ANALİZ / Fecri DOST

Read Time:7 Minute, 0 Second

IMG_0880


Türkiye’de dış politikanın çoğu zaman, hatta istisna oluşturmayacak bir biçimde iç siyasal mülahazaların mücadele alanı olması özellikle anti-kürt siyaseti gödüldüğü için elini zayıflatan stratejik bir zafiyet ortaya çıkarmaktadır. Bu hususun en net ortaya çıktığı gelişmelerden birisi, 2011 yılının Temmuz ayından itibaren günden güne toparlanan ve daha güçlü bir siyasal aktör haline gelen Kürdistan Rojava’sında Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) yürüttüğü faaliyetlerdir. Suriye’deki Kürt hareketinin, son altı senedir izlediği siyasete bakıldığında ortaya çıkan fırsat ve gelişmeler üzerinden hareket ettiğini kolaylıkla gözlemlemek mümkündür. Bu anlamda Türkiye’de dış politika yapıcılarının iç gündem üzerinden sürece yaklaşması ve bölgedeki tüm Kürt yapılanmalarına ve siyasal hareketliliğine karşı ötekileştirici bir dil ve siyaset izlemesi, sorunu daha da derinleştiren bir sürece sokmuştur. Ayrıca bölgesel siyasette Türk dış politikasının geleneksel refleksi olan ve aslında iç siyasetin bir dayatması olan “kırmızı çizgi” siyaset söylemini tekrar devreye sokması politika yapıcılarının manevra alanlarını daha da daraltacaktır.

Bugün Suriye’deki, özelde PYD genel olarak da diğer Kürt grupların Kuzey Suriye’de (Rojava) de facto yapılanmalar içerisinde bulunmasını sadece PKK sorunu üzerinden ya da sadece bugünkü iç siyasi pozisyonlar üzerinden değerlendirmek sorunu etraflıca görmeyi engelliyor. Hatırlanacağı gibi 2012 Temmuz’unda PYD başta olmak üzere Suriyeli diğer Kürt partilerinin bir çatı altında birleşmesine yönelik süreçte de Türkiye medyasında benzer bir teyakkuz hali yaşanmış, iktidar çevrelerinden de bugünküne benzer söylemler dile getirilmişti. Bu anlamda 2012 Temmuz’unda dönemin Başbakanı Erdoğan, PKK-PYD dayanışmasının Suriye’de, yanlarına farklı oluşumları da almak suretiyle adım atmaları durumunda bu yapılanmanın müsamaha ile karşılanmayacağını belirterek, söz konusu gelişmeleri kenardan seyretmelerinin mümkün olmayacağını ve buna müsaade edilmeyeceğini vurgulamıştı. Aynı dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise, “de facto yönetim ve alanlar ilan edilerek otonom bölgeler oluşturulması” girişimlerinin iç savaşı tetikleyeceğini ifade etmiş ve buna müsamaha gösterilmeyeceğini belirtmişti. Bu anlamda, bu tip söylemler iç politikanın bir tezahürü olarak daha çok iç kamuoyuna dönük ‘beklenti yönetimi’ olarak ifade edilmişti.

Dolayısıyla bugün bölgede her gün bir yenisi yaşanan gelişmeler üzerinden günlük yapılan yorumlar ve analizler bir gün sonrasının yol haritasını belirlemede çoğu zaman taraflar arasında güvensizliği sürekli kılmaktadır. Bu bağlamda belki bugünkü durumu anlamak için birkaç hususun altının çizilmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, Suriye’de halk ayaklanmasının yaşanmasının ardından Suriyeli Kürt grupların, geçmişte Suriye yönetimi tarafından kimlik verilmemesi başta olmak üzere birçok katliyama, ayrımcılığa, hak gaspına ve dışlamaya maruz kalmışlardır.

Tarihsel olarak bakıldığında bugüne kadar Baas rejimi, Suriye’deki Kürtlere karşı ayrımcı ve şiddete varan birçok uygulaması mevcuttur. Örneğin 1970’lerin ilk yarısında Hafız Esad döneminde Suriye’nin kuzeyindeki Kürt nüfusun çoğunlukta yaşadığı yerlere Arap nüfusu yerleştirerek ve yerleşim yerlerinin adını Kürtçeden Arapçaya çevirerek Rojava Kürtlerine baskı uygulamıştır. Yine özellikle ülke içinde en büyük azınlık gruplardan biri olan Kürt bölgesine yönelik farklı dönemlerde, göstermelik  yatırımlar  yapmıştır.  2004’teki  Kamışlı’da  Kürt ve  Arap  futbol takımlarının karşılaşmaları sırasında yaşanan olayları, Suriye yönetiminin birçok Kürd’ün ölümüne yol açacak şekilde sert biçimde bastırması ve birçok kişinin bu süreçte tutuklanması Suriyeli Kürt grupların rejime karşı yoğun bir öfkesine neden olmuştu. Ayrıca bu yaşananların ardından bölgedeki Kürt partilerin kuruluş izni olmadığı için faaliyetlerin yasak olduğu belirtilmişti. Ancak, Esad yönetimi Kürtlere yönelik bu olayda olayların büyümesini önlemek için bir manevra yapıp daha önce yasadışı ilan ettiği Kürt partilerini ilk defa Şam’a çağırarak bir toplantı tertip etmişti. Bu toplantının ardından da bölgedeki gerginlik sona ermiş, kimlik talepleri hariç, tutukluların serbest bırakılması başta olmak üzere Kürtlerin bir takım isteklerini kabul edilmişti.

Baas rejiminin Kürtlere yönelik son manevrası ise halk ayaklanmasının hemen ardından gelmiş ve Esad yönetimi, Suriyeli Kürtlere yönelik yeni bazı haklar sunmuş ve Kürtlerin vatandaşlık haklarını tanıma kararı almıştır. Hatta özellikle Rojava da çatışmaların yoğunlaşması ve Suriye Ordusu’nun terk etmek zorunda kaldığı Rojava’da Esad yönetimi Kürt örgütlerinin liderleriyle çeşitli düzeylerde bir araya gelerek kendilerine, gelecek süreç içerisinde özerkliğin tanınabileceğine yönelik vaatlerde bulunmuştur. Fakat karşılığında kendisiyle birlikte hareket etmelerini istemiş ve muhaliflere karşı savaşmalarını talep istemiştir. Kürtler Esad’ın bu taleplerini  kabul  etmemiştir.  Esat  heyetine  verilen  cevap  net  olmuştur  biz başkasının  askeri olma sanatını bıraktık ve biz sizin yanınızda muhaliflerle Savaşmayız biz sadece kendi bölgemiz için savaşırız cevabını vermiştir. Dolayısıyla başından beri ne rejimin yanında ne de karşısında olunmamıştır kendilerine savaş açılmadığı müddetçe.

Suriye’de PYD ve Kürt siyasal oluşumunun hareketliliğinin anlaşılmasında ikinci altı çizilmesi gereken husus, 2012 Temmuz’undan itibaren Türkiye’nin PYD konusundaki tutumudur. Hatırlanacağı üzere 16 civarında olan Kürt partilerinin dağınıklığını gidermeye yönelik girişim 9-10 Temmuz 2012 tarihlerinde Mesut Barzani’nin ev sahipliğinde Erbil’de gerçekleşmişti. Bu toplantının ardından özellikle PKK ile ideolojik ve siyasal olarak aynı çizgideki PYD’nin Mesut Barzani’nin KDP’siyle (Kürdistan Demokrat Partisi) uzlaşması bölgede yeni bir aktörün de siyasal dengelerde göz önüne alınması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştı. PYD’nin diğer Kürt partilerine göre öne çıkması ve Türkiye’nin hemen hemen tüm Suriye sınırında bu örgütün etkin olması, Türkiye dış politikası açısından da endişeyle karşılanmış, Kürt jeopolitiğinin bölgede yeniden şekillenmesi korkusu, Türkiye dış politika yapıcılarını başta sert açıklamalara itse de, bölgesel aktörlerle geliştirmiş olduğu bütün diplomatik çabalara rağmen, bu “geleneksel anti-kürt devlet refleksleri” üzerinden şekillenen teyakkuz hali yerini daha aklı-Selim bir politikaya evrilmemiştir. Dolayısıyla Cenevre 1,2,3  toplantısına PYD nin katılmasına Şerh Koşan aklın bu “geleneksel anti-Kürt politikasının” bir ürünüdür.

Güney Kürdistan Yönetimi ile Davutoğlu’nun Başika ve Suriye konusunu müzakere etmesi ve ardından Mesut Barzani’nin Türkiye’yi ziyaret etmesi, Irak Merkezi yönetimi ile krize yol açsa da, ziyaretin ardından yapılan açıklamada Suriye konusunda bölgesel yönetimin aktörleri ile görüş birliği içerisinde olduğu vurgulanmıştı. Bu görüş birliğinin ortaya çıkmasında bir taraftan özellikle Suriye Ulusal Kürt Konseyi’nin bazı temsilcilerinin (ENSK) bu ziyaretten memnuniyet duyarken temel amaçları Türkiye güdümünde PYD den rol çalmak. diğer taraftan PYD’nin Türkiye’ye yönelik komşuluk ilişkilerini de gündeme getiren ılımlı açıklamalarının görmemezlikten gelinmesi geliştirmek istedikleri oyunu açığa çıkarmaktadır. Daha önce Türkiye’den çeşitli düzeylerdeki temsilcilerle PYD temsilcileri bir araya gelmiş ve diyalog yolları aramıştır. Tüm bu süreçlerde Türkiye’nin PYD’den üç talepte bulunduğu bilinmektedir. Bu taleplere bakıldığında ilk şart her ne kadar PYD’nin Esad rejiminin yanında yer almaması olarak dillendirilsede asıl söylemek istedikleri suriye’deki diğer muhalif gruplarla birleşip Esad’a karşı savaşmasını talep ediyorlardı. Burada da yine aynı Esad heyeti ile görüşmesinde olduğu gibi aldıkları cevap; biz artık Kimsenin askeri olmayacağız.

ikinci şart ise Suriye’de halkın seçimle işbaşına getireceği bir parlamentonun oluşmasına kadar PYD’nin de facto yani (kanton) durum yaratarak bölgeyi kendisinin ilan etmemesidir. Üçüncü istek ise, PYD’nin Türkiye’ye yönelik olarak PKK’nın faaliyetlerine destek vermemesidir. Burada da PYD’ye şu deniliyor PKK’yi Terör örgütü olarak gördüğünüzü ilan edin ve bizimle birlikte çalışın. Daha sonra yaşanan gerginlik ve bu gerginliğin üzerinden yapılan sert açıklamalar ve PYD nin Cenevre 1,2,3  görüşmeleri ne katılmasını engelleme çalışmalarının temel sebebi buradadır. Bu gün bölgedeki Arap Baharı sonrası yaşanan değişimi merkeze koyarak soruna daha geniş açıdan bakılması gerekmektedir. Bu anlamda bölgesel gelişmeler, Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir Kürt yapısının ortaya  çıkmasının olanakları vardır . Orta vade de  otonom yapıların bölgede oluşmasına, aktörlerin zihnen ve siyaseten hazırlıklı olması gerekir. Böyle yapıların ortaya çıkmasını geleneksel devlet refleksleri üzerinden tanımlayarak müdahale ve savaş konsepti ile soruna yaklaşmak sürece hâkim olmayı oldukça zorlaştıracaktır. Bu durumda, sorunlar ertelenecek ve çatışma süreçleri uzayacak ve bölgesel istikrarsızlıkların sonlanması ertelenecektir.

Türkiye dış politika yapıcıları açısından artık  Kürt  düşmanlığı terk edilmelidir ve gelişmelerin nasıl görülmesi ve yönetilmesi gerektiği konusu  iyi analiz edilmelidir . Özellikle iç politikadaki siyasal mücadelenin dış politika üzerinden de yürütülmesi, Kürt Türk ilişkilerini zehirlemektedir. Bu durum da özellikle  Türk uçaklarının Rojava ve Şengalı bombalaması  sonrasında ortaya çıkan gelişmelere göre Türk dış politikasıda manevra alanını oldukça daralmıştır.  Bugün ABD’nin batı Kürdistan Kürtleri silahlandırması,  artık Dünyanın da Ortadoğu’da kürtler hesaba katılmadan politika yürütmenin mümkün olmadığını görmektedir.  Kürtler özgürleşmeden Ortadoğu’da hiçbir halk özgürleşemez, özgür olarak yaşayamaz. Dolayısıyla da yeni gelişmeler karşısında dış politika yapıcıları, yeni politikalar çerçevesinde söylemsel ve stratejik değişiklikleri  yapmak zorundadır .  Kürtlere düşmanlık kazandırmaz kaybettirir. Bu anlamda Türkiye, Kürt sorununa yönelik bölgesel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak çözüm üretmesi, düşmanlığından vazgeçmesi gerekmektedir.

Böylesi belirsizlik dönemlerinde dış politik dilin ve angajmanların mümkün olduğunca esnek olması  gerekli  olduğu  durumlarda  pozisyon  değişimini de  kolaylaştırır. Türkiye’nin  kendi Kürt siyasetini ve çözüm mekanizmalarını artık bölgesel mikro süreçlerden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Bu durumda Türkiye’nin esnek olmasını adeta bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Kürtlere düşmanlık yapmakla ülkeye hiçbir şey kazandırılamaz.  Bugün artık Ortadoğu da Kürt’ler olmadan hiçbir çözüm üretmek mümkün değildir. Artık hiç bir devlet Kürtlerin yokluğu üzerinden varlığını  sürdüremez.  Gelinen nokta da ya Kürtlerin yüregine düşen özgürlük ateşiyle eşit şartlarda eşit haklarla yaşamayı tercih edersiniz, ya da iki saygın komşu olarak yanyana  yaşamayı tercih edersiniz. Bunun başkada alternatifi yoktur.  Her iki seçenekte ancak barışla mümkündür.

Fecri DOSTTeletex News24

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: