MODERNİZENİN İKİNCİ EVRESİ VE DİKTATÖRLÜK HAYALLERİ

Read Time:5 Minute, 57 Second

IMG_1691


Kapitalizm rekabetçi, tekelci ve globalizm süreçlerini yaşarken geçtiği her evrede kendine özgü üst yapılar oluşturdu. Rekabetçi dönemde M-M yani meta mübadelesi, P-M-P gibi kapitalist pazar ilişkisi, ulusal para birimi, bunlara paralel bir şekilde önemli bir üst yapı kurumu olarak ulusal modernizeyi yani burjuva ulusu yarattı. Devlet yapısını ise bütün bu ulusal değerleri koruyup kollayacak, bir kısmı üniter, bir kısmı federasyon biçiminde de olsa ulus devlet olarak şekillendirdi. Ulusal modernizenin birinci aşaması; gelişmiş ülkenin az gelişmiş ya da gelişmemiş ülkeye kendi “imgesini” verip, rekabetçi kapitalizmi geliştirerek burjuva demokrasisini egemen kıldığı aşama idi. Burjuva devrimlerinin tümü kapitalizmin ve onun egemen sınıfı burjuvazinin devrimci olduğu bu aşamasında gerçekleşti. Kapitalizmde burjuva sınıfı da devrimci iken kapitalist dünya en demokratik dönemini yaşadı. Kapitalizmin faşist diktatörlük dönemi tekelci kapitalizm süreci ile birlikte başladı. Kapitalizm tekelcilik aşamasına 1900’lerin başında geçebildi. Hızlı bir şekilde gelişti.

Rekabetçi kapitalizm döneminde pazar paylaşımı rekabetçi yöntemlerle olurdu. Üstelik gelişmiş ülkenin az ya da gelişmemiş ülkeye vermiş olduğu kendi “imgesi” ile yapılıyordu bu paylaşımı. Örneğin otomobil “imgesini” verdiği ülkenin üretmiş olduğu otomobil ile “imgeyi” veren ülkenin otomobil firmaları rekabet ederek pazar paylaşımını yapıyorlardı. Tekelcilik bu rekabet tarzını tümü ile ortadan kaldırdı. Gelişmiş kapitalist ülkenin az gelişmiş ülkeye “İmge” vermenin yerine, gelişmiş kapitalist ülkenin az gelişmiş olana: Bağımlılık ve yarı bağımlılık ilişkisi ile ithal ikameli yani montaj sanayi ilişkisini dayattı. Dolayısı ile de “eşitsiz gelişim yasasını” yarattı. Sermayenin tekelleşmesi ile birlikte devlet de tekelci bir karakter kazanarak kapitalist dünya genelinde siyasi gerici, bazı ülkelerde de faşist niteliklere büründüler. Tekelcilikle birlikte burjuva demokrasisi de, burjuva demokratik devlet yapısı da ortadan kalktı. Demokratik ulus, ulusal modernizeye, demokratik devlet ise monolitik devlet yapısına dönüştü. Bu dönemde dünyadaki ve tek tek ülkelerdeki arz talep dengesi talep lehine bozuldu. Talep çok, arz yetersizdi. O nedenle bütün dünyada ve ülkelerde kıtlık, açlık, yoksulluk temel veriler konumunda idiler.

Her kıtlık ve açlık, bir savaşın habercisi gibiydi. Burjuvazi arz talep dengesindeki bozulmayı: Savaş çıkartarak, savaşı neden gösterip, iş gününü uzatıp, işçinin çalışma temposunu yükselterek düzeltiyordu. Tekelci burjuva diktatörlüğü bir dünya sistemi konumuna geliyordu. Bir yanda burjuva diktatörlükleri dünyadaki egemenliklerini sürdürürken, bir yandan da bunlara karşı 17 Ekim Devrimi sonrası “proletarya diktatörlükleri” oluşmaya başladı. 20. yüzyılın sağda da, solda da diktatörlükler yüzyılı olduğu söylenebilir. 20. yüzyıl dünyanın bir tarafında “proletarya”, diğerinde burjuva siyasi gericilik ve faşist diktatörlüklerin yaşadığı bir yüzyıldı. “Proletarya” adına kurulan devletler “proletarya diktatörlüğü”, burjuva devletler ise adına “demokrasi” deseler de esasında burjuva diktatörlüğünü ifade ediyorlardı. Sovyetler Birliği’nin güçlendiği dönemlerde Avrupa’daki burjuva devletleri “sosyal devlet” tarzını yarattılar. İsyan etmesin, sistemi zor duruma sokmasın, “başka bir dünya mümkündür” demesin diye işçilere, emekçilere, yoksullara devletin sosyal yardımının ağzını açtılar. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, olan onlara oldu. Sosyal devlet adına verdiklerinin tümünü geri aldılar.

Zaten bu zaman ve zemin içerisinde modernizenin ikinci aşamasına yani globalizm aşamasına geçilmiş oluyordu. Ulusal modernizenin bu döneminde Sovyetler Birliği “proletarya diktatörlüğü”, onun ideolojisi Leninizm’le birlikte yıkıldı, “proletarya diktatörlüğü” de, Leninizm de Sovyetler Birliği’nin enkazı altında kaldı. Sovyet ekonomi-politiği yaman bir kapitalizme, “proletarya diktatörlüğü” de gerçek bir Putin diktatörlüğüne dönüştü. Bir dünya süper gücü olan Sovyetler Birliği’nin yerine kapitalist emperyalist süper bir güç olarak Putin Rusya’sı geldi. 20. yüzyılın “proletarya diktatörlüğü” adına dünyanın süper gücü olan Sovyetler Birliği’nin yerini 21. yüzyılda Putin Rusya’sının süper gücü aldı. Arz-talep dengesi konusunda ise dünyadaki denge arz lehine bozuldu. Nesnelleşmiş emeğin üretim sürecinin başlıcası konumuna gelmesi, canlı emeği üretim sürecinin dışına itti. Canlı emek hem üreten, hem tüketen konumunda iken hem üretemeyen, hem de tüketemeyen durumuna düştü. Makinalar yorulmadan üretti, üretim arttı, tüketim azaldı, global kapitalizm hiçbir zaman çözemeyeceği bir arz-talep dengesinin bozulduğu sürece girdi. Dünyada açlık yok, kıtlık yok fakat patronda da, işçi ve emekçide de önemli ölçüde gelecek belirsizliği var. Çünkü geçmişteki arz-talep dengesindeki bozulmanın düzeltilmesinin yolu yordamı biliniyor, sistem kendini yenilemenin yöntemini hayata geçirmeye çalışarak topluma da, sisteme de güven aşılıyordu.

Ama bugünün arz-talep dengesindeki bozulmanın yeniden yapılandırılmasını sistemin yöneticileri bilmiyor, herhangi bir çözüm yöntemi sunmuyor. Bu da hem sistemi, hem de toplumu korkunç bir karamsarlığa sürüklüyor. Sistem kendi yapısal özelliği içinde çürüyor, kendini yenileyemiyor, geçmişte olduğu gibi sistemi yeni baştan üretemiyor. Kapitalizm bugüne kadarki bütün bunalımlarını hep kendini yeniden ve bir üst düzeyde üterek aştı. Kendini yeniden ve bir üst düzeyde üretme yeteneğini kaybettiği için global dünyayı yönetenler de, onların yönetmekte olduğu toplum da müthiş bir çıkışsızlık endişesi taşıyorlar. Mevcut dünyamız üreteni, tüketeni, arz-talep dengesini dizayn edeni ile taşımakta olduğu temel öğe umutsuzluk ve endişedir. Globalizmin bu yapısal özelliği ile içine düşmüş olduğu çıkışsızlık, modernizenin ikinci aşamasını, aynı zamanda da kapitalizmin sonunu simgeliyor. Bir bütün olarak dünya korkunç bir şaşkınlık ve çaresizlik içinde kıvranıp duruyor. Bu şaşkınlıkla kıvranma ABD’de de Trump’ı, Avrupa’nın bütün ülkelerinde rasizmi ve onun siyasi yapılarını gündeme getirdi.

Global dünya, çıkışsızlığın vermiş olduğu umutsuzluğu yaşıyor. Global kapitalizm sistemi öylesine kısırlaştırdı ki kendisini yeni baştan üretemediği gibi kendi rahiminde geleceğin sistemini de yaratamadı. Can çekişiyor fakat yerine koyacak bir şey bulamıyor. Global dünyanın yaşamakta olduğu bu şaşkınlık Erdoğan’ın çalıp çırptıklarını gizleme ve bu konuda işlemiş olduğu suçlardan kurtulma şaşkınlığı ile çakışınca, çıkış yolu olarak kişi diktatörlüğü sistemi kurmaya yöneldi. Yönelmesine yöneldi ama ne dünya konjonktürü, ne bölgenin yaşamakta olduğu handikap ve ne de Türkiye’nin iç dokusal özellikleri Erdoğan’ın diktatörlüğünü kurmasına ve devam ettirmesine müsait. 20. yüzyılda dünyanın sağ ve sol cenahlarında oluşmuş olan diktatörlükler aynı zamanda birbirlerine belli imgeler de veriyorlardı. Üzerine oturmuş oldukları ülkenin doku ve dengeleri ile diğer ülkede oluşmakta olan diktatörlüğe belli düzlemlerde de olsa sosyolojik ve ideolojik olanak sunuyorlardı. Örneğin Hitler’in Mussolini’ye verdiği destek, Sırplara sunduğu “beşinci kol” vb. gibi olanaklar bugün yoktur. Diğer diktatörlük ve rasist yapılanmalar da globalizmin şaşkınlığının birer ürünü olarak oluştukları için Hitler’in yaptığı gibi Erdoğan’a destek sunmaları olanaksız.

O nedenle mevcut haliyle ne Trump’ın, ne Putin’in Erdoğan’a bir denge yaratma ve ne de Erdoğan’ın onlardan dilediği desteği bulma şansı var. Yok çünkü örneğin Trump; ne ABD yapısı ve ne de ABD’nin en büyük, ulus ötesi sermayesi ile tam bir uyum içinde. O nedenle de Trump kendi iktidarının derdinde, hatta can derdinde de denebilir. Başkan seçildiği günden beri büyük bir şaşkınlık içinde bocalayıp duruyor. Putin de öyle. Erdoğan Putin’den bir şeyler kopartmaya çalışıyor, fakat olanaksız. Çünkü Putin büyük bir hırs ve telaşla ABD ve AB gibi dünyayı kendi aralarında pay etmiş olan emperyalist güçlerden pay kopartmaya çalışıyor. Bu bağlamda Erdoğan’a verebileceği bir şey yoktur, tersine almaya çalıştıkları var. Putin Suriye’ye yerleşmeye çalışırken AB ve ABD, yan kazık gibi sağına soluna çakılıyor. Örneğin Putin PYD’ye Moskova’da ofis açma olanağı tanıdı, Suriye’nin yeni anayasasını tartıştı. Ama ABD, PYD’ye çok gelişmiş güçlü silahlar verdi ve Rojava’ya askeri üsler kurdu.

ABD’nin bu yaptıkları Rusya’nın Suriye’deki yerini daraltıyor, Putin’in keyfini kaçırıyor. Putin Erdoğan’ı sadece bu rahatsızlıklardan kurtulmak için kullanmaya, kurduğu diplomatik ilişkilerle Erdoğan’dan bir denge unsuru yaratmaya çalışıyor, ama nafile. Geçen gün Halk TV’yi izlerken isminin önünde “Prof.” titri bulunan bir konuşmacı: “Bu PYD’de ne bulmuşlar da ABD ile Rusya PYD üzerinde bir türlü anlaşamıyorlar” diyordu. Evet PYD bile Erdoğan’ın süper güçlerden destek bulmasını engelliyor. O nedenle Erdoğan; diktatörlüğünü kurma, kursa da keyfini çıkartma şansına sahip olamayacaktır !

Teslim TÖRETeletex News24

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: