

İdam, Yüklenen Rolden Dolayı Mı? / Yakup ASLAN
Bazı kelimelere çok mu fazla anlam yüklüyorum veya olaylara çok mu komplocu bir perspektiften bakıyorum bilmiyorum ama “Batı’da sürgünde öleceğime, kendi ülkemde ölürüm” ifadesi bana çok yabancı değil, çok şey anlatıyor aslında diye düşünüyorum. Bazı meseleleri görüşmek üzere 1986 yılında İran Kum kentinde Mehdi Haşimi’yi ziyarete gitmiştik. Konuşmadan sonra geri dönmemize izin vermedi misafiri kaldık. Neredeyse geç saate kadar değişik konuları müzakere ettik.
Konu konuyu açtı. Şah döneminde özellikle İsfahan bölgesinde verdiği mücadelenin yöntemini ve toplumdan tecrit olmalarına rağmen küçük bir dedikodunun şehir efsanesi gibi hızla yayıldığını ve bundan dolayı birçok arkadaşının tutuklandığını ve Şah rejimi tarafından bazılarının idam edildiğini, inkılab arifesinde kendisinin de tutuklandığını ve 8 idamla yargılandığını bunlardan onaylanan idamlardan, BM müdahalesiyle kurtulabildiğini anlattı…
Sonra inkılab sürecini, süreç içerisinde cezaevinden nasıl kurtarıldığını anlattıktan sonra gelinen noktayı bizi büyüleyen erdem yüklü cümlelerle anlattı. İnkılabın evrensel çizgisinin, ‘önce İran, sonra dünya ve bunun için halkın yerine hükümetlerle diyalog kurmanın gerektiğine inanan bir dış siyaset’ ile değiştirildiğini ve bundan dolayı dünya halklarını baz alan kendisi gibilerinin sürekli muhasara altında tutulduğunu söyledikten sonra: “Birkaç gün önce Hamenei ve Refsencani ağa (Ayetullah Munterziri)’nin evine gelmişlerdi İmam Humeyni’nin elçileri olarak.. Ona, “İmam’ın emridir, Mehdi Haşimi’yi uzak bir ülkeye elçi olarak gönderelim. Birkaç yıl kalsın. O zamana kadar da ABD ve Suudi Arabistan’ın uluslararası dış basıları da son bulur ve çıkar ülkesine geri döner” demişler. Ayetullah Munteziri de “Ben söylediklerinizi aktarırım ama kesinlikle ona bu noktada baskı yapmam, iradesine saygı gösteririm” demiş. Beni çağırıp olayı aktardı, ben de: “Şah zamanında onlarca suçtan aranıyordum.. Bana defalarca seni yurt dışına kaçıralım dediler, kabul etmedim. Şimdi ben kendi ülkemde, inkılaba öncülük ettiğim bir rejimde kendimi sürgün ettirmem. Öleceksem toprağımda ölürüm” dedim..
Mehdi Haşimi mezhebi ve etnik kimlik fazlalıklarından arınmış evrensel düşünen ender insanlardandı. İran İslam Cumhuriyeti konsey üyeliği, Devrim Muhafızları yürütme üyesi, Dünya Kurtuluş Hareketleri lideri, Lübnan’da ABD, Fransa ve İngiltere askeri güçlerine verilen ağır darbenin, İsrail’e Hizbullah eliyle en ağır mağlubiyetin yaşatıldığı savaşları organize etme gibi ülkenin en üst düzey noktalarından medreseler şehri Kum kentinde kültürel çalışmalarla sınırlandırılmış bir konuma gelmişti. Türkiye’yi de konuşmadık değil. Hak suratında görünüp hakkı katleden entelektüellerin ve dindar suratında görünüp dini tahrif edenlerin giderek güçlendiğini gördüğünden, böylesine kültürel bir sürece girdiklerini söylüyordu. Geçen gün Tayyip Erdoğan, “Avrupa’da sürgünde öleceğime, kendi topraklarımda ölürüm” türünden bir söz söylenince aklıma Mehdi Haşimi’nin tıpa tıp söylediği o sözler geldi. Şimdi başa geri dönelim.
Tayyip Erdoğan, bir şiirden dolayı tutuklandı. Toplumun tamamı bunun hukuksuzluk olduğunu söyleyip savunma hattında durdu. Erdoğan, geldiği gelenek ve belediye başkanlığı dönemiyle birlikte toplumda ortaya koyduğu pratik büyük bir ümidi bütün çevrelerde yeşertti, besletti. Ezilmişler, yoksullar, hakları gasp edilmiş olanlar, özgürlükleri kısıtlananlar, yaşamı kararttırılanlar, susturulanlar, sindirilenler, özgüveni kırılanlar, o güne kadar gün yüzü görmemişler bu efsane çıkışa gönül bağladılar. Sağcı, Solcu ve İslamcı camia, herkesle barışık olan, sıfır sorun için halka hizmet etmenin hakka hizmet etmek olduğunu programında göstermeye çalışan bu efsane en sabitfikir kesimde bile kabul gördü. Tabu olarak dokunulmazlık kazandırılmış bazı zeminlere dokunuldu. Naif dokunmaya kimsenin itirazı olmadı. Öcü olarak lanse edilen İslamcılığın, aslında ülkesini, milletini seven ve hizmet etmekte sınır tanımayan bir kesim olduğu pratiklerle ortaya konuldu.
Belediyeler, eğitim ve eminlik çerçevesi içerisinde gerçekleşen örnek hizmetler…
Eğitim ve özellikle dershaneler konusunda giderek toplum içerisinde saygın bir yer sahibi olan Gülen Cemaati de bu siyasi sürecin içerisinde dolaylı olarak yer almaya başladı. Daha önce zekat ve diğer yardımlarla hizmet perspektifinde varlığını sürdüren Cemaat bu vesile ile devletin imkanlarıyla tanıştı. Birçok kişi, yeni sürecin samimi zeminden kayma gösterdiğine vurgu yaptı. Yüklenmiş olduğu, özellikle Kürt çocuklarını dershane, okuma evleri, özel eğitim okulları, kursları, medrese ve Kuran kurslarında dönüştürme ve devşirme misyonundan dolayı derin devletin itirazlarına da maruz kalmadı. Yarı resmi devasa bir güce, sadece bu politik ortaklıktan ulaştıklarını söylemek haksızlık olur. Şirket ve diğer alanlarda çoğu cemaatlerin gıpta ile baktığı seviyelere ulaştılar.
Kürt çocuklarına yönelik uyguladıkları projenin önemini Hüseyin Gülerce makalelerinde açık bir şekilde yazıyordu. KCK operasyonlarının da yine bu çevrenin bürokrasi aklının ve Kürt kökenli olduklarını her defasında öne çıkarmak suretiyle ajandalarını gizlemeye çalışanların ortak projesi olduğu söylendi. Binlerce insan mağdur edildi. Uğur Mumcu’nun 1993 yılında profesyonelce katledilmesinin sonrasında, özellikle İslamcı kesime yapılan operasyonun da bu çevrenin kurgusu olduğu söylendi. Bu operasyonun benim yaşamımdaki 3-4 yıllık ağır mağduriyete sebep olduğunu ve ciddi bir tehlike atlattığımızı söyleyebilirim. Buraya kadar çok sorun olmadı. Kendilerini devletin asli sahipleri görenlerin, işlerini kolaylaştırma gibi bir vizyon yüklenilmiş gibiydiler…
Eğitimde ileri noktaya varmaları, paralel bir eğitimi ve o zeminin cazip hale geldiği gerçeğinden derinlerin rahatsız olduğu artık gizlenemiyordu. Bürokrasi ve kadrolaşmada da AK Parti iktidarı kendileri için bulunmaz imkan olmuştu. Kimi hassas noktalardaki varlıkları biraz abartıya kaçınca, belli bir kesim rahatsız oldu. Bunların susturulması için de derin devletin diğer kanadının onayı alındığını ve belki de onlara belli sözler verildiğini düşünüyorum. Bunun üzerine Ergenekon, Poyraz Köy, Balyoz ve benzeri isimlerle operasyonlar düzenlendi. O göne kadar mahrem olarak görülen Kozmik oda gibi yerlere kadar nüfus eden bir operasyonla, yüzlerce rütbeli, yazar, akademisyen tutuklandı. Operasyon vesilesiyle her taraf hallaç pamuğu gibi rüzgara savruldu…
Onur kırıcı tutuklamalarla binlerce insan mağdur edildi… Gidişattan memnun olmayanların homurdanmaları duyuluyordu artık… Yargı siyasallaştırılarak istenildiği gibi kullanılır hale gelmişken, yurt içinde ve dışında gidişattan memnun olmayanların sayısı artıyordu. Herkes neredeyse rahatsızdı… Her olayı şehir efsanesi içerisinde harcayan itirazsız, sorgusuz, sualsiz belli bir kesim hariç. Suriye savaşı iktidar çevresinde de itirazları barındırıyordu. Her merhalenin geriye bıraktığı ağır enkazın sorumluluğundan kendilerini kurtarmaya çalışanların refleksleri, sahaya da yansıyordu. Mavi Marmara olayına da itirazlar yine bu çevreden mahcup bir şekilde dillendirilmeye başlanmıştı…
Biraz daha devam edecek…
Yakup ASLAN–Teletex News24
Average Rating