemen kılıp, huzur ve dinginliği sağlayarak bölgeyi global dünya pazarının bir alanı haline getirmek isteyenler de var.

IŞİD’in bölgeden temizlenmesi durumu netlik kazandıkça bu iki temel amaç ve buna bağlı olarak iki temel çelişki su yüzüne çıkmaya başladı. Her iki amacın da (savaş ve barış) bölgede tarafı var. Fakat barıştan yana olan irade daha güçlü. Ama savaşla barışın dünya çapındaki tarafları birbirine denk düşecek bir sıklete sahipler. Savaşı bölgenin kalıcı olgusu haline getirmek isteyen dünya gücü, savaş tekelleridir. Onların siyasi sözcüsü şimdilik ABD’nin yeni devlet başkanı Trump’tır. Trump savaş henüz bitmemişken bile, görüldüğü kadarıyla gayet acemice de olsa Suudi Arabistan-İran, İran-Türkiye arasında bir savaş çıkartmanın hesabını yapıyor. Belki de ABD derin devleti yıllar, hatta onlarca yıl önce hazırlanmış olan bir planı devreye sokmaya, hayata uyarlamaya çalışıyordur.

Savaş ABD’nin kuruluşunda da, kuruluşundan sonra da ABD’nin varlık nedeni haline getirildi. Kendi varlık nedeni haline getirmiş olduğu bu politika konusunda da şimdiye kadar sadece Vietnam’da burnu kırıldı. Diğer burnunu sokmuş olduğu bütün savaşlarda payına bir şeyler düştü. Sadece savaşlar değil, Latin Amerika ülkelerinde, Türkiye’de, Filipinler’de ve daha bir çok ülkede ilk işi “orduyu silahlandırmak” olan askeri cuntaları da yaptırıp destekledi. O nedenle de ABD’nin en güçlü tekelleri silah tekelleri olmuştu. Bu güçleri sayesine ABD yönetimine egemen olan sermaye de savaş sanayi sermayesi olmuştu.

ABD’deki sermaye egemenliği sanayi taşıma harekâtı ile yer değiştirdi. Askeri sanayinin dışında kalan tekeller ulus ötesi boyut kazandı. Ulus ötesi boyut kazanan sermaye: İş gücünün çok ucuz olduğu ülke pazarlarına girdi. Ucuz iş gücünün yanında fabrikanın arsası, suyu, elektriği vb. gibi maliyetlerinin bedavaya yakın olan ülkelere taşınarak, tekel kârlarını astronomik rakamlar seviyesine çıkartarak, askeri tekelleri geride bıraktılar. Kârları giderek azalan ABD savaş sanayisi, Putin’le de işbirliği yaparak savaş yanlısı olan Trump’ı başkan seçtiler. Trump ilk çıkışta İslam alemini düşman ilan edip, “yeşil sermaye” ya da “petro dolar” kaynaklarına, “bakın sizi de yakarım” dercesine korku salarak “petro doların” patronları olan Körfez ülkelerini boğazından yakaladı. Onlara “İran, Şii” vb. derken yüz milyarlarca silah anlaşması yaparak silah tekellerine bir nefes aldırdı.

Trump’ın bu çıkışı: Haydi ABD’ye dönün, Çin’i zengin etmekten vazgeçin dediği ABD’nin ulus ötesi sermayesini ne kadar etkiledi bilemiyoruz. Basına yansıdığı kadarı ile ABD’nin ulus ötesi sermayesi Trump’a rest çekti. Esasen dönüş yapmaları da olanaksız. Olanaksız çünkü dönmeye kalsalar bile kendi eski ulusal pazarlarına sığmalarının olanağı yoktur. Zaten kendi ulusal pazarlarına sığmış olabilselerdi ulus ve pazarlarının ötesine taşmazlardı. Bunun yanında ulus ötesi sermayelerin oluşturmuş ve yönetmekte olduğu global dünyayı bırakıp, yıkıma terk etmeleri de olanaksız.

Olanaksız çünkü bütün dünyada bir piyasa ekonomisi yaratıldı, böylesi bir ekonomiyi sermaye ihracı döneminde olduğu gibi iktisat dışı cebir tarzı  yöntemleriyle yönetmenin olanağı da yoktur. Her şey alt üst olur. Daha bir çok neden var. Ama sadece bu iki nedenden dolayı olsa bile ulus ötesi sermayeyi tekrardan ulus içine, ulusal pazara döndürmek tüpten çıkmış olan macunu tekrardan aynı tüpe döndürmekten daha zor olacaktır. O nedenle Trump ABD’de olması imkansız, ekonomi-politiğin yasalarına ters hiçbir zaman yapamayacağı bir takım işleri önüne koymuş durumda. Öyle ki; ya bütün planlarından vazgeçip, ulus ötesi sermayeye teslim olacak ya da bir halli giderilecektir.

