DENİZ’LERİN İDAMI VE BİR ANI…/ Recep MARAŞLI

Read Time:4 Minute, 54 Second

IMG_1692


Bir dönem ve bizim kuşağımızın idolü olan üç devrimciyi saygıyla anıyorum.

Kendilerine Kemalist-Ulusalcı diyen ve solculuktan da geri kalmak istemeyen ama gerçekte katıksız Türk Nasyonal-Sosyalist (Nazi)leri olan çevrelerin Denizleri bayrak yapmalarına da içerlediğimi belirteyim.
Bu kuşağın üzerinde Sol Kemalizmin ağır etkileri olduğu kuşkusuz. Ne var ki bu etki kimi sosyalist gruplar tarafından (Kaypakkaya çizgisi) daha baştan reddedilip, diğer birçokları tarafından da süreç içinde çok büyük oranda aşıldı ise de, bugün en extrem boyutunu Perinçek çizgisinde gördüğümüz bir kesim ise bu Kemalist boyutu daha da derinleştirip, düpedüz Türk Nazileri haline geldiler. Bir kısım sol da ise halen bu etkiler şu veya bu biçimde var. İdeolojik mücadeledir sürüp gidecektir elbette…

Kemalizmi Denizler üzerinden parlatmak veya mahkum etmek kötü bir fırsatçılıktan başka bir şey değil. Denizler yaşasaydı Kemalizmin etkilerini aşarlar mıydı yoksa derinleştirirler miydi, bilemeyiz tabiiki. Ama o gün için taşıdıkları mesaj düzen koruyuculuğu değil militan, mücadeleci bir devrimcilikti.

Bu gün vesilesiyle ben de bir anımı aktarmak istedim:

Deniz Gezmiş, bilinir Erzurum’ludur. Gez köyündendir. Gez köyü aslında Ermeni köyüdür, halen kilisenin kalıntıları bulunur. Ama Denizlerde Ermenilik var mıydı bilmiyorum. Deniz Gezmiş’in amcası Zakir dayıyı tanırdık, sıhhıyeci idi. Mahallelere iğne yapmaya giderdi, yaşlı bir amcaydı. Ben de çok iğnesini yemişimdir.
Erzurum’da o dönem Komünizmle Mücadele Dernekleri (Bugün Gülen Hocaefendinin de içinde olduğu, Atatürk Üniversitesi Rektörü Şaban Karataş vb…) sanki o yöredeki Teşkilat-ı Mahsusa veya Özel Harp Dairesi gibiydi. Anti-Komünist propaganda günlük hayatın içindeydi.

Denizlerin ünlendiği yıllarda Lise öğretmenlerimizden biri onu kötülemek için, Deniz’in Moskof ajanı ve Ermeni asıllı olduğunu söylerdi.

Ben 1969-1972 yıllarında arasında Erzurum’un solcu ve devrimcilerinin toplandığı tek gazete olan Devrim’de yazılar yazıyordum. Kimse benim daha çocuk olduğumu bilmiyor, büyük birisi zannediyorlardı. Hatta hemen hemen her yıl eli sopalı güruhlar halinde çarşıda dolaşıp, solcu bilinen ne kadar esnaf işyeri varsa camını çerçevesini indirdikleri mutat saldırılar olurdu. Bunlardan birinde ben de Gazetenin idarehanesindeydim. Ellerinde sopalarla idarehaneyi basan Grup benim orada çalışan matbaacı çırağı olduğumu sanarak gazetenin sahibi ve yazı işleri müdürüyle birlikte benim ismimi de vererek orada olup olmadığımı sormuşlardı. Ben de “bilmiyorum” demiştim. İçeriyi arayıp kimsenin olmadığını görünce gitmişlerdi!..

Denizlerin idam kararı çıkınca engellemek için tüm devrimciler ellerinden geleni yaptılar. Biliniyor. Ben de Devrim’deki köşemde yazılar yazıyordum bu konuda. Sonra davalar açılınca gazete sahibi Dündar Bey (Özden) tarafından uyarıldım ve yazamadım.
İdamların infazı büyük bir şok etkisi yarattı.

Gerçi devrimci demokrat bir çevremiz vardı. Ama Üniversite ve öğretmenler içindeki tanıdıklar da 12 Mart sonrası birer ikişer kaybolmuş; ya illegaliteye çekilmiş ya da geri durmaya başlamışlardı.

O zamanlar Erzurum’da yoz-gericilik o kadar da boyutlu değildi. İdamdan sonraki günlerde sokak aralarında ehramlı, çarşaflı teyzelerin de kendi aralarında ilendiklerin, “Elleri kırılsın çocukları asmışlar!..” diye beddua ettiklerini hatırlıyorum.

Gazetede yazamayınca aklıma Bildiri yazarak protesto etmek ve Erzurum’da dağıtmak fikri geldi. Bir Pazar günü Lise’nin Teksir Makinasını da kullanarak bir bildiri kaleme aldım. Arkadaşımla beraber çoğaltıp gece her yere dağıttık.

Tabi ertesi gün Erzurum’da kıyamet koptu. CHP’li olmanın bile büyük devrimcilik sayıldığı bir yerde nasıl olur da THKO bildirileri dağıtılabilirdi! Bilmeden büyük bir paniğe neden olmuşuz!.. (28 Mayıs 1972)

Zamanın ne kadar hızlandığına bir örnek. Şimdi böyle bir olaya tepki en fazla birkaç saat içinde örgütlenebiliyor. O günkü koşullarda bizim tepki örgütleyebilmemiz için iki hafta geçmişti!

Tabi bize ulaşmaları zor olmadı. İki gün sonra gece evimizi basıp, götürdüler. Lise 2. sınıf talebesiydim. Takdirname teşekkür name alan başarılı bir öğrenciydim. Üstelik pek de halim selim… Nasıl böyle bir şey olabilir? Dolayısıyla bu kadar büyük bir olayın arkasında tek ben olamayacağıma göre, Devrim gazetesinin yazı işleri müdürünü, okullarda mimledikleri bazı devrimci öğrencileri, bir öğretmenimizi ve tabi Lisenin katibini de “örgüt” olarak sorguya aldılar.

Babamdan ilk ve son tokat ve devletten ilk dayak yiyişim de böyle oldu… (Sonradan devletten yana şansımız hep açık oldu!)

Hayatımda ilk kez kendi eylemimizin, sadece kendimizi bağlamadığını başka insanları da etkilediğini acı şekilde gördüm. Benim yüzümden ilgisiz başka insanlar da sorguya alınmış dayak yiyorlardı. Eylemi üstlendim ama bu sefer de yazıyı benim yazdığıma ikna etmem zor oldu.

İlginç olan anılarımdan biri de Devrim gazetesine sürekli gelip giden Hürriyet gazetesi muhabirinin de Emniyette çalıştığını görmem oldu. Meğerse MİT elemanıymış. Yolda bana Moskova’dan kaç para aldığımızı soruyordu!!

Sonuçta, hepimizi tutukladılar ve o zaman ki Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim komutanlığında yargılanmak üzere Diyarbakir’a sevk ettiler.

Diyarbakır Cezaevinde bizi “Erzurumlu THKO militanları geliyor!…” diye bekliyorlarmış. Tabi koğuşa girdiğimizde manzara, iki tıfıl öğrenci ile yaşlı başlı birkaç kişi görünce Cemil Fazla’nın kahkahasını hiç unutmam: “Teeww THKO militanları gelmiş!…”

Orada gerçekten THKO’lu olan Zerruh Vakıf Ahmetoğlu ve Agah Uyanık vardı. Bana Zazaca “Lidero meyo!” (Liderimiz…) diye takılırlardı.

Orada 6 ay boyunca Erzurum-Kars DEV_GENÇ komününde kaldık. Diyarbakır Cezaevine gittiğimde Kürt-Kürdistan meselesini yakından öğrenme, bu grupları yakından tanıma fırsatı buldum. Beşikçi hoca da oradaydı. (Bunu Beşikçi’ye armağan kitabında anlatmıştım.)

Diğer arkadaşlar tahliye olduklarında bende kendime en yakın gördüğüm DDKO (Ocak) Komününe katıldım…

Yukarıdaki gazete küpürü, yakalandığımızda Erzurum’da yayınlanmış olan Hür Söz gazetesinin manşetidir. 90’lı yıllarda Kütüphanede bulmuştum. Yayınlaması şimdiye kısmetmiş.

Bir fıkra

Bu hadiseyle ilgili geçen gün Ankara’ya yolladığımız Av. Şerafettin Kaya ağabeyinin ürettiği yarı şaka yarı ciddi bir fıkra vardı. Onu sizlerle paylaşmalıyım. Çok hoştur.

“Erzurum’da bildiri hadisesi bitip Recepler yakalandıktan sonra, Emniyet Müdürü Recep’i hususi olarak yanına çağırıp sorar:
– Oğlum kaç tane bildiri basıp dağıttığınızı iyi hatırlıyor musun?
– Evet efendim, 100 tane..
– İyi hatırla 99 tane olmasın mı?
– Hayır; iyi hatırlıyorum, saydık 100 taneydi.
Emniyet müdürü saçını başını yolacakmış. Bu bir tane komünist kimdir ki bildiriyi getirip teslim etmemiş! Çocuk 100 tane dağıttık diyor, ama bize 99 bildiri geri geldi, bu bir kişi kimdir?

Neyse Emniyet Müdürü’nün korkusu çok uzun sürmemiş. Recepler Diyarbakıra sevk edilecekleri gün, yaşlı, kamburu çıkmış bir dede elinde bildiri ile Emniyet’e gelmiş, “Müdür bey, qusura bakmayın Qomonisler evime bildiri atmış. hesteydim. cörmedim, sora edemedim hemen getirim. ” demiş. Bildiriyi teslim etmiş

Şeref Abi bu fıkrayı, dağıttığımız bildirilerin çoğunun şikayet için vatandaşlar tarafından Emniyete götürülüşünü hicvetmek için anlatırdı hep.

O dönemlerde yaşamış, mücadele etmiş ama şimdi hayatta olmayan bütün devrimcileri, dostları, minnet ve sevgiyle anıyorum.

 

Recep MARAŞLITeletex News24

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: