ERDOĞAN’I PARTİ BAŞKANI, BAŞBAKAN YAPAN BAYKAL YİNE DEVREDE !

Read Time:6 Minute, 9 Second

IMG_1691


Bu konuyu, başka nedenlerle birkaç kez yazdım. Sevgili bazı okurlarım: “Kabak tadı verdi” deseler de konuyu daha anlaşılır bir şekilde anlatabilmek için tekrar yazmam gerekiyor. Gerekiyor çünkü olup biten her şeyi: Emperyalizmin Türkiye’nin iktidarında da, muhalefetinde de, sağında da, solunda da nasıl bir rol oynadığını, ülkenin kılcal damarlarına kadar nasıl işlediğini bilmeden anlamak mümkün değil.

Emperyalizm çıkartmış olduğu savaşlarla, kırım ve soykırımlarla, üretmiş olduğu atom bombası ve diğer kitle imha silahları ile insanlık için çok büyük bir felaket haline gelmiştir. Söz konusu felaket, Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkeler için felaketin de felaketi halini almıştır. Bir bakarsın toplum silahlanmış, birbirini öldürüyor. Bir sabah kalkarsın bakarsın bir askeri cunta olmuş, sokak ortasında insanlar öldürülmüş, insanlar kitle halinde mahpushanelere konulmuş, işkencelerle insanlar katledilmiş, Kürtlere dışkı yedirilmiş, suç yok, sebep yok, ana dili ile konuştu diye vurulup öldürülmüş. Bir bakarsın askerin yerine ABD’nin Morrison şirketinin müdürü olan Süleyman Demirel gelmiş, “dün dündür, bugün bugündür” diyerek askerin bırakmış olduğu yerden devam ettiriyor.

Bir bakarsın Erdoğan gelmiş: “Tek bayrak, tek millet, tek vatan” naraları atarak diktatörlük rejimini kuruyor. Kim nereden, nasıl geldi, toplumun başına neler getirecek bilemiyorsun. Senin hayatın, çocuğunun hayatı, torununun hayatı böyle geçer gider. Benim gibi olanların da bütün hayatı bu atraksiyonların tümünü görerek ve yaşayarak geçer. Bu pisliklerin tümünden kurtulabilmek için emperyalizmi de, Türkiye’nin onunla olan ilişkilerini de çok iyi bilmek gerekir. Bu kısa ve özet girişten sonra artık konuya girebilirim. ABD’nin dönem başkanı Bush herhangi bir siyasi sıfatı yokken, Türk adaletinin mahkeme kararı ile resmen ve fiilen siyaset yasağı getirilmişken Washington’a resmen davet edip, devlet başkanlarına yapılan 21 pare top atışı ile karşılayarak, dünya basını önünde iltifatlar yağdırarak Erdoğan’ı fiili başkan gibi dünyaya lanse etti. Erdoğan ABD’nin çok önemli ve büyük bir projesi idi. Onu kısa sürede sadece Ortadoğu’ya değil, bütün bir İslam dünyasına yönelik olan BOP projesinin eş başkanı yaptı. Bütün İslam dünyasına örnek olacak, İslam dünyasının “yeşil sermayesini ılımlı İslam’ın” kanalı ile global dünyaya entegre edecek bir aktör olarak Türkiye’de AKP başkanı ve başbakan yaptı.

Tabi ki bu planını o dönemde CHP’nin başkanı olan Deniz Baykal’ın desteği ile hayata geçirdi. Erdoğan ABD’den almış olduğu icazet ile Türkiye’ye döner dönmez Deniz Baykal, TBMM‘nin de söz konusu icazeti hayata geçirme planını devreye soktu. TBMM’ye vermiş olduğu bir önerge ile Erdoğan’a yönelik mahkemenin almış olduğu kararların tümü yasama organı TBMM tarafından iptal edildi ve Erdoğan birkaç gün içerisinde Siirt’ten milletvekili seçildi, parlamentoya girdi ve otomatik olarak AKP Başkanı ve Başbakan oldu. Deniz Baykal’ı o dönemde hangi “üst akıl” devreye soktu, Baykal’ın önüne bu planı koydu ise bugün de aynı “üst akıl” Deniz Baykal’ın önüne: Erdoğan’ı saraydan indirme planını koydu. TV kanallarına çıktı, devlet başkanı Abdullah Gül, başkan yardımcıları Meral Akşener ile Ahmet Türk olsun diyerek, delinin kuyuya attığı taş gibi, kafaları da, siyasi ortamı da, referandum sürecinde oluşmuş olan diyaloğu da karıştıracak bir proje attı ortaya. Ortamı karıştırmak, referandum süresince HAYIR etrafına oluşmuş olan toplumsal mutabakatı bozmak için mi, Erdoğan’ın çalmış olduğu ”atı Üsküdar’ı” geçirmesini sağlamak için mi, belli değil.

Hiç olmazsa şimdilik belli değil. Erdoğan’ı AKP başkanı, Başbakan yaparken ne yapmak istediğini toplum nasıl ki yıllar sonra anlayabildiyse, bu Erdoğan’ı sözüm ona saraydan indirmek için yaptığı öneri de ancak yıllar sonra anlaşılabilecektir. Bugünden de görüldüğü kadarı ile referandum ve referandumda elde edilen % 49 Hayır oyları sadece Erdoğan’ın saraydaki koltuğunu sallamamış. Partileri, parlamentosu, bütün doku ve dengeleri ile bir bütün olarak Türkiye sistemini sallamış. MHP var mı yok mu, varsa nasıl var belli değil. Partinin yaşamış ve yaşamakta olduğu bölünme, parçalanma sarsıntısı ile kendini hala parti başkanı, “başbuğ” olarak gören Devlet Bahçeli kime çatacağını, kimlere, hangi hakaretlerde bulunacağını bilmez hale gelmiş. MHP’nin kayıplarını yazan gazetecilere yakası açılmamış küfürler, duyulmamış laflar, edilmemiş hakaretleri ediyor. CHP tümüyle öyle. Kurbağa gölü gibi her kafadan bir ses çıkıyor. Kimin ne dediği, neyi savunduğu belli değil. Deniz Baykal CHP’nin hiç bir kurumu yokmuş, her şey kendisiymiş gibi yalancı pehlivanlar gibi orta yerde dolaşarak aklına, ağzına geleni söylüyor. CHP’yi tek başına kendisi yönetiyormuş, onun genel başkanıymış gibi havalara girerek, her konuda her tarafa plan ve projeler saçıyor, savuruyor. Aynı şeyi referandum sürecinde de yaptı.

Referandum sürecinde çoğu kez Deniz Baykal’ın sesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun sesinden daha çok duyuldu. Alanlarda, TV kanallarında Kılıçdaroğlu nerede ise unutulacak konuma geldi. Hep Deniz Baykal ön plana çıktı. Baykal’a: “kongrede aday olacak mısınız” şeklinde sorularla başkanlık için parlatmalar yapıldı. Sanki teşvik ediliyormuş gibi ortamlar yaratıldı. CHP’nin hiçbir liderlik vasfı taşımayan, referandum süresince de taktik uyguluyorum diyerek iyice garibanlaşan, silikleşen lideri Kemal Kılıçdaroğlu, çok zor durumda kaldı. Parti içinde olup biten dağılma, farklı çatlak sesler çıkartma, disiplinsizlik yapma gibi olgular karşısında liderlik olarak: “kapının önüne koyarım” çalımı attı. CHP’nin yaşamakta olduğu yıkım karşısında Kılıçdaroğlu’nun üretebilmiş olduğu çare “kapı önüne koyma” çaresi oldu. Aslında “çare” değil, çaresizlik oldu.

HDP’nin tabanı dimdik ayakta. Yemiş olduğu o kadar çok darbeye rağmen direnme ruhu ve iradesini büyük bir heyecan ve dirilikle devam ettiriyor. HDP; yemiş olduğu ağır darbeler, vermiş olduğu kayıplarla pişerek, genç ve gelecek dolu Kürt dinamizminin ana çekim merkezi ve ana gövdesi konumuna geldi. Ancak yaşanmış ve yaşanmakta olan korkunç darbe ve yıkımlarla boşalmış olan yasal boşlukları doldurma, direnişi daha yüksek boyutlara çıkartma, dayanıklılığı artırma, safları daha da sıklaştırma, birlik yelpazesini daha geniş ve yeni alanlara yayma gibi çok önemli sorunların çözülmesi gerekiyor. HDP bütün bu devasa boyutlu sorunlarla uğraşırken, AKP ise daha yüksek boyutlu konularla boğuşmak durumunda. Fethullah Gülen’in askeri, polis teşkilatı, adalet mekanizması, eğitimdeki, ekonomik alandaki ilişki ve etkilerini kendi kavillerince görüp sökmüşken, siyasi plandakiler duruyor. Fethullah’ın, bütün devlet katlarına dal budak salmışken AKP’nin içine aynı düzlemde dal budak saldığına kuşku yoktur. Ama bugüne kadar siyasi arenada bir tek Fethullah operasyonu görülmedi. Besbelli bundan böyle görülecektir. Fethullah operasyonları ile devletin içi nerede ise boşaltıldı. Sadece bireyler temizlendi. İdeolojik bir hesaplaşma yapılmadı.

Fethullahçılık, İslam dini ideolojisi temelinde yapılmış ve yapılandırılmış olan bir ajanlık faaliyeti ve yapılanmasıdır. Sadece devlet dairelerine bireyler sokularak ajanlık faaliyeti yapması sağlanmadı, devletin ideolojisi de İslami ajanlık ideolojisi ile donatılıp, şekillendirildi. Bu ajanlık İslam ideolojisi devletin içinden sökülüp atılmadı. Bireyler atıldı fakat ideoloji kalmaya devam ediyor. Çünkü Erdoğan’ın İslam ideolojisi ile Fethullah’ın İslam ideolojisi aynıdır. Aslında Erdoğan BOP eş başkanlığı yaparken de Erdoğan’ın İslam ideolojisi ajanlıkla kaynaşmış durumdaydı. O nedenle Fethullah Gülen, devletin ideolojisini İslam ajan ideolojisi ile donatırken, Erdoğan’ın “alnı secdeye değenden zarar gelmez” aforizmasından yararlandığı için fazla zorluk çekmedi. Bu durumda otoritenin en büyüğüne bağlı kalma, biat etme söz konusu İslam ideolojisi devlete egemen durumda. En büyük otorite ise hala ABD’dir. Zaten Fethullah Gülen de ona biat etmektedir. İslam ideolojisi biat ideolojisi olduğu için bu ideolojik anlayış temelinde şu durumda bir çok insan İslam ideolojisi gereği en büyük olan Erdoğan otoritesine biat ediyorlar. “G.t kılı” olan bazıları da İslam’ın bu biat kültürü gereği “kıl” oluyorlar. Dünyanın en büyük otoritesi olan ABD’ye de bu İslami biat kültürü gereği biat edip, bağlanıyorlar. Demem o ki; sadece bir veya bir kaç parti değil, Türkiye sistemi bir bütün olarak dağılmış durumda. Yeniden toparlanması ise eşyanın tabiatı gereği “Evet” ve HAYIR temelinde olacaktır.

Hayırcılar HAYIR temelinde, HAYIRIN doku ve dengelerine denk bir şekilde yeniden yapılanmadan öyle aday gösterme, öneri dayatma gibi yöntemlerle bir yere varamazlar. Özellikle de HDP HAYIR’IN renkleri, sloganları, yaratmış olduğu doku ve değerlerini çok iyi değerlendirerek yeniden yapılanmalıdır. Baykal bunları önlemeye çalışıyor. Bunun mutlaka aşılması gerekiyor.

Teslim TÖRETeletex News24

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: