
Teslim Töre yazdı: TOPLUMLARIN İLERLEME SÜRECİ, DOKULARI, DENGELERİ..!
Toplumlar canlı organizmalardır. Her canlı organizma gibi kendine özgü işleyen metabolizması, doku ve dengeleri vardır. Bu yapısal özelliğinden dolayı oluşturmuş oldukları toplumsal sistemleri ile birlikte var olur, birlikte yaşarlar. Birlikte yaşadıkları toplumsal sistemleri tarihsel ve toplumsal süresini doldurup tarihteki yerine yönelince, insan toplumu başka bir sistem yaratır ve yaşamlarını o sistemle devam ettirir. O nedenle bugüne kadar ilkel kominal, köleci, feodal, kapitalist, reel sosyalist gibi bir çok sistem oluşturup birlikte yaşadı, fakat hala yaşayan kapitalizm hariç diğerlerinin tümü sistem olarak yıkılıp tarihe karıştı, ama insan toplumu hala yaşamaya ve toplumsal ilerleme sürecine devam ediyor. Toplum, bu özelliği ile kendisi gibi olan diğer canlı organizmalardan ayrılır. Örneğin bir sistem çürüyüp yok olmaya yüz tutarken, söz konusu sistemle birlikte toplumun bir kesimi de çürümeye başlar. Tıpkı şimdi çürümekte olan Erdoğan sistemi ile birlikte toplumun bir kesiminin de çürümeye başladığı gibi. Sistem bir bütün olarak çürürken, toplumun sadece bir kesimi çürüyor. Diğer kesimi sadece diri olarak kalmıyor, toplumsal ilerlemenin yükünü de omuzlayacak şekilde güçlü hale geliyor.
İnsan bedeninde bir organın zayıflaması durumunda diğerinin güçlenmesi gibi bir doğa olayıdır, toplumların çürüyen yanına karşı diri kalan ve güçlenen yanı… Küllerinden yeniden doğan yaratık gibi insan toplumu da âdeta kendi küllerinden yeniden doğar, yoluna devam eder. Bu bağlamda Devrimciler: “Küllerimizden yeniden doğarız” derken doğanın diyalektiğinin bu yasasına atıfta bulunurlar. Türkiye toplumu bugün aynı gerçekliği yaşıyor. T. Cumhuriyeti devleti, akranları sayılabilecek: Sovyetler, Doğu Avrupa ülkeleri, Suriye’nin Esat, Irak’ın Saddam, Libya’nın Kaddafi devleti gibi demokratik olmayan, kendi gerçek doku ve dengeleri üzerine oturmayan ulusal modernizeleri çirkin bir şekilde taklit ederek üniter devlet olarak zor ve zorbalıkla kurulan diktatörlük devletleri gibi tarihsel ve toplumsal sürecini doldurmuştu. Çeşitli askeri cuntalarla, Demirel’in deyimi ile “yarı hamile” yani yarı demokratik yönetimlerle, Devr-i Erdoğan’a kadar fare misali hırsızlıklarla çar naçar getirildi. Devr-i Erdoğan’da hırsız fareler büyüdü, genleşti, güçlendi, “Anadolu kaplanları” düzlemine geldi.
“Yeşil sermayenin” ürünü olan “Anadolu kaplanlarının” Erdoğan’la birlikte, onun önderliğinde çalıp çırpması, farelerinki gibi olmadı, Türkiye ekonomisini sistemle birlikte çökertti. O nedenle Erdoğan hem yapılmış olan hırsızlıkları örtbas etmek, hem de hukuk sistemini, adalet mekanizmasını, ordu ve polis teşkilatını, akademi vb. gibi devletin bütün kurumlarını kendisine bağlayarak hırsızlar topluluğuna denk bir sistem yapılandırmaya çalışıyor. Erdoğan ve çevresi; suçu yargılayan değil, örtbas eden bir başkanlık sistemi kurmaya çalıştığı için toplum bilimciler ve ciddi anayasa profesörleri, haklı olarak Erdoğan’ın başkanlık sistemini yeryüzündeki sistemlerin hiçbirisine benzetemiyorlar. Çünkü Erdoğan toplum yararına bir sistem kurmak için çalışmıyor. Hırsızlıkları, yolsuzlukları, etik değerlerden yoksun tarz ve davranışları yargılayan, sorgulayan değil; onları meşru kılan, koruyan ve kollayan bir başkanlık sistemi kuruyor. O nedenle Erdoğan’ın kurduğu ve çoktandır da başarı ile uyguladığı sistemi: 16 Nisan’da yapılacak olan referandumla yasallaştırmaya çalışıyor.
“Türk tipi başkanlık”, esasında “Türk tipi hırsızlıkları” koruma ve kollama sistemi bugüne kadar gelmiş geçmiş ve bugün de var olan hiçbir sisteme benzemiyor. Çünkü bu, dünyada bir ilk olacaktır. Aslında söz konusu sistemin başarısı 17-25 Aralık’ta bütün dünyanın gözleri önünde test edilerek görülmüş ve gösterilmiştir. İran devletinin Türkiye ile olan dış ticareti, ABD’nin, BM’nin onayından geçirip ambargoya tabi tutması nedeniyle bizzat Erdoğan’ın çabasıyla, “bizim adamımız” dedikleri Reza Zarrab aracılığı ile uluslararası hırsızlık olarak yapılmış ve söz konusu hırsızlık suçluları Türk polisi tarafından yakalanmış, dönemin savcı ve hakimleri tarafından sorgulanıp yargılanarak hapsedilmişti. Erdoğan bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden bu hırsızlık, yolsuzluk olayının zanlılarını cezaevinden çıkarttırmış, bunları mahkûm eden savcıları, yargıçları görevden almış, “terör” suçlusu olarak hapse koymuş, onları yakalayan polislerin işlerine son verip “teröristlikle” suçlayarak hapsetmişti. Erdoğan “Türk tipi başkanlık” sistemini o zaman kurmuştu. O zaman kurmuş olduğu sisteme şimdi yasal kılıf yaratmaya çalışıyordu. 16 Nisan referandumunda sandıktan Evet oyu çıkartabilirse, fiili olarak oluşturmuş olduğu sisteme yasal bir kılıf geçirecektir. Buraya kadar sıraladığım, var olup da sıralayamadığım verilerin toplamı: Sistemin bir bütün olarak çürüdüğünü, sistemle birlikte sistemi destekleyen toplum kesiminin de çürüdüğünü net olarak gösteriyor.
Ancak vurgulayarak belirtmem gerekir ki çürüyen toplum kesimi, Türkiye toplumunun tamamı değil, en fazla yarısıdır. Elbette bu küçük bir toplumsal çürüme olayı değildir, böylesi bir olayı küçümsemek söz konusu olamaz. Ama bu durum her şeyin sonu da değildir, olamaz. Çünkü her şeyden önce toplumun yarısı ya da yarısına yakını henüz çürümemiş, sağlam ve dimdik ayakta. Sadece ayakta da değil, hem toplumsal çürümeyi önlemek, hem de toplumsal çürümeye yol açan sistemi etkisiz hale getirmek için bütün enerjisi ile çalışıyor. Türkiye toplumunun yarısına yakınının bu diriliği, sistem karşıtı mücadelesi, toplumun çürümekte olan kesimine de eşyanın tabiatı gereği etki edecektir. Türkiye toplumunun görülmekte olan bugünkü çürümüşlüğü: Geçmişte Hitler Almanya’sından, Mussolini İtalya’sından, Franko’nun İspanya’sından, onların bir devamı olan Salazar’ın Portekiz’i döneminde görülmüş olan toplumsal çürümeden daha vahim değil. Avrupa toplumu geçmişte Türkiye toplumunun bugün Erdoğan faşizmine direndiği kadar Hitler, Mussolini, Franko ve Salazar faşizmine karşı direnememişti.
Bu tarihi gerçekleri: Erdoğan faşizminden sıkılmış bir çok kimsenin yüreğine soğuk su serpmek için yazmıyorum. Hayır..! Erdoğan faşizmine karşı, çok güçlü başlamış ve amansız bir şekilde devam eden; Erdoğan devletinin bütün zor, zorbalık ve baskısına karşı hiç gerilemeyen toplumsal mücadelenin erdem ve önemine parmak basmak istedim. Toplumlar tarihinde ve toplumların ilerleme sürecinde yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçeklere vurgu yapmanın gerekli olduğuna inandığım için yazdım. “Yahu bu toplumun adam olacak hali yoktur” diyerek mücadeleden umudunu kesen ve yanında yöresindekilere de umutsuzluk yayan dostlara, yoldaşlara tarihin bazı gerçeklerini hatırlatmak için tarihin bazı gerçeklerine vurgu yaptım. Bugünün Avrupa’sına bakıp özenen, “nasıl uyanık bir toplum” diyerek Türkiye toplumundan umudu kesen herkesin şöyle bir geriye dönüp, Avrupa’nın geçmişine de bakarak ders çıkartmalarını önermek için bu konuyu ele aldım. Hiçbir şeyin bedelsiz olmadığına işaret etmek istedim. Özellikle de demokrasi, insan hakları, özgürlük, adalet, hukukun üstünlüğü vb. gibi olguların hiçbirisinin sistem tarafından topluma verilmediğini, mutlaka mücadele sonucu alınabildiğini vurgulamak gereğini düşündüm.
Tabi ki; aynı zamanda 16 Nisan referandumunun kaçırılmaması gereken tarihi bir fırsat olduğunu da önemle vurgulamak istedim. Toplumun sistemle birlikte çürümekte olan kesiminin yanında çürümemiş, çürümemek için direnen, çürümüş ve çürümekte olan sistemi tarihteki çöplüğüne göndermeye çalışan dinamik kesiminin, Avrupa’nın yarım asır önceki toplumundan daha aktif, daha diri, daha azimli ve kararlı olduğunu da vurgulamak gerekir. Faşizm geçmişte Avrupa’da da dini ve milliyetçiliği kullanmıştı, şimdi Türkiye’de Erdoğan da kullanıyor. Türkiye’de dindar olup Erdoğan’ın peşinden gitmeyenlerin oranı, Erdoğan’ın “kılı” olanlardan nicel olarak daha fazla, nitel olarak ise: Mukayese edilemeyecek kadar ileride. Türkiye’de o dönemin Avrupa’sından farklı olarak kadınlar toplumsal ilerlemenin öncülüğünü yapıyorlar. Avrupa’nın o dönemine bakılırsa, bu bakımdan da Avrupa’nın söz konusu döneminden daha avantajlı konumda olunduğu görülür. Türkiye toplumsal ilerleme sürecinin umut kırıcı hiçbir yanı yoktur. Özellikle Kürt dinamizmi ve bu dinamizmin mimarı Kürt kadını, sürece çok önemli katkılar yapıyor.
Olguya nereden ve nasıl bakılırsa bakılsın, Türkiye toplumsal ilerleme sürecinin umutsuzluk yaratan hiçbir yanının olmadığı kolayca görülebilir. Büyük bir ihtimalle referandumda HAYIR çıkar, çıkmasa bile toplumda var olan bu kararlılık devam ettiği sürece Erdoğan resmen başkan olsa bile asla idâme ettiremez. Ettiremez çünkü toplumun yaratmış olduğu doku ve ona denk gelişen dengeler buna engel teşkil edecektir.
Teslim TÖRE–Teletex News24
Average Rating