
Sedat Doğan yazdı: TÜRK’Ü MÜHENDİS, KÜRD’Ü”TERÖRİST” KILAN TOPRAĞIN DRAMI
Ben sana, sen çok zalimsin bey amca dersem, yine köpüreceksin biliyorum. Ama biraz sabr edersen anlatacağım.
Sahi bunca merhametsizlik ve vicdansızlığı taşırken, hangi yüzle bana kardeş diyebiliyorsun? Bunu söylerken yüzün hiç kızarmıyor mu?
Sen çok zalimsin be amca off…
İnsan olan kardeşinin dilini keser mi? Lal, topal, ahraz edip dağlara sürükler mi?
Canımı çok yaktığın için bu girişi
yaptım, bilesin. Sakın yeni bir merhametsizlikle, beni insan öldüren mekanizmaları öven, yahut onlara yardım, irtibat, iltisak eden biri gibi bir zulüm ile malul olmakla suçlama. Böylesi bir iftira ile üzerime gelirsen hem benim hem insanlığın gözünde sen artık sadece bir zalim değil, yaptığın zulümler kadar alçalmış bir seviyeye düşmüş biri olursun… Bundan haberin olsun.
Ben düşündüğün manada hiçbir şey yapmıyorum. Sadece dürüst bir anlatıma bir türlü yanaşmadığın o meşhur ” kardeşlik” hikâyemizi, en dürüst, en yalın haliyle anlatmaya çalışıyorum. Masum bir çocuğun gözünden yüz yıllık bir kavganın kısa bir özetini çıkarmaya çalışıyorum… Hepsi o kadar.
Ben, yirminci yüz yılda doğmuş talihsiz bir Kürt çocuğuyum…
Yıl 1960 civarı.
Bin yıllardır Kürtçe konuşan bir dünyada. Yolgitmez, Kervan geçmez bir Kürd köyünde Kürtçe dışında hiçbir dilin bilinip konuşulmadığı bir Anne-Babanınevindegözlerimiaçıyorum gün ışığına.
Doğumumdan önce buralarda neler olmuş?
Kim kime hangi zulüm ve kalleşliği yapmış? Buraların adları neden değişmiş? Bunlara hiç girmiyorum. Onları bir an için bilmiyor var sayıyorum.
Kürd olarakdoğmak ve yaşamak ne kadar zor. Sen bunu bilir misin?
Benim çok net bildiğim bir şey var.O da şu.yatağından tersten kalkan bir devlet akılsızlığı ve vicdansızlığının insanlık dışı bir merhametsizlikle, çocukluğumuzda anadilimiz olan Kürtçe yazma ve konuşmayı bize yasaklamış olması… Daha ağzımız süt kokarken bizi zorun gücü ile yabancı bir dil ile bir eğitime ve onu öğrenmeye ve zorladığıdır.
Ben çocukluğumda kelebekler ve kuşlar ile sadece Kürtçe konuşurdum.
Biliyor musun? Ben çocukluğumda etrafımı kuşatan bir hayat ile.Bütün eşya ve canlılarile özellikle kelebekler, kırlangıçlar, serçeler, uğur böcekleri ve leylekler ile çocukluğun en saf,en temiz kelimeleri ile sadece Kürtçekonuşuyordum. Çünkü Kürtçeden başka hiçbir dil bilmiyordum.
Ve sen en büyük katliamı orda yaptın. Önce vahşi bir ırkçılıkla ana dilimi yasakladın. Katlettin. Sonra vahşi kapitalist bir bencillikle doğayıkatlettin. Kuşların o deruni özgünlükleriyle yaşayabilecekleri bir doğa ve orman bırakmadın.
Sonra kuşlar öldüler. Ya da ürküp göçtüler. Bir daha da gelmediler. Sonra ben dilsiz kaldım. Doğakuşsuz. Kuşlar doğasız kaldı.
Şimdi hepimiz katledilmiş bir doğanın cenaze namazında tanımsız bir öfke ile isyana durup lal olmuş bir dil ile sadece bir birimizin göz bebeklerine bakıyoruz. Sadece ağlaşıyoruz. Ve gözlerimizden toprağa süzülen yaşlarla yeniden hayat bulacak bir doğa, bir dünya özlemini kurguluyoruz.
Dillerin, doğanın, kuşlarınkatledilmediği, herkesin en doğal halleriyle birbirleriyle konuşabilip, yaşayabildikleri barış dolu bir dünya özlemi.
Yıl 1970’ler.İlk Okul öğrencisiyiz.
Analarımız Kürtçeden başka bir dil bilmedikleri için mecburen bizimle her yerde Kürtçekonuşurlardı. Öğretmenlerimiz de Türkçeden başka bir dil bilmedikleri için onlar da her yerde Türkçekonuşuyorlardı.
Ve hayatımızın ilk çelişkileri. Bulunduğumuz her ortamda payımıza düşen tekme, tokat, sıradayağı, falakalar, ötekileştirici hakaretler ve cezalar ilk buradan başlıyordu.
Dilimizi yasaklaman bizi ilkel roma düzeni kölelerine dönüştürdü.
Bunun adı eğitimde ve devlet katındaki kariyeryükselmelerinde otomatik olarak önümüzü kesmektir. Hayat serüvenimizde bir ömür boyu bizi en alt tabakada kalmaya mahkûm etmektir.
Biliyor musun, biz belki de senin çocuğunun en çok sevdiği sınıf arkadaşlarından biriyizdir. Bu halleri yaşayan milyonlarca Kürt çocuğundan sadece biriyiz. İsimlerimiz Ahmo,Memo Hasso, Hüsso olmuş, hiç önemli değil.
Ve bizim hangi hakaretlere uğrayıp, hangi dayakları yediğimizi, ne kadar ezildiğimizi ve bu bütün bunlardan dolayı nasıl bir isyanla dolduğumuzu… Özetle neler yaşadığımızı sen asla anlayamazsın. Anlayabilseydin, bunları bize reva görmezdin,yaşatmazdın.
Sana ne demek istediğimi geçekten de anlamak istiyorsan Avrupa’ya göç etmiş türk vatandaşları ile veya bu günlerde yaşadığımız şehirlerin varoşlarında, sokaklarında “pis dilenciler” diye ötekileştirilen Suriyeli Araplar ve onların çocuklarıyla konuş.
Sen ey vicdansız amca, ben senin dilinin kurallarını çözene kadar yaşıtım olan çocuğun artık iki-üç bilinmeyenli denklemleri çözmeye başlamıştı. Ben denklemlere gelene kadar o fiziği, kimyayı, Atomu, Astronomiyi çözüyordu.
Evet, ey zalim amca, sen hala da farkında değilsin ama adaletsizliklerin daha o zamanlar bile vardı
Senin çocuğun en güzel elbiseler ve elinin altında hazır bekleyen eksiksiz okul araç gereçleri ile hangi mühendisliği kazanacağını kurgularken.
Ben dibi delik ayakkabılarım, pejmürde elbiselerim, olmayan araç gereçlerimle, birkalem, bir silgi için haddi hesabı olmayan gözyaşları döküp, bu gidişle bir yerlerde bir hademe bile olamayacağımı daha o yaşta görerek, kendi kendimi mecburen ağır bir ırgatlığa kurgulamıştım.
Yıl 1970-1980’lerin biraz sonrası.
Hala öğrenci sayılırım. O fakr u zaruret içinde Ortaokulu zar zor bitirebilmişiz. Lise yıllarındayız
Benim kuşağımın çocukları kendi ülkelerinde uzayın derinliklerini keşfedip Aya, güneşe, gezegenlere safariler düzenlerken, canlıların genetiğini değiştirip yeni canlılar üretme projelerini düşerlerken.
Ben dindaşları tarafından toprakları işgale uğrayıp dört parçaya bölünen, bir sömürge hukuku bile olmayan ülkemin sınırlarında, güya benim de olan askerler tarafından keklik gibi avlanıyorum. Kuruluşunda canımı verdiğim bir devlet tarafından yasaklanan anadilimi geri almak için ölümüne boğuşuyorum. Onun cendermeleri tarafından yakılan yıkılan köylerimde cebren ve resmen bir talana uğruyorum. Bize dayatılan kirli bir koruculuk sistemini kabul etmediğim için milyonlarca göç katarları oluşturduk…
Milletçe namusumuzu, çolukçocuğumuzu korumak içinresmen kaçıyoruz. İzimizi kaybettirmek içinKürdistan’ın büyük kentlerine ve ülkenin batı illerine sığınıyoruz. Oralarda büyük gettolar ve varoşlar kuruyoruz.
Ormanlık arazilerde Dağ başlarında, portakal, zeytin bahçeleri, sebze tarlaları kenarında kurulan Naylon çadırlarda derme çatma barakalarda aç sefil bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyoruz. Daha önce hiç alışık olmadığımız bir hayata ve sorunlara karşı amansız bir mücadeleye girişiyoruz.
Sonra aradan fazla değil beş on yıllık eğitim süreçleri geçince senin oğlun en gözde bir firmada genç mühendis bey olurken.
