
KUZEY KÜRDİSTAN VİETNAM’A DÖNÜŞÜYOR !
Erdoğan ve onun akli dengesi bozuk, mafya kılıklı, mafya üsluplu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu K. Kürdistan’da tanklarla, en ağır savaş silahlarıyla, ağır bombardıman uçaklarıyla savaşı boyutlandırıp, Rojava’ya da, Şengal’e de saldırarak Kürt düşmanlıklarını ve imha politikasını derinleştirerek, yurtsever Kürtleri ulusal bir potada birleşmeye zorlarken, Özgürlük Hareketi savaşı yer altına da çekerek K. Kürdistan’ı Vietnamlılaştırmaya başladı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bir tarafta geçmişte de yaptıkları gibi siyasal kadroları cezaevine koyarak, siyasi alanda boşluk yaratmaya çalıştığı gibi askeri alanda da: Mart, Nisan ayları geldiğinde PKK’nin ismini bile unutmuş olacaksınız diyerek Kürt dinamizmini psikolojik olarak çökertmeyi planlıyordu. Robinson’un: Buluşların anası gereksinmedir aforizmasında olduğu gibi Erdoğan ve onun mafya İçişleri Bakanı savaşı zorladıkça, bugüne kadar mücadeleyi yer üstünde yürütmekte olan PKK, mücadelenin bir kısmını da tıpkı Vietnam savaşında olduğu gibi yer altı tünellerine indirerek, savaş alanını genişletti.
Birkaç gün önce PKK, gereksinmenin bir ürünü olarak Amed’deki emniyet müdürlüğünü yer altında kazmış olduğu tünelle havaya uçurup, toz bulutu ve enkaz yığınına çevirerek K. Kürdistan’ın Vietnam’a dönüşmek üzere olduğunun ilk sinyalini vermiş oldu. Erdoğan ve İçişleri Bakanı bundan nasıl bir sonuç çıkartır bilinemez. Ama Erdoğan’ın referandum mitinginde “20 bin PKK’li öldürdük” diye yalan söyleyerek, çok zor durumda kaldıklarını dost düşman herkese gösterdi. PKK’nin yer altı tünel eylemini ilk bir iki gün: Bir panzerin deposu temizlenirken patlama olduğu, binadaki hasarın bu nedenle oluştuğu yalanını söylediler. Ama mızrak çuvala sığmadı, yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmadı. Erdoğan ve devletinin yalanını önce emekli bir güvenlikçi ifşa etti. Yapılan ifşadan sonra: Mart, Nisan aylarından sonra PKK’nin ismini bile unutacaksınız diyen, T. Cumhuriyeti’nin bugüne kadar gelmiş geçmiş başbakanları, İçişleri Bakanları, Genelkurmay Başkanlarının hiç birisinin PKK hakkında söylemediği kadar büyük yalanı söyleyen, hiçbirisinin atmadığı kadar büyük palavra atan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, eylemi PKK’nin tünel kazarak yaptığını kamuya açıkladı.
Böylece K. Kürdistan’da savaşın yepyeni bir boyut kazandığı, mücadelenin topyekün yeni bir içeriğe dönüştüğü ortaya çıkmış oldu. Erdoğan’ın 7 Haziran yenilgisinden sonra, yenilgiyi telafi etmek için Kürt Halkına karşı başlatmış olduğu topyekün savaş: 7 Haziran başarısı ile pekişmiş olan öz yönetim, sokak mücadelesi, parlamenter mücadele, illegal mücadele ile legal mücadele ve silahlı mücadelenin koordinasyonunu belli ölçüde bozmuştu. Mücadele belli bir durgunluk içine girmişti. Durgunluk süreci karşı devrimci çevrelerde bir yenilgi, ya da çöküş gibi algılanmaya ve böyle algılatılmaya çalışılmıştı. İçişleri Bakanı’nın PKK’ye yönelik yalan ve palavraları da onların bu anlayışından kaynaklanmıştı. 8 Mart kadınlar günü, onu takip eden Newroz bayramı, devamında gelişen referandum çalışmaları, Özgürlük Hareketinin bu referanduma gereken önemi vererek HAYIR çalışmalarına abanması Kürt dinamizmini alabildiğine canlandırdı, pasifleşmiş olan unsurları harekete geçirdi. Durgunlaşmış olan kitlesel devi uyandırarak, bozulmuş olan koordinasyonun yeniden sağlanmasının yol ve yöntemini geliştirdi.
Dolayısı ile de çok önemli bir handikap atlanmış oldu. Kuşkusuz Kürt Halkı ve Özgürlük Hareketi bugüne kadar çok önemli handikaplar atlattı. Bunu da atlatacağından kuşku yoktu. Bugüne kadar atlatmış olduğu handikapların en zor olanı APO’nun uluslararası bir komplo ile getirilip Türkiye’ye teslim edilmesi idi. Bu uluslararası komplo, moral, psikolojik ve toplumsal ruh hali bakımından kelimenin gerçek anlamı ile korkunç bir yıkım olmuştu. Kürt Halkının tarihte misli görülmemiş olan desteği, bağlılığı, irade beyanı, eylem azmi, APO’nun yumuşak güç, esnek politika ustalığı sayesinde söz konusu handikap tam olmasa bile kısmen atlatıldı. Tabi ki, APO hala esaret altında, zindan hayatı yaşıyor, düşmanın elinde, hayatı risk altında. Ama atlatılmış olan handikap: APO’nun esareti nedeni ile Özgürlük Hareketinin varlığını devam ettirebilmiş olması, Kürt Halkının bu bağlamda yeniden moral bulması, Osman Öcalan olayında görüldüğü gibi dış müdahalelerle bölünme, dağılma riskini atlatarak, kendini yeniden yapılandırma yeteneği göstermesi olmuştur. Handikap’ın bu boyutta atlatılmış olması düşmanda müthiş bir moral bozukluğu yarattı.
Elbette APO’ya kurulmuş olan uluslararası komplo henüz tümü ile boşa çıkartılmış değil. Komplonun etkileri hala devam ediyor. Ancak bu olay: APO’nun Kürt ulusunun bir evladı, onun yaratmış olduğu devrimci bir lider olduğu, gerektiğinde daha nice liderler yaratabileceği yetenekte bir ulus olduğunu dosta düşmana gösterdi. Yukarıda belirtmiş olduğum APO’nun yumuşak güç politikası ustalığı, Özgürlük Hareketinin liderine bağlılığı ve ona denk usta politikalar uygulaması, Kürt Halkının lidere tutkusu, onun için yapamayacağı, göze alamayacağı hiçbir şeyin olmadığını dost düşman herkese göstermiş olması, komplonun örgütlü yapıyı bozma ve dağıtma kısmını kesinlikle boşa çıkartmıştır. Her şeye rağmen uluslararası komplonun bu boyutu ile bile atlatılması çok önemlidir. Bunun Kürt Ulusuna, devrimci demokrasi güçlerine vermiş olduğu moral değer, kayda ve saygıya değerdir. Ancak 7 Haziran sonrası savaşla yaratılan handikap da asla küçümsenmemesi gereken büyük önem taşıyor. Taşımış ve taşımakta olduğu en önemli değer: Geçmişte yapılmış olan yanlışlardan ders çıkartarak geleceğe yönelmektir. Durumdan vazife çıkartıp, geçmişte yapılmış olan yanlıştan doğrunun ne olduğunu öğrenerek, APO’nun kuramından asla şaşmadan, hayatın yemyeşil pratiğinden önemli ve unutulmaz dersler çıkartarak yepyeni bir sürece yepyeni taktik, yol ve yöntemlerle devam etmek gerekiyor.
Çıkartılması gereken en önemli ders: Artık sivil, siyasi, legal alanla askeri alanların; söz, karar ve yetki bakımından ayrıştırılmasıdır. Bu ayrışma, ne Türk ordusunun gereğinde cunta yaparak, gereğinde “muhtıra” vererek, ya da “rot-balans ayarı” yaparak siyasal alan üzerinde vesayet kurarak askeri alanın siyasi alanı denetim altında tutması ve ne de Lenin’in “yasadışı parti yasal çalışma” formülünde olduğu gibi yasal alanın siyasi faaliyetlerini parti komiserleri ile yönetme şeklinde olmalıdır. Bu her iki yöntemi de, yaşanmış olan tarihin mahkum ettiği unutulmamalıdır. Sendikaların, gençlik örgütünün, kitle eylemlerinin, Sovyetlerin vs. parti komiserleri tarafından denetlendiği yöntem, tarih önünde iflas etmiştir. Kemalizm’in ordunun parti üzerindeki vesayet denetiminin Türkiye’ye nelere mal olduğu da meydanda. Tarihin ve toplumsal ilerleme sürecinin net olarak mahkum etmiş olduğu bu her iki yöntemden de mutlak bir şekilde uzak durulmalı. Her iki alan kendi dinamizmi, doku ve dengeleri, strateji, taktik, manevra alan ve yeteneği, fikir ve feraseti, ideolojik, teorik, politik, pratik vb. gibi tüm bağ ve bağlamlarda, fakat birinin diğerine ayak bağı olmadan, bilinç ve bu bilince bağlı gönüllülük temelinde son derece usta yöntemlerle bir ayrışmanın yaşanması gerekiyor.
Geçmişte yaşanmış fakat atlatılmanın eşiğine gelinmiş olan handikap ve belli ölçüde de kaosun nedeninin bu ayrışmanın net bir şekilde yapılmamış olduğu unutulmadan her şey yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Askeri alanda savaşın derinleşmesi, manevra alanını genişletmesi, belli verileriyle de görüldüğü gibi savaşın Vietnamlılaşması legal siyasetin alanını daraltmamalı. Hakeza Siyasi legal alan için de öyle. Yasal siyaset kendi strateji, taktik ve mücadele yöntemlerini belirlerken mutlak bir şekilde illegal askeri alanı kâle almalı, politikasını ona göre belirlemelidir. Handikapın atlatılmış olduğu bu sürece, geçmişte hiçbir şey olmamış, hiç bir hataya düşülmemiş gibi başlanmamalıdır. Geçmiş mutlaka sıkı devrimci bir disiplinle ele alınıp hatalar, yanlışlar, doğrular net bir şekilde eleştiri, özeleştiri süzgecinden geçirilerek her şey yeni baştan ve daha büyük bir itina ile ele alınarak, aynı hatalara bir daha düşülmemek üzere yeniden yapılandırılmalıdır. Eski hatalara tekrardan düşülmesi Kürt ulusuna Bektaşi’nin gömlek espirisini hatırlatabilir.
Hani Bektaşi’ye: Gömleğin kirlenmiş yıka demişler, yıkarım yine kirlenir demiş, yine yıkarsın deyince yine kirlenir demiş, yine yıkarsın deyince; ben bu dünyaya gömlek yıkamaya mı geldim evlat der. Kürt ulusu son derece direngen, dinamik, ulusal onur ve gururuna düşkün, örgütlü yapılarının hatalarını düzeltme konusunda alabildiğine mahir bir ulus, kolay yorulmaz. Böyle bir ulus olduğunu defalarca gösterdi, ama hatalar çoğalınca Bektaşi’nin dediği gibi bir gün canı sıkılır: Ben bu dünyaya hata düzeltmeye mi geldim evlat diyebilir. O nedenle hataları tekrar etmemeye dikkat etmek gerekir. Hata yapmamak ya da daha az hata yapmak için eleştiri, özeleştiri mekanizmasını sürekli işletmek gerekir. K. Kürdistan Vietnamlılaşırken sistem de ona denk hale getirilmeli.
Teslim TÖRE–Teletex News24
Average Rating