
KÜRD’ÜN KURAMI, ASKERİ VE SİYASİ PERFORMANSI KORKUTTU ! / Teslim TÖRE Yazdı
Rojava Devrimi insanlık ve dünya konjonktüründeki globalizmin çıkmazından kurtulunması için tünelin ucundaki bir ışık işlevi görüyor. Bir kutup yıldızı da denebilir. Özgürlükçü Kürt dinamizmi: Bu evrensel boyutu ile birlikte bölgede IŞİD’in varlığına son verilmesi, savaş ortamının sonlandırılması, Suriye’nin ve bölgenin geleceğinin huzur ve dinginliğe kavuşturulması için de olmazsa olmaz bir güç konumu oluşturdu. Halkların ve insanlığın geleceğinin bir pusulası, tünelin öteki ucunda gözüken ışığı haline gelmiş olan bu kazanım ve yüce değeri arasında kalmış olduğu emperyalist köpekbalıklarından koruyabilmek için gözükmekte olan bazı tehlikeli verilere teşhisi doğru koymak gerekir. Gerekir çünkü teşhis doğru konmadan doğru bir tedavi uygulanamaz.
Devrimlerin her zaman düşmanları vardır. Kimisi açık, kimisi sinsice düşmanlık eder. Eder çünkü her devrim, içinde bir domino niteliği taşır. Devrimin domino etkisinden korkan her karşı devrimci güç, devrime açık ya da sinsi bir şekilde tavır alır. Bu değişmez kural Rojava Devrimi için de geçerlidir. Üstelik Rojava Devrimi çok hızlı oluştu ve yıldırım hızı ile de gelişmeye başladı. Halklar için çok önemli bir kazanım, karşı devrim için de ürkütücü ve korkutucu bir konum kazandı. Söz konusu güç konumuna: Rojava Devrimi’ni aklın ve gücün ortak denklemi ile başarıya ulaştırması, Rojavalı bütün halklara demokratik ulus, demokratik siyasi organizasyon, demokratik federasyon kuramı temelinde bir yapılanma önermesi ve bunu çok başarılı bir performansla KSF olarak hayata uyarlaması; Kobane’nin kurtuluşunu büyük bir zaferle sağlaması; oluşturmuş olduğu SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ile Membiç’i birkaç hafta içinde özgürleştirip orada bir halk sistemi oluşturması; başlatmış olduğu operasyonla IŞİD’in başkenti olan Rakka’yı birkaç hafta içinde kuşatmaya alması ve şehrin mahallelerine girmeye başlaması, özgürleştirdiği her yerleşim biriminde halk meclislerini oluşturması ile geldi. Özgürlükçü Kürt dinamizminin göstermiş olduğu bu kuramsal, siyasi ve askeri performans ABD ve Rusya gibi iki süper güç ve diğer küresel aktörler nezdinde bölgenin aktörlerinin olmazsa olmazı haline geldi.
ABD ve Rusya gibi iki süper güç de, ABD’nin öncülüğünde oluşturulmuş olan koalisyon güçleri de Özgürlük Hareketinin siyasal ve askeri liderliğini yaptığı SDG ile ilişki kurmaya, partner olmaya özen gösterdiler. SDG Suriye halkına götürmüş olduğu kendi kaderini tayin etme şeklinde organize olma yöntemi; alanları IŞİD’den kurtarırken göstermiş olduğu yüksek savaş performansı; savaş anında halkları korumada gösterdiği hümanizm, kısa sürede kendisini halklara kabul ettirdi ve halklara büyük güven verdi. Suriye halkı: Suriye BAAS yönetiminden, süper devletler ve dünyanın diğer aktörlerinden çok SDG’ye güvendi, ona inandı ve bel bağladı. IŞİD’den özgürleştirilen her yerleşim birimi en kısa sürede kendi demokratik örgütlü yapısını oluşturdu. SDG göstermiş olduğu bu askeri, siyasi ve organize olma performansı ile sadece Suriye’nin değil bölgenin de bir umudu haline gelmeye başladı. Özgürlükçü Kürt dinamizmi ve onun öncülüğünde oluşmuş ve kısa sürede bu kadar çok mesafe kat etmiş olan SDG yapılanması: Başta Erdoğan Türkiye’si ve Barzani yönetimi olmak üzere bölgenin karşı devrim güçlerini tedirgin etti, paniğe sürükledi.
Bölgenin bu karşı devrim güçleri paniklerken ABD ve Rusya gibi süper güçler ve diğer dünya aktörleri de tedirgin olmaya başlamış olabilirler. Çünkü onlar da karşı devrim gücü. Sadece karşı devrim gücü de değil, bölge üzerinde uzun vadeli etkinlik kurmak isteyen, bu bağlamda plan ve programları olan emperyalist güçlerdir. SDG’nin göstermiş olduğu böylesine yüksek performansın Suriye Halkları tarafından da kabul görmesi olgusu bölgede uzun vadeli egemenlik sürdürmek isteyen emperyalistlerin de belli planlarını bozma istidadı göstermiş olabilir. ABD’nin de, Rusya’nın da SDG ile kurmuş oldukları ilişki, göstermiş oldukları yakınlığın Rojava Devrimi’ne duymuş oldukları sempatiden değil, SDG’nin bölgenin olmazsa olmazı bir güç olmasından dolayıdır. SDG bu performansı ile devam ederse, Rakka’yı özgürleştirir ve Rakka’da da Membiç’teki gibi bir halk yönetimi oluşursa: Suriye BAAS yönetimi, Suriye Halkları nezdinde alternatif olmaktan çıkacaktır. Çıkacaktır çünkü SDG’nin özgürleştirdiği her alanda barış ve dinginlik yönetimi egemen oluyor. Bu sadece Rojava, Membiç ve KSF de değil, Şam’daki Ekrat’ta da, Halep’teki Özgür Kürt hareketi vesayetinde olan alanda da böyledir.
BAAS yönetiminde olan bu alanlarda da halkın önemli bir kesiminin ilgi duyduğu yönetim sistemi BAAS yönetim sistemi değil, KSF sistemidir. Bu durumda bile, Suriye’nin geleceğini BAAS yönetiminin değil KSF yönetiminin belirleyeceği kesin gibi. Ulusal modernizenin deforme edilmiş bir taklidi olan BAAS sistemi tarihsel ve toplumsal olarak süresini doldurmuş, o nedenle de Suriye ve Irak’ın bu konuma gelmesine vesile olmuş, sadece kusurlu değil katil bir sistemdir. Katil bir sistem olduğu yaşanmış ve yaşanmakta olan korkunç kanlı olaylarla da görülerek halklar nezdinde de tescillenmiştir. Öylesine bir tescillenme ki; ulusal modernizenin çarpıtılmış taklidi olan ırkçı, şoven BAAS rejiminin Irak ve Suriye’de yapmış olduğu tahribatlar, değil aylar, yıllar; asırlar boyu bile unutulmayacak nitelikte yıkımlar olmuştur. Global kapitalizmin: “ya barbarlık ya sosyalizm” eşiğine gelmiş olduğu bu süreçte BAAS rejimi hem barbarlığı hem de sosyalizmi ifade eden iki karşıt gücü doğurmuştur. Birisi barbarlığı temsil eden IŞİD, diğeri “insan olmanın bir nedeni” olan Sosyalizmi ifade eden Rojava Devrimi.
Bölgedeki ve Suriye’deki savaş bu iki karşıtlar birliği güçler arasında devam etmektedir. Tabi ki diğer bir alternatif de Suriye BAAS yönetimi dir. İki süper güç ve diğer küresel aktörler barbarlık ve ona karşı mücadele eden güçler arasında tercih yapmak zorunda kaldılar. BAAS rejimi Rusya’dan başka diğer küresel güçlerin tercihi olmadı, olamadı. Tarihsel ve toplumsal ilerlemenin diyalektiği barbarlıkla sosyalizmin çatışma ve ayrışmalarını Suriye sahasında yüz yüze getirmişti. İki süper gücün kendi arasında ki çelişki, diğer dünya aktörlerinin iki süper güçle olan ilişkisi, hepsinin birleşerek IŞİD’i de, Rojava Devrimi’ni de ortadan kaldırmaya el vermiyordu. O nedenle Suriye yönetimi, IŞİD ve Rojava Devrimi arasında taraf olmak zorunda kaldılar. Rusya hem Suriye yönetimi hem de Rojava Devrimi ile ilişkilerini geliştirirken ABD ve koalisyon güçleri SDG tarafında yer aldılar. Fakat giderek SDG’nin etkisi Suriye sathına yayılma istidadı gösterdikçe süper güçler ve küresel aktörler SDG’nin yolunu kesmeye yönelik adımlar atmaya başladılar. Düşünmüş oldukları adımları, Erdoğan Türkiye’sinin Kürt halkına duymuş olduğu düşmanlığı değerlendirerek atmaya başladılar.
Önce ABD ve Rusya anlaşarak: Cerablus ve EL-BAB’ı Erdoğan’a işgal ettirdiler. Ondan bu yana da Erdoğan devletinin Rojava Devrimi’ne ve Kürtlere yönelik saldırılarına göz yumarak SDG’yi Erdoğan’la frenlemeyi düşündüklerini gösteriyorlar. Türkiye yönetiminin Kürtlere yönelik adi ve aşağılık düşmanlığını kullanmak istediklerini her fırsatta belli ediyorlar. Dün gece Erdoğan Türkiye’sinin savaş uçaklarının Rojava ve Şengal’i bombalamaları da bu planın bir devamı gibi gözüküyor. Bunları, bu yaklaşımlar üzerine hemen bir politika inşa edilmesi anlamında yazmıyorum. Kesinlikle hayır. Bunların kodlanıp aklın bir köşesinde tutulması anlamında söz konusu ediyorum. Erdoğan devletinin Rusya ve ABD’nin bilgisi dışında 26 savaş uçağı kaldırıp, Rojava ve Şengal’i bombalayacağını düşünemiyorum. Cerablus ve El-BAB’a onlardan izinsiz giremediği gibi. Bu saate kadar ne Rusya, ne ABD ve ne de koalisyon güçleri Erdoğan’ a karşı her hangi bir tepki vermediler. Bundan böyle verseler de verdikleri tepkinin gerçeklik ve samimiyeti tartışma götürür. Tabi ki bu kadarlık bilgi üzerine politika inşa edilemez, fakat Rojava Devrimi’nin güvenilir güçler arasında olmadığı konusunda da net bir fikir sahibi olunabilir.
Olup bitenler: Rojava Devrimi’nin karşı devrimci bölge ve süper güçlerin korkusunu artırmaya başladığının bir göstergesi olarak da nitelenebilir. Bu bağlamda bölge güçleri, süper güçler ve dünya aktörleri arasında denge politikası izlenirken daha dikkatli ve temkinli davranmak gerekebilir. Bununla birlikte Erdoğan’ın Kürt düşmanlığının öyle böyle bir düşmanlık olmadığı, Kürtlere duymuş olduğu kin ve nefretin bitmek tükenmek bileyen bir kin ve nefret olduğu da net olarak görülmelidir. Kürt düşmanlığı, Kürtlere duymuş olduğu kin ve nefret nedeni ile Erdoğan; Suriye, Irak, Türkiye gibi üç Kürt parçasında yaşayan Kürtlere topyekün bir savaş açmış durumda. Buna karşın dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun Kürt Ulusunun her bireyi, Kürt Halkını ve bütün halkları sevenler ve bir bütün olarak insanlık, Erdoğan saldırganlığına karşı tavır alıp, tepki göstermelidir. Dünya halkları ve bir bütün olarak insanlık dünyanın en mazlum ve en ezilen halklarından birisi olan Kürt Halkının yanında insanlık namına yer almalıdır. Almalıdır çünkü karşı devrim güçlerini korkutmuş olan Özgürlükçü Kürtlerin kuramı ve göstermiş olduğu yüksek performansı halkların ve insanlığın bir kazanımıdır, gücüdür.
Teslim TÖRE–Teletex News24
Average Rating