
Ortadoğu kaos’unda Kürtler ne yapmalı? / Fecri DOST
Ortadoğu sözün tam manasıyla bir alt üst oluş sürecini yaşıyor. Alt üst oluş süreçleri siyasi literatürde Devrim Anları ve yahut Devrimci Durum olarak tanımlanıyor. Devrimci Durumlar her zaman her halka istedikleri zaman nasip olan durumlar değildir. Devrimci Durumların oluşması için birçok etkenin bir araya gelmesinin zorunluğu bulunuyor. Dünya, bölge, yerel, sübjektif-objektif derken birçok gelişmenin yaşanan konjonktür ile bağı bulunuyor. Tümünü bir araya gelmesinde dile getirilen Devrimci Durum oluşabiliyor. Bu devrimci durum dediğimiz durumlar diktatöryal rejimlerin başında olan diktatör yöneticileri son derece korkmaktadır.
Diktatöryal rejimlerde durum budur; diktatör kaygılıdır, korkaktır, herkese şüpheyle bakar ve sonunda en yakınlarından başlamak üzere lokma lokma yemeye başlar. Diktatör doymak bilmez ne verseniz dahasını ister dünyanın tüm servetlerini alsalar da evinizdeki bir sandalyede gözleri kalır misali her şeyi kendine bağlamak ve kendi denetimi altına almak ister. hiçbir şeyin yetmediği süreçler başlayınca da İçten içe beynini kemiren kaygılarla tavsiyelere başlar. Davutoğlu tarihte sahibine sadakatte emsali olmayan bir kişiydi. Ama oda yaranamadı. Yakında Binali YILDIRIM da aynı kaderi paylaşacaktır. Yine daha önce ortağı olan Fethul Gülen bugün can düşmanı olarak ilan edilmiştir. daha önce ergenekon davasında cuntacı deyip içeriye attığı askerleri, generalleri de şimdi can dostu olmuştur. Şimdi 15 temmuz askeri darbeyi fırsata çeviren Tayyip Erdoğan bütün korkularından kurtulmak için yeni Başkanlık sisteminin de kendisine verdiği yetkiler ile daha önce dile getirdiği tamamen milli tamamen yerli, yani tamamen AKP’den oluşan kadroları Devletin bütün kademelerine yerleştiriyor yerleştirecektir.
İşte tam da burada devrim anları veyahut devrimci durum olarak tanımladığımız durumu çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Unutulmasın ki Devrimci Durumları değerlendiren halklar kendi kaderlerini ellerine alarak kendilerini özgürleştirebilmişlerdir. Bu durumları sağlıklı değerlendiremeyen halklar ya da hareketler ise birçok halkın direniş tarihinde görüldüğü gibi kaderleri başkaları tarafından çizildikleri için, boyunduruklardan bir türlü kendilerini kurtaramamışlardır. Bugün bölgemizde yaşanan tarihi süreç yüz yıl önce oluşturulan statülerin yıkılma sürecidir. 17 Mayıs 1916 yılında Sykes-Picot ile paylaşım kıskacına alanın Ortadoğu halkları ve coğrafyası -10 yıllık bir tartışma süreci ardından-5 Haziran 1926 yılında statüsü belirlenerek bugünlere kadar gelmiştir. Statüleri en çok negatif belirlenen halkların başında ise Kürtler gelmektedir. Kürtler gibi Ermeniler, Asuriler’de benzer bir kıskaç altına alınmışlardır. Kürtler son yüz yılda belki de tarihlerinin en karanlık çağını yaşadıklarını söylemek yanlış olmayacaktır.
Kürtler yok sayıldıkları için büyük direnişlere geçseler de oluşan devletlerarası statüden kaynaklı, direnişlerini siyasal olarak taçlandırmada sonuç almadıkları gibi her direnişleri ardından büyük kırımlarla yüz yüze de kalmışlardır. Yüz yıl önce oluşan devletlerarası statü Rojava Devrimi ile birlikte adım adım Kürtler açısından bir aşılmayı yaşamaktadır. Kaldı ki devletlerarası sistem henüz 1990’larda Yeni Dünya Düzeni adı altında bölgede ulus devlet ve Meliklerin tekçi rejimlerinin ve Diktatöryal rejimlerinin gelişen ulus üstü sermayenin önünde engel olduğunu görmüş olduklarından o yıllarda Ortadoğu’da bazı değişiklere gitmek istemişlerdi. Ancak en belirgin bir müdahaleyi ise 2003 yılında Saddam’ı devirme süreci ile başlamış ve 2010 yıllarına geldiğimizde ise neredeyse tüm Arap dünyasına yayma çabası içine girmişlerdi.
Sayın Öcalan Ortadoğu Savunmasında; üç çizgiyi dile getirmektedir:
“Birincisi, eski statükoyu korumaya çalışanlar, birinci ve ikinci dünya savaşından sonra yapılandırılan bölge ülkeleri, siyasi ve ekonomik olarak ulus-devlet modelinde ısrar etmek isteyecekler”
“İkinci senaryo, ABD’nin ağırlığı altında yeniden yapılanmadır. İngiltere ve Fransa’nın birinci dünya savaşı sonrasında yaptıklarına benzer bir uygulama tasarlanmaktadır”
“Üçüncü senaryo bu gereksinime yanıt verme temelinde geliştirilecektir. Başat, hegemon gücü kendisi olmak koşuluyla, her iki tarafa uzlaşmayı dayatacaktır…”
Şimdi yaşanan bu çizgilerin büyük mücadelesidir. “Düzenlenme aralıkları kaos anları olarak ölüm gibi gelse de, yaşamın gerçekleşmesi için zorunlu gibi görünmektedir” tespiti tam da içerisinde geçtiğimiz an’dır. Bir ek olarak Ulus Devletçi çizginin giderek DAİŞ türü çetelerin İslami renkle kendilerini dışarıya vurmalarıdır. Yüz yıllık statüko çatırdamaktadır. Kürtler bu yeni mücadele sürecine Özgür Demokratik bir Kürdistan’ı sığdırma şansları her zamankinden çok daha fazladır. İlişki-çelişki diyalektiğini doğru değerlendirecek olan Kürtler bu kez kendi kaderlerini kendi ellerine alabileceklerdir. Ancak unutulmasın ki, birinci dünya paylaşım savaşı sürecinde de benzer bir durum yaşanmıştı. Yaklaşık 10 yıl süren birçok görüşme, tartışma, konferans, antlaşma sonucunda Kürtlere birçok vaat verilmiş olsa da, onlara düşen yok sayılma olmuştur. Halbuki San Marino, Sevr ve Lozan’da Kürtler adına katılan Şerif Paşa’da yürütülen birçok toplantı salonlarında hatta yan odalarda hazır tutularak, “acele etmeyin, sizi düşünüyoruz, bir Kürdistan kurulacak” gibi söz ve vaatlerle uyutulmuşlar, 24 Temmuz 1923 yılında ise Lozan antlaşmasıyla yok sayılarak tam bir şoka tabi tutulmuşlardır.
Hem statülerin değişmeye yüz tuttuğu gerçeğini bilerek hem de devletlerarası güçlerin kirli çıkar ilişkilerini de dikkate alarak, Yeni Durum sürecinde son derece uyanık ve pro-aktif bir politika yürütme içerisinde olunması gereği bunun için zorunludur. Bir önemli husus bu olurken, ikinci önemli husus ise Kuzey Kürdistan’da Kürt halkına karşı tam faşizan bir ruhla saldıran Devlet gerçeği olmaktadır. Kürt halkının tüm kazanımlarını ezme temelinde var olmuş olan bir AKP, aynen birinci dünya savaşı öncesi İttihat-i Terakki Hareketinin uyguladığı politikalara çok benzemektedir. Dikkat edilirse İttihat-i Terakki’de Kürtler başta olmak üzere birçok halkın öncü güçleriyle Osmanlının demokratileşmesi ve parçalanmasının önünü alma temelinde ilişkiye geçmiş, ancak kendilerini sağlama aldıkça da halklara tam bir faşizan yapı olarak bir karabasan gibi çökmüşlerdir. Ermeni Soykırımı, Asuri Sayfo’su, Yunan Kıyımı, Çerkez Katliamları, Araplara yönelmeleri ve Kürt Kırımı hep bu süreçler ardından yaşanmıştır.
AKP ve Erdoğan’ın da benzer bir yolu izlediği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Sıkışan bir Osmanlıyı kurtarmak için öne atılmış, ardından da özleri olan Pan Türkizmi-Pan İslamist zihniyetleriyle de halklara kan kusturmuşlardır. Yine ilginç bir benzerlik ise yüz yıl önce Osmanlılarla Alman Kayserliği arasında gelişmiş olan ilişkilerin benzerini bugünlerde yaşanmasıdır. AKP-Erdoğan çok bilinçli bir şekilde suni bir Mülteci Sorunu yaratarak, DAİŞ çetelerini de içlerine katarak Avrupa’ya yönlendirmeleri ardından gelişen Merkel ve Erdoğan ilişkileri de dikkat çekicidir. Unutulmasın ki İttihat-i Terakkilerin akıl hocalığını zamanında Alman olan general Colman von der Goltz, Rohrbach la yapmışlardır. Hatta Ermeni Soykırımının akıl verenleri de yine bunlar olmuştur. Benzer bir durumu ise Almanya’nın Merkel’i üstlenmişti. Ancak 16 Nisan referandum sürecinde bu ortaklık bozulmuş oldu. Şimdi AKP ve Erdoğan bu İlişkilerin yeniden kurulmasının yollarını arıyorlar.
AKP ve Erdoğan’nın bunca çılgın çıkışları elbette ki Ortadoğu’da yaşanan statüko değişimiyle ilişkili olduğu açıktır. Özelde mezhep savaşlarını geliştirmek dile getirilen tehlikeye en büyük örnek olarak gösterilebilir. Bakurê Kürdistan’da uygulanan vahşet Zilan’da, Dersim’de uygulanan vahşette geri değildir. Nedeni açıktır; Diktatörleşen bir Tayyıp Erdoğan ve NSDAP’leşen bir AKP gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bu durumu bilerek Tayyip Erdoğan gerçeğini anlamak önemli olacaktır. Diğer önemli bir husus ise adım adım bölgemizde gelişen ilişkilenme düzeyidir. Bir yandan Rusya, İran, Irak, Suriye diğer taraftan ise Türkiye, Suudi, Katar ve Sünni cephe. Her ikisiyle ilişki içerisinde ancak kendi çıkarlarını esas alan ABD, İngiltere ve Avrupa’nın büyük bir kesimi. ABD ve Rusya’nın başını çektiği bloklar kürd hareketini yanlarına çekmek istedikleri açıktır. Yukarıda ifade edilen ilişki-çelişki diyalektiği bu bağlamda da önemli olacaktır. Kendi çizgimiz olan üçüncü çizgiyi ilkeli bir şekilde izleyerek ancak halkımızın çıkarlarını da dikkate alarak herkesle ilişkiye açık olma temelinde bir politikanın izlenmesi en olağanıdır.
Sayın Öcalan’nın şu sözleri çok önemlidir: “Politika da kesinlik diye bir şey yoktur. Daima başlangıç diye bir şey vardır. Kendini kesinliklere bağladın mı kendi kendini kıskıvrak bağlamış olursun. Bu durumda da hareket kabiliyetin kalmaz. Bu nedenle ufku çok net görsen bile, önüne bir bulut kümesi koyup öyle okumaya çalışacaksın. Flulaştırıp öyle çözmeye çabalayacaksın. Bu seni daha çok yoğunlaşmaya, çözmeye yöneltir. Sonuçta yorulursun ama gerçeği çok boyutlu görme ve değerlendirme imkanın olur. Düşünce gücüne esneklik kazandırırsın. Politika da kesinlik katılığa, katılıkta donmaya, durağanlığa yol açar.”
Bu gerçekliği bilerek, dogmatik ve dar yaklaşımlara düşmeden, bölgede olup bitenleri de iyi okuyarak tarihin yeniden önümüze çıkardığı bu yeni Durumu iyi değerlendirelim.
Fecri DOST–Teletex News24
Average Rating