Ben oğlununakranı bir inşaat işçisi olarak babamın gecekondusunda ya da korucu olmaya zorladığın, bu yüzden boşaldı boşalacak izbe köyünde bir seher vakti, apansız gelen bir jandarma veya polis baskınında, şimdiye kadar uğradığım bütün zulümleri gölgede bırakacak bir zulüm ve barbarlığa aile boyu uğradığımızda.
Bu insanlık dışı muamelenin üstüne gençliğimin, 30- 40 milyonluk bir nüfusu olan bir milletin uğramış olduğu milyonlarca zulüm hikâyelerini ekleyerek dağların yolunu tutmak zorunda kaldım.
Yıl 1990.Artık dağlardayız.
Böylece acımasız hayat, insan sıfatımızın yanına yeni bir sıfat daha ekliyor. Beyin ve vicdanen satılmış, kiralık bütün basın ve televizyonlar artık oğluna Mühendis Bey, bana da “cani terörist ”diyorlar…
Biliyorum anlattıklarım sana hiç inandırıcı gelmeyecek. Zira senin vicdanın ta baştan beri olan bitenehep kör bakmıştı. Öyle olmasaydı bu trajik hikâyeasla yaşanmazdı.
Ama yine de anlatacağım. Ne pahasına olursa olsun, inadına anlatacağım.
Biliyor musun? Ben dağlara asla cani bir terörist olmak için gitmedim.
Kurduğun sistem yüzünden Mühendis Bey oğlunla o temiz çocukluk arkadaşlığımızsenin tarafından suikastauğramıştı… Tıpkı büyük adam olma hayallerimi kurduğun sistemle, önüme koyduğun katı dil bariyeriyle öldürdüğüngibi. Birilerine iftira atmadan önce bunu böyle bilmelisin.
Belki yarın bu topraklarda benim çocuğum kendi Kürtçesi ile çocukluk arkadaşım, oğlun mühendis beyinki de kendi Türkçesi ile iki onurlu birer meslektaş olurlar. Mesela iki temiz öğretmen olurlar. Belki kardeş olmayabilirlerdi ama İki temiz komşu olurlar.
Hiç bir çocuğun anadilini yasaklamayan, anadili olmayan bir dili bilmediği çocukları dövmeyen, azarlamayan, onlara hakaret etmeyen, bütün dilleri sevgi ve aşk ile öğreten birer öğretmen olurlar. BiriTürkçe diğeri Kürtçe öğretmeni olurlar diye ben o dağ yolunu seçtim.
Bir şeylere isyan edeyim. Kalıcı hale gelen pek çok yanlışı düzeltebileyimdiye o yola girdim. Aslında o yolu ben seçmedim. Sen zorladın. Başka kapı bırakmadığın için. Belki girdiğim yol yanlıştı. Ama ister inan ister inanma ben asla ve asla azılı bir terörist olmak için o dağ yolunu seçmemiştim.
Ve yine inanmayacaksın, biliyorum ama onca badireye rağmen ben hala insan öldürmeyi asla doğru bulmuyorum. Öldürme olmadan da pek çok sorunun çözülebileceğine inanıyorum. Yeter ki yüreklerimiz temiz, insani bir duruşla kalıcı bir çözüme hazır olsun.
Belki ben şu anda bir terörist diye öldürülmüşüm, öbür dünyaya bile gitmişimdir. Belki de şu anda öbür dünyadan sana sesleniyorum. Birilerini öldürmüş müyüm, onu da bilmiyorum. Bilseydim söylerdim. Bundan hiç şüphen olmasın. Zira o dünyada hiçbir yalanın bir geçerliliği ve hükmü yok.
Ve biliyormusun bay zalim amca? Çok iyi biliyorum ki ben senden daha temiz, daha dürüst bir yürekle, daha merhametli bir Allah’ın varlığına inanıyordum. Çünkü benim inandığım Allah hiçbir çocuğun dilini yasaklayan, hiç bir zulme asla onay vermeyen, bir Allah’tı.
Onun için eğer bu dünyada adalet olaydı şu anda senin yerin hapishane benimki de bir şehrin Avukatlar Barosu olacaktı. Çünkü ben, en çok da Avukat olmak istemiştim.
Neden Avukat olmak istemiştim, biliyormusun?
Sırf Türkçe bilmediği için, en kötüsü güzel Türkçe konuşamadığı için, İzbe bir köy meydanında, o çocuksu gözlerimin önünde, komutan sıfatlı bir mahlûkat tarafından Rahmetli babamın çenesine atılan yumruklar sonucu kırılan dişlerini, ağzının içini doldurarak akan kanını her hatırladığımda, o kan hala olduğu gibi beynime sıçrar. Anlık bir öfke ile kendimi kaybederim. Duygusallaşırım. Kendiliğinden yaşlar akar gözlerimden. Vedizlerimi ıslatır akan yaşlar…
Sen cidden zalimsin bey amca…
Sen sadece babamın dişlerini kırmadın. Hayata, insanlığa, adalete,barışa, umuda, sevgiye, paylaşıma, kardeşliğe ve birlikte yaşamaya olan güven duygularımı, aşkımı, inancımı ve hayalimi de kırdın.
Babam Türkçe bilmiyordu, senise Kürtçe. Aranızda tercüman olarak, senden dayağı yiyen ben oluyordum.
Babamın dişlerini kırdıktan birkaç yıl sonra bu sefer kafamı kırdın. Bir şafak vakti o izbe köyümüze jandarmalarınla yaptığın bir baskınında. Tek gözlü evimizde yere serili yataklardagünahsızca uyuyan sekiz çocuk kardeşimin arasına en vahşi varlıklar gibi daldın.
Ne hakdinledin. Ne hukuk tanıdın ne de mahremiyet. Birden kopan gürültüden ürkerek uyanan her kardeşim tanımsız bir korkuyla ya annemin eteğine, ya da bana sarılıyorlardı. Babama gidemiyorlardı. Çünkü yine onu, hiç bilmediği bir dilde bir köşeye sıkıştırmıştın. Ve o Türkçe bilmiyordu. Sen ise kürtçe.
Ben ise artık türkçe konuşmayı becerebilen bir ortaokul öğrencisi idim. Evin Türkçe bilen tek ferdi olarak babamı şerrinden korumak için aranızda tercüman olabilme iznini alabilmek için senin adına bu zulmü icra eden komutana, hiç de yüksek olmayan bir sesle bir şey söyleye miyim komutan? diye seslenmiştim. Seslenmemle bana verilecek olan cevap niyetine yüzüme atılan tokatla başımın duvara çarpması bir oldu. O tokatla gözlerimden adeta kanlı yaşlar akıyordu. Aklı sıra bana terbiye öğretiyordu, terbiyeye muhtaç ruh haliyle. Gerekçesi babam varken ben konuşmamalıydım. Oysa Babamtek kelime Türkçe, Sen ise Kürtçe bilmiyordun. Bu nasıl bir konuşma idi hala anlamış değilim. Ve arada dayağı yiyen ben oluyordum.
Beni döven komutan efendi bu sefer kimdi biliyor musun? Benim en samimi olduğum sınıf arkadaşımın babası. Babamın da fabrikadan iş arkadaşı. Çünkü babamın çalıştığı tesiste kurulu Karakolun komutanı olan bir Başçavuş idi.
O arkadaşım ki, Sınıflar ve okullar arası bilgi yarışmalarında en güçlü yardımcım, sınıfta ise e tatlı rakibimdi. Okul ve sınıf birinciliği için yarışırdık Buna rağmen o çocuksu ruh ile birbirimizi cidden seviyorduk. O tokat bana neler yaptırdı biliyor musun? O çocukluk psikolojisi ile beni o arkadaşımı adam akıllı dövmeye sürükledi. Yani o akılla bütün intikamlarımı almış oluyordum. Bu arada o arkadaşım ve babasının isimleri bende mahfuzdur. Burada yazabilirdim. Fakat bu insanın özeline girdiği için vaz geçtim. Yazmıyorum.
Şimdi bana Kürtler neden bu kadar intikamcıdırlar, diyebilirsin. Neden, çok basit. Hep uğradıkları orantısız ve vicdansız bir zulüm. Hem sen demiyor musun, eşeği dövemeyen semerini döver diye. Ben de aynen öyle yaptım.
Ve şunu çok iyi bil ki, yaşadığım sürece bu tabloları asla unutmayacağım. Ve dilim döndüğü müddetçe bulunduğum her ortamda, bu zulme olan isyanımı dillendireceğim…
Taki sen insanlığını hatırlayıp, babamdan, halkımdan, bizlerden özür dileyene kadar. Taki sen,şu adına sadece “Gâvurİnadı ”diyebileceğimiz- ben eminimkibu konuda,”gâvur” senden çok daha merhametli ve vicdanlıdır, Kürtlerin Anadillerini hayatın her aşama ve alanında kullanabilme haklarını, yasaklama saçmalığından, vaz geçene kadar.
İşte asıl bu hukuku ve devlet olgusu ile nerede karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, orada hakarete uğrayan yakınlarımın haklarını savunmak için. Bu ve benzeri binlerce zulümlere uğrayan halkımınhaklarını savunmakiçin, bu suçları işleyenleri hak ettikleri cezalara çