

ERDOĞAN TRUMP’TAN HER İSTEDİĞİNİ ALDI MI, ALDIKLARI NE İŞİNE YARAYACAK..? / Teslim TÖRE yazdı.
Erdoğan artık eskisi gibi: “Duble yollar, çılgın projeler, gayrisafi milli hasılanın yükseltilmesi, Alevi çalıştayı, Kürt sorunu benin sorunumdur, ben çözeceğimden hareketle, çözüm sorunu, ileri demokrasi, devrim niteliğindeki reformlar vb.” konuları söz konusu etmiyor, dolayısı ile medyayı da bu konulara yönlendirmiyor. Tabi ki sadece yandaş basını değil, genel olarak basını… Erdoğan “eski çamlar bardak oldu” dercesine ileri demokrasi, barış, çalıştay vb. gibi şeyleri “buzdolabına” koyarak dondurdu. Artık onların yerine: “Putin’den nasıl bir taviz koparttı, o ne dedi, öteki nasıl baktı, beriki nasıl bir vücut dili kullandı” gibi yorum ve sözüm ona analizlerle basını, “liderleri kıskandırdı” gibi manşetlerle de yandaşları avutup uyutma politikası izliyor. ABD başkanlık seçimlerini Trump kazandıktan sonra: Trump’la Erdoğan’ın ilişkisinin nasıl olacağı, kimin kime rest çekeceği, Erdoğan’ın Trump’a hangi şartları nasıl dayatacağı gibi konuları basına tartıştırdı, yandaşı bununla oyaladı.
Tartışılan konuların hiçbirisi: Türkiye’nin kalkınması, iç sorunlarını çözmesi, dış politikasını içine düşmüş olduğu bataklıktan çıkartması, komşuları ile ilişkilerini bir düzene koyması, Arap dünyasının lider ve en önemli ülkesi olan Mısır’la rabia selamı sefalet konseptinden kurtarıp, normal bir konsepte taşınması gibi konularla ilgili değil. Erdoğan Putin’e, Trump’a ne verdi, ne aldı, onlara ne söyledi, onlar Erdoğan’a ne söyledi, birbirlerine nasıl baktılar, bu bağlamda vücut dilinin okunması, bakışlarından anlam çıkartılması gibi konular Türkiye’nin temel konuları haline getirildi. Yandaş medya ve yazarları Erdoğan’ın Rusya ve ABD ile yürütmüş olduğu diplomasi temaslarındaki kazanımlarını saya saya bitiremiyorlar. Söz konusu diplomasi ilişkilerindeki kazançlarını sayıp dökenlere: Washington’da güçlü ve güvenilir haber kaynaklarının olduğunu söyleyen, şimdiye kadar Erdoğan’a eleştirel yaklaşan Aslı Aydıntaşbaş da katıldı. New York Times gibi önemli bir gazete: “Erdoğan Trump’tan istediğini alamadı” diye başlık atarken Aslı Aydıntaşbaş Washington’daki kaynaklarına dayanarak “Erdoğan istediğini aldı” diye yazıyor.
“Erdoğan istediğini aldı” diye yazarken de: “Ayının beş hikayesi varmış, beşi de koz üzerineymiş” esprisinde olduğu gibi aldıklarının tümünü Kürtler konusundaki aldıkları ya da aldığını sandığı ile ilintiliyor. Rojava’yı olmasa bile, Şengal’i bombalama, Rakka konusunda sorun çıkartma, Efrin’de saldırı yapma, K. Kürdistan’da PKK’ye atacağı bombaları tedarik etme gibi Kürtlere yönelik “elde etmeler” sıralanıyor. Bir asırlık zaman Kürt düşmanlığının sadece Türkiye’ye değil bütün bir Ortadoğu’ya yarar sağlamadığı herkesin yaşayarak da gördüğü bir gerçektir. Her şey bir yana Türkiye’nin Moskova İle Washington arasına bağlanan bir diplomasi cambazlık teline bağlı konuma düşürülmesinin kendisi bile başlı başına ülkenin ölüm döşeğine yatmış olmasının bir verisi, bir nesnel gerçekliğidir. Hatırlayan var mı? Bir zamanlar Yaser Arafat Moskova ile Washington arasına bir cambazlık teli germiş, üzerinde diplomasi oyunu oynayarak, Filistin’i kurtarıyormuş gibi yaparak, kendi halkını uyutup avutuyordu. Moskova ile Washington arasında diplomasi cambazlığı Arafat’ı bir daha kalkamayacağı bir ölüm döşeğine yatırdı. Sonunun nasıl bittiğini herkes gördü.
Bir lider; iki süper güçten her ikisi, hiç olmazsa iki süper güçten birisi stratejik planda ve hayati önemde gereksinim duymuyorsa, ülkesinin ve kendisinin geleceğini Moskova ile Washington arasındaki diplomasi cambazlığı ipine bağlarsa ülkesinin de, kendisinin de geleceği sadece felaket olur. Tarafsız ve dikkatli bir gözle bakıldığı zaman Erdoğan’ın da, Türkiye’nin de geleceğinin, bizzat Erdoğan’ın mimarı olduğu Moskova ile Washington arasına bağlanmış olan diplomasi ipine takılı bir şekilde durduğu net olarak görülür. Hem de İki taraftan birisinin çıkarına geldiği zaman Erdoğan ve Türkiye’nin ipini çekebileceği şekilde… Her iki süper güç de Erdoğan’ın aralarına çekmiş olduğu diplomasi cambazlığı ipini Kürtlere bağladılar. Sayın Aydıntaşbaş bu gerçeği bir türlü göremiyor. Bunu Erdoğan’ın “istediğini alması” olarak niteliyor. Şu durumda her iki süper güç de, Erdoğan’ın bizzat kendi elleriyle kendi başına örmüş olduğu Rojava çorabını sıkı sıkıya tuttuklarını defalarca dünya kamuoyuna deklare ettiler. ABD ile Rusya, Cerablus ve El Bab olayında görüldüğü gibi müştereken Erdoğan’ı Suriye’de, Suriye’nin geleceğinde hiç ama hiçbir rolü ve yeri olmayacak olan cihatçı güçlerle ittifak içinde bıraktılar.
Ne ABD, ne Rusya ve ne de Suriye yönetimi söz konusu cihatçı güçlere olumlu bir gözle bakıyorlar. SDG ise zaten cihatçı ve şeriatçı güçlerin tümü ile düşman. Suriye’nin geleceğini ise bu dört aktör, yani Rusya, ABD, Suriye yönetimi ve SDG belirleyecektir. Suriye’nin geleceğini belirleyecek olan bu dört aktörden sadece bir tanesi Suriye’nin geleceği için yeni bir kuram, program ve yapısal özelliğe sahip: SDG. SDG Suriye için herhangi bir güç ya da diğer üç aktörden herhangi biri değil, Suriye’nin IŞİD’den kurtarılan her yerleşim biriminde oranın halkını kendi kaderini kendisinin tayin etmesini sağlayan bir aktör durumundadır. Onlarca yıldır BAAS Partisi’nin ceberrut diktatörlüğü altında ezilmekte olan, altı yıldan beri de yine BAAS’ın neden olduğu iç savaş ateşi ile yanan Suriyeli’lere dingin, mutlu bir yaşam ile gelecek açısından umut vâdeden bir demokratik ulus kuramı sunuyor. Buna karşın IŞİD, diğer cihatçı güçler ve Suriye yönetimi ele geçirmiş oldukları bölgelerde kendi egemen sistemlerini kuruyor, halkı kendi sistemlerine bağımlı hale getiriyorlar. Suriye yönetimi bütün bu sorunların müsebbibi olan BAAS rejimine yeniden dayatırken, cihatçı güçler çağ dışı şeriatı egemen kılmaya çalışırken, SDG: Çağdaş, demokratik bir halk sistemi sunuyor Suriye halkına.
Suriye halkı BAAS rejimini onlarca yıl yaşayarak gördü, cihatçıların çağ dışı şeriat düzenini ise birkaç yıldır yaşayarak da görüyor, öğreniyor. SDG’nin IŞİD ve diğer şeriatçılardan ve Suriye rejiminden kurtardığı bütün alanlarda yepyeni demokratik bir halk yönetiminin oluşturulmasını sağlıyor, halklar bunu da görüyor, bütün güçleri ile sarılıyorlar. Çünkü ilk kez kendi sistemlerini görüyor, onu sahipleniyorlar. Suriye sahasındaki aktörler içinde sadece SDG kurtarmış olduğu her alanda halkın kendi iktidarını kurmasına destek oluyor, kendisi onun güvenliğini sağlıyor. SDG Suriye halkına sunmuş olduğu sistem ve onun kuramı ile halkın geleceğinin teminatı oluyor. Dolayısıyla: Suriye’nin bir iç dinamizmi olarak Suriye’nin hem bugününün hem de geleceğinin yeni sisteminin teminatı Rusya için de, ABD için de SDG’dir. Rusya da, ABD de Suriye’nin geleceğinin BAAS Partisi’nin kuram ve programı ile yeniden yapılandırılamayacağını çok iyi biliyorlar. Cihatçı, şeriatçı grupların şeriat sistemi ile Suriye’ye bir gelecek vâdetmeyeceklerinin de bilincindeler. Bilvesile bugüne kadar desteklemiş olduğu cihatçılarla birlikte Erdoğan Türkiye’si de Suriye’nin geleceğinin dışında kalacaktır.
BAAS Partisi de öyle. Ya değişir ya da yerini Suriyeli demokrasi güçlerinin oluşturacağı başka siyasi yapılanmalar alır. Bu nedenle süper güçler şeriatçıları Erdoğan’a bırakıp, Erdoğan’ın SDG’ye düşmanlığını körüklediler. Suriye’nin temel nedenlerden birisi olan, bu nedenle Rusya da, ABD de SDG’ye stratejik bir gereksinim duyuyor ve olmazsa olmaz bazında yaklaşıyorlar. Bu bağlamda Kürt Halkının çıkarı için asla değil, sadece her iki süper güç de kendi çıkarları için SDG’yi destekliyorlar, sadece desteklemiyorlar, partnerlik bazında adeta rekabete de girmiş durumdalar. SDG de kendi bu nitel, ideolojik, kuramsal, jeopolitik, jeostratejik öneminin bilincinde olarak diplomasi politikasını bu temel üzerine inşa ediyor. Bu ittifakı geçici sananlar dünyanın en geri kalmış kafalarıdır. IŞİD bölgeden temizlenince IŞİD’in “İslam devleti” ilan etmiş olduğu coğrafya global sermayenin, global pazarı haline gelecektir. Söz konusu pazar bugün Erdoğan’ın: ”ya Türkiye, ya PYD” dediği halde iki süper gücün de SDG dediği ve jeopolitik ve jeostratejik bakımdan Türkiye’nin alternatifi konumuna gelmeye başladığı gibi IŞİD’den sonra da bu saha sanayi taşıma harekatı bakımından Türkiye pazarının alternatifi konumuna gelecektir.
Hem de en çok da SDG kanalı ile. Yani sanayi taşıma harekatı Rojava üzerinde akmaya başlayacaktır. Tabi ki Rojava: “Emperyalizm” falan filan gibi darlıklara düşmeyip, sermaye ihracı dönemi gibi değil, Çin’i örnek alıp, taşıma harekatının dinamizmine uygun ekonomi-politika ile bugünkü diplomasisini devam ettirebilirse… Çağımız kapitalizmin sermaye ihracı çağı değil, sanayi taşıma çağıdır. Çin bunu iyi gördü, doğru değerlendirdi. SDG de bu dönemi iyi görüp, doğru değerlendirebilirse 21. yüzyıl SDG’nin yüzyılı, Erdoğan’ın kabusu olur. Hatta yüzyıl değil, kısa ve yakın bir gelecek Erdoğan’ın kabusu olur. Bu konunun iyice aydınlanabilmesi için yarınki yazı: Sanayi taşıma harekatı, Rojava ve Erdoğan’ın geleceği üzerine olacaktır.
Teslim TÖRE–Teletex News24
20 Mayıs 2017
Average Rating