Trump’ın işi ABD’de olduğu gibi bölgede de zor. İran hem bağımsız bir ekonomiye, olabildiğince sanayiye, teknolojiye, bilimsel üretimlere, çok eski ve köklü geleneği olan bir dış politika birikim ve değerlerine sahip bir ülkedir. Askeri gücü de Suudi Arabistan’ın kolay göze alamayacağı kadar bölgenin en iyilerindendir. Trump’ın ABD’nin çıkarı için değil, özellikle de askeri sanayinin dışında kalan ABD sermayesinin çıkarına hiç olmayan bir Suudi Arabistan-İran ya da Türkiye-İran savaşını hayata geçirmesi de hiç kolay olmayacaktır. Ayrıca bölgede Suudi Arabistan’ın dışında kalan bütün ülkeler yeni bir savaşın körüklenmesinden yana değil. Ne Suriye, ne Irak, ne Lübnan, ne de İran bir savaştan yanalar. Bu ülkelerin savaştan hiçbir çıkarı yoktur. Savaş hastası Erdoğan Türkiye’si ne yapar, ne düşünür bilemeyiz. Bilemeyiz çünkü savaş toramanlığına başladığından bu yana Türkiye’ye zerre kadar yararı olan bir tek şey yapmadı. Sadece zarar verdi. O nedenle yapacaklarının aynası olabilecek olan yaptıklarına bakıp, ülke ve bölge için iyi şeyler yapabileceği konusunda iyimser olamıyoruz.

Ama bir Türkiye-İran ya da Suudi Arabistan’ın yanında yer alarak Suudi Arabistan-Türkiye-İran savaşının her iki biçimi de kesinlikle Türkiye’ye kaybettirir. Fakat böyle bir şey yapar mı, yapmaz mı bilemiyoruz. Bütün bu verileri yan yana ya da üst üste koyup, çarpma, bölme, çıkartma işlemleri yapınca: Hem ABD ve hem de bölge açısından Trump’ın savaş planını hayata uyarlaması olanaksız olmasa bile çok zor gibi gözüküyor. Bu somut verilere başka bir süper güç olan Rusya’nın bölgede izlediği politik tavır da eklenince Trump’ın bölgeye yönelik politikasının iflasın eşiğinde olduğunu söylemek mümkündür. Bu verilerden hareketle bölgenin geleceğinde savaşın değil barışın egemen olması ihtimali daha yüksek. Bu bağlamda yeni bir dünya pazarının oluşup, gelişmelerin bu düzlemde devam edeceği daha muhtemel.

Emperyalistlerin paylaşım konusuna gelince… Bu konuyu da hayal gücü ve komplo teorileri ile değil de somut verilerle ele alacak oldursak: Suriye ve Irak’ta sermaye ihracı döneminde olduğu gibi ülke ya da alan paylaşımı gibi bir şey söz konusu olamaz. Her şeyden önce sermaye yani emperyalizm ulusallık ve ulusal modernizeyi aşıp, ulus ötesine taşarak, başka başka uluslardan sermaye birbiri ile evlik yapıp, devasa konzerler oluşturarak sermayenin enternasyonalini yarattılar. O nedenle ulus, ulusal pazar, ulusal sermaye gibi faktörler sermaye dünyasının belirleyenleri olmaktan çıkmış durumdalar. Dünyada egemen olan sermaye ulusal sermaye değil, konzerler yolu ile çeşitli ülkelerden birleşmiş enternasyonal karakter taşıyan sermayedir. Böylesi bir sermaye eşyanın tabiatı, kendi yapısal özelliği gereği: Ulusal pazar, ulusal para, ulusal çitlerle çevrili bir alan ya da ülke istemez. Sadece ortak pazar ister. Rekabetin ise nesnel yapısına denk düşen tarzda, enternasyonal pazar içerisinde piyasa ekonomisinin denetiminde ve de gücüne dayalı olan bir pazar ilişkisi  yapılmasını ister.

Ekonomi-politiğin bu somut sentezi, bölgedeki paylaşımın emperyalist güçler tarafından ülkeler, toprak parçaları, bölgeler üzerinde değil; pazar ortaklığı, piyasa uygunluğu, pazar birliği temelinde yapılabileceğidir. Hemen belirteyim: Bölgenin tek söz sahibi olan dinamizm, dış dinamizm değildir. Bölgenin iç dinamizmi de var. Esas belirleyici olan da dış dinamizm değil iç dinamizmdir. İç dinamizm kesinlikle savaştan yana değildir. İç dinamizm savaştan yeterince bıktı, yıldı, barış olanağını yakalarsa bir daha savaş oluşmasına izin vermeyecek kadar savaştan usandı. Her ne kadar halk istememiş olsa da iç savaş bir halk savaşı gibi çıktı. Ama ülkelerini yakıp yıkarak harabeye çevirdi, bir asır geriye götürdü. Yüzde yüz kazanacağını bilse bile İnsanın savaşı mahallesine, sokağına, evinin içine sokmasından daha aptalca bir şey olamaz. Bilerek ya da bilmeyerek o aptallığı yaptılar. Mahallene, sokağına, evine taşıdığın, tarihinin, kültürünün yıkılmasına, yok olmasına neden olduğun savaşı sen kazansan ne olacak? Kazanmış olsan bile kazanmış mı yoksa kaybetmiş mi olacaksın? Suriye halkı bunun acısını yaşayarak gördü. Bir daha böylesi bir duruma izin vermez.

Somut veriler, mantık, akıl ve izan bölgedeki paylaşımın bu minvalde yapılabileceğine işaret ediyor. Böyle bir paylaşıma denk düşen tek kuram ise PYD’nin savunduğu, KSF olarak da hayata uyarlamış olduğu ekonomi-politika ve o paralelde yaratılmış olan yapılanmadır. PYD’nin kuramından başka ne ABD’nin, ne Rusya’nın, ne de Irak ve Suriye’nin dünya konjonktürü ve bölgenin nesnel durumu ile birebir çakışan böylesi bir planı, projesi yoktur. Savaşın yıkmış olduğu Suriye’yi yeniden yapılandıracak, hayat verecek tek proje SDG’nin uygulamakta olduğu demokratik ulus, demokratik devlet ve demokratik federasyon projesidir. Bu projede ulus, ulus devlet, ulusal çıkarlar, ulusal paylaşım yoktur. Halklar var, insanlık var. Halkların ve insanlığın çıkarı var. Bu niteliğinden dolayı söz konusu kuramın oluşturucu ve uygulayıcısı olan PYD-YPG Suriye’nin Kürt bölgesi Rojava’yı IŞİD’den kurtarmakla kalmadılar. Ya da Rojava’yı kurtarır kurtarmaz Barzani ile işbirliğine gidip ABD’nin de, Barzani’ye destek vermekte olan Erdoğan Türkiye’sinin de desteğini alarak bir Kürt devleti ilan etmek gibi ulusal bir gayret içine girmediler. Suriye’nin Araplara ait olan yerleşim birimlerini de IŞİD’ten kurtardılar.

Kurtarmış oldukları hiçbir yerleşim birimine el koyup, ilhak edip, sahiplenmeye kalkmadılar. Kurtardıkları her yerleşim biriminde halkın kendini yönetme sistemini kurmasına destek oldular. Membiç’te öyle, Tabka’da öyle, yarın Rakka özgürleştirilince Rakka’da da öyle olacaktır. SDG’nin bu yöntemi mevcut konjonktürde ulus ötesi sermayenin ortak pazar projesi ile bire bir çakışıyor. SDG’nin uygulamakta olduğu somut politik, askeri gerçek bu iken Erdoğan: Membiç’ten çıkın, Rakka IŞİD’ten temizlendikten sonra Rakka’dan çıkın diye SDG’yi tehdit ediyor. Erdoğan’ın bu sığlığını gören ABD yönetimi de: Söz biz onları Rakka özgürleştirildikten sonra Rakka’dan, Membiç’ten “çıkartırız” diyerek Erdoğan’ı avutuyorlar. Hatta yandaş medyaya yansıdığı kadarı ile: “çıkmasalar da biz zorla çıkartırız” diye palavra atıp, Erdoğan’ın Kürt paranoyasını tedavi de etmeye çalışıyorlar. SDG bugüne kadar özgürleştirdiği bütün Suriye Arap yerleşim birimlerinin tümünden çıktı, hiçbir yeri ilhak edip, sahiplenmedi. Çünkü onun kuramı bu. Çünkü o toprak, yer yurt istemiyor, insan istiyor, halk istiyor, halkın refah ve mutluluğunu istiyor.

Halkların bir arada, birlikte, kardeşçe, eşit haklara sahip bir şekilde yaşamasını istiyor. SDG’nin bu politik ve kuramsal perspektifi mevcut dünya insanlığının entelektüel kesiminin yönelmiş olduğu “yeni bir dünya mümkündür” şiarı ile çakışıp örtüşerek bütünleşiyor. Aynı zamanda ulus ötesi sermayenin bölgede yaratmak istediği ortak pazar ya da AB türü bir pazar yapılanması ile de çelişmiyor. Mevcut pazar ilişkisi ile: “barbarlıktan sosyalizme geçiş” sürecinin zaman ve zeminine kadar geçici bir süreliğine olsa da antagonistik bir çelişki yaşamayacaktır.

Bütün bu verilere göre savaştan sonra bölgenin paylaşımı da dünyada belki de ilk olarak bu bağlamda olacağa benziyor. Çünkü bugüne kadar dünyada ne bütün bir dünyanın bir örgüte karşı böylesine bir savaşı görüldü ne de savaş sonrası paylaşımı bugüne kadarki klasik paylaşımlar gibi olacaktır. Somut şartların somut tahlili bunun böyle olacağına işaret ediyor.

 

Teslim TÖRE-Teletex News24

28 Mayıs 2017

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: