EROĞAN HEY HEY’Cİ POLİTİKALARININ RÖVANŞINI ALIYOR ! /Teslim TÖRE yazdı

Read Time:6 Minute, 11 Second

IMG_1691


Türkiye Cumhuriyeti hiç uygulamadığı, fakat Devri Erdoğan’a kadar rotasını da değiştirmediği iki temel politika belirlemişti. Birincisi: “Muasır medeniyetleri” yani Avrupa medeniyetlerini hedef seçmek, Cumhuriyet’in rotasını muasır medeniyetlere çevirerek yola devam etmek, diğeri “yurtta sulh cihanda sulh” politikası idi. Devri Erdoğan’a kadar Cumhuriyet hükümetlerinin hiçbirisi ve Kemalizm, “Vatan-Millet-Sakarya” adına yapılan bütün askeri cuntalar: “Muasır medeniyetler” dedikleri burjuva devrimlerinin kazanımı olan “özgürlük, eşitlik, kardeşlik”, süreç içerisinde ekledikleri insan hakları, demokrasi, evrensel hukuk, hukukun üstünlüğü vb. gibi prensiplerin hiçbirisini hayata geçirmediler. “Yurtta sulh cihanda sulh” politikasının da bir kısmına, “cihanda sulh” kısmına uydular fakat “yurtta sulh” kısmına hiç ama hiç uymadılar. Kürtler, solcular, sosyalistler, Aleviler gibi ülkenin diri ve gelecek vâdeden dinamiklerine savaş açıp, hiç ara vermeksizin devam ettiler. Ettiler fakat Cumhuriyet’in rotasını her iki prensipten de çıkartmadılar. Özellikle dış politikada Kıbrıs çıkartması gibi belli yan çizmeler olsa da “cihanda sulh” perspektifine genel olarak bağlı kaldılar.

“Muasır medeniyetler” politikası da öyle. “Özel durumlar, Türkiye’nin koşulları” vb. gerekçelerle Kopenhag kriterlerine uymadılar, fakat yarım asırdan fazla bir zaman süresince AB’ye tam üye olmak için beklediler, rotayı başka tarafa çevirmediler. Erdoğan iktidar olduktan sonra, evet O da “muasır medeniyetler” kriterlerine uymadı, “yurtta sulh cihanda sulh” politikasını uygulamadı. Fakat Erdoğan bununla yetinmedi, Cumhuriyet’in bu politikalara yönelik olan rotasının değiştirdi. Erdoğan siyasette biraz ileri mesafeler katedip, devletin dümenini iyice ele geçirince paranoyası arttı, artan paranoya düzleminde de “hey heyler” politikası diye bir politika geliştirdi. Bu bağlamda devletin rotasını değiştirdi. “Yurtta sulh cihanda sulh” politikasını uygulamamakla kalmadı, tersine çevirerek “yurtta savaş cihanda savaş” rotasını koydu. Kürtlere içeride, dışarıda savaş açtı, “Misakı Milli” sınırlarının belirlendiği Lozan Antlaşması’nı reddetti. Devletin iç ve dış politikasının rotasını savaşa çevirdi. Türkiye’nin rotasını çevirmiş olduğu, onlarca yıldır da kapısında beklediği AB’ye “siz de kim oluyorsunuz” hey heyi çekerek, “Nazi’siniz, faşistsiniz” diyerek rotayı Arap İslam dünyasına çevirdi.

“Yeni Osmanlı” sevdasına kapıldı, İslam dünyasının liderliğine soyundu, padişahlık egosu gelişti. Rusya’ya döndü, Putin’le dost oldu: Bizi Şanghay’a al da şu AB’den kurtulalım diyerek devletin bir asra yakın süredir Batı’ya dönük dümenini tersi istikamete kırdı. AB’ye, ABD’ye, bozuştuktan sonra Rusya’ya, Suriye’ye, Mısır’a, Irak’a, KSF’ye bastı “hey heyleri”. Hey heyler gelişip yalnızlaşma başlayınca, ona da sevgili başdanışmanı İbrahim Kalın bir kuram üretti: “Nitelikli yalnızlık” kuramı. Süreç içerisinde “nitelikli yalnızlık” derinleştikçe komşu ülkelerden selam bile verebileceği ülke kalmadı. Kendine dost bir komşu ülke bırakmadığı gibi hepsini düşman yaptı. “Önemli bir neden yokken külotuna kirpi soktu” derler ya, işte öyle. Önemli hiçbir neden yokken Mısır’a “Rabia” selamı çaktı, üstüne vazife değilken Beşar Esat’a “Eset git” diye tutturdu, Irak yönetiminin suçladığı kişiyi arkasına aldı, övünerek, eşinerek Rusya’nın savaş uçağını düşürdü, referandum oylarını artırmak için AB’ye akıl almaz “hey heyler” çekti, ABD’ye efelendi. Rojava Kürtlerinin Türkiye’ye yönelik en ufak bir tavır ve taşkınlığı olmamasına rağmen, Kobane’yi işgal etmeye kalkan IŞİD faşizmine amigoluk yaptı. “Kobane düştü düşecek” diyerek düşman konuma geçti.

Onunla da yetinmedi, PYD’yi, YPG’yi “terörist” ilan ederek saldırgan bir politika izledi. Rojava Kürtleri herkesten çok Türkiye’ye yakındı. Türkiyeli vatandaş Kürtlerin soydaşları, akrabaları idiler. Her bayramda K. Kürdistanlı Kürtler telin bu yanına, Rojavalı Kürtler telin öte yanına toplanarak birbirlerinin bayramlarını kutluyorlardı. Türkiye ve Suriye devleti anlaşarak, bayramlarda gümrük kapılarını açarak Rojava ve K. Kürdistan Kürtlerinin bayramlaşmalarını sağladılar. Erdoğan böylesine bir yakınlığı değerlendirmek, Kürtlerle barış içinde, bir arada yaşama politikası izlemek yerine onlara düşman oldu ve onları da kendine düşman yaptı. Hem Rojava hem de K. Kürdistanlı Kürtler Erdoğan’dan derin bir dostluk beklemiyorlardı, fakat bu boyutta düşmanlık da istemiyorlardı. Erdoğan, dostluğu değil düşmanlığı körükledi. Sadece Kürtlere değil, bütün dünyaya karşı bir horozlanmadır tutturdu. Gele gele geldi, bugünkü trajedi komedi konuma düştü. Suriye’deki ve bölgedeki aktörlük konumunu kaybetti. Akşam sabah “Eset git, gitmezsen de birkaç haftaya kadar giderileceksin” diye efelendiği konumdan bugünkü zavallı konuma geriledi. Bölgeden ve Suriye sahasından dışlandı, dışlanmakla kalmadı: ABD, SDG’ye ağır silahlar verince, “güvenliğimiz tehlikeye girdi” diyerek panikliyor. SDG’nin kadın komutanı, “biz bu silahları Türkiye’ye karşı kullanmayız” diye kadın sözü vermesine rağmen feryat etmeye devam ediyorlar.

Obama’nın başkanlığı döneminde “hey heylendiği” ABD başkanlığına, Trump’ın seçilmesi ile olumlu ve umutvar bir beklentiye girdiği bir ortamda, Trump tarafından korkunç bir hayal kırıklığına uğratıldı. Erdoğan; Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, kendi Başdanışmanını Trump ile görüşmesinin alt yapısını örmeye, görüşmeyi önemli kılmaya çalışırken, Trump, orta yerde böyle bir şey yokmuş gibi Erdoğan Türkiye’sinin hiç beklemediği bir kararı imzalayarak SDG’ye ağır silah verme talimatını yetkililere verdi. Aynı süreç içerisinde Fransa’nın eski, fakat henüz görevi devretmemiş Devlet Başkanı Hollande, PYD Eş Başkanı Salih Müslim’i Elysee Sarayı’nda ağırladı, aynı gün Erdoğan’ın İsviçre mahkemesine açmış olduğu davadan da “suç yok” kararı çıktı. Bu son döneme kadar Erdoğan’ın “yetmez ama evet”çisi olan, her türlü pisliğine göz yuman, K. Kürdistan’da göz göre göre uyguladığı kanlı katliamları görmezden gelen AB, Erdoğan’a tavır aldı. Erdoğan kendi vatandaşlarının akrabaları ve soydaşları olan Rojava Kürtlerini “terörist” ilan edip düşmanca bir tavır takınırken, AB ve ABD Rojava Kürtlerinin yanında yer aldı, onları destekledi, gereken düzeyde silah desteği verdi. Erdoğan’ın: “Rakka operasyonunu PYD ile yapmayın, bir teröriste karşı başka bir teröristle savaşılmaz, bizimle yapın” kuramını AB ile ABD kâle bile almadılar. Erdoğan ve devleti bu “terörizm” teranesini tekrarlarken, Rojava Devrimi oluşturmuş olduğu KSF ile Suriye devrimine büyümeye doğru hızla yol almaya başladı. AB ve ABD; gerek zorunluluktan, gerekse de isteyerek Erdoğan’ı çıldırtan, elinden gelse bir saniye bile yaşatmak istemediği KSF’yi kabul etmiş durumdalar. Suriye’nin gelecekte de “yerel yönetimlerle” yönetilmesini destekliyorlar, savunuyorlar. Söz konusu “yerel yönetimlere” Rusya’nın da itirazı yoktur. Suriye’nin nasıl bir tavır takınacağı henüz kesin olarak belli olmamasına rağmen Suriye Dışişleri Bakanı: Kürtlerin IŞİD’e karşı savaşının meşru olduğu ve Kürtlerin mücadelesinin yurtsever çerçeve içinde olduğunu açıkladı. Erdoğan’a, Erdoğan’ın bütün düşmanca çabalarına, provokasyonlarına rağmen Rojava Kürtleri; kuramları, programları, IŞİD’e karşı yürütmüş oldukları savaşla birlikte dünyanın süper güçleri, küresel aktörleri, Suriye yönetimi ve de en önemlisi, dünya insanlığı tarafından çok önemli bir hüsnü kabul gördü.

Buna karşın Erdoğan bütün argümanlarını, dostlarını, müttefiklerini, ABD gibi bir stratejik partnerini kaybetti. APO’nun Kürt sorunu, demokratikleşme, bölge sorunları konusunda Erdoğan’ın önüne koymuş olduğu yol haritasına uygun davranıp, hayata geçirmiş olsaydı, şu anda Türkiye Ortadoğu’nun en önemli ve etkin aktörü konumunda olurdu. Ama şimdi Erdoğan devletinin Ortadoğu’da hiçbir rolü ve işlevi yoktur, kalmadı. Şu haliyle Erdoğan ve devleti: AB, ABD ve Rusya üçlü çevrimine girmiş durumda. Biri vurup diğerinin üstüne itiyor, her biri bir yana doğru çekiştiriyor. Putin, Erdoğan’ın bugüne kadar Suriye’de beslediği cihatçılardan bıktığını, onlarla yapabileceği bir şeyinin kalmadığını görerek Astana’ya çekip, bir darbe indiriyor. Yediği darbenin etkisi ile dönüp dururken bir başka darbeyi AB indiriyor. En son ölümcül darbeyi de, seçilmesi sonucu büyük beklentiye girdiği ABD Başkanı Trump vurdu. Trump’ın vurduğu darbe sadece sarsıcı değil, öldürücü de bir nitelik taşıyor. ABD’nin önemli bir yazarı Erdoğan’ın tutuklanabileceğini yazıyor.

Erdoğan yukarıda belirtmiş olduğum gibi T. Cumhuriyeti’nin bütün rotalarını değiştirdi, yerine herhangi bir rota koyamadı. T. Cumhuriyeti devleti rotasız bir şekilde okyanusun ortasında dengesizce, ne zaman ve nasıl batacağı belli olmayan bir şekilde kendi ekseni etrafında dönüp duruyor. Nasıl bir kıyıya oturur, nereye çarpar, kendisi gibi rotasını şaşırmış ya da bilerek hangi gemi gelip toslar, belli değil. Belli olan tek şey: Erdoğan’ın “hey hey’ci“ politikasının rövanşının Erdoğan’ı felakete doğru sürüklemekte olduğudur. HAYIR, Türkiye’nin tek kurtarıcısı konumuna geliyor. Erdoğan’ı değil, fakat okyanus ortasında rotasız kalmış gemiyi ancak HAYIR kurtarabilir. Onu da yarın yazacağım.

Teslim TÖRETeletex News24

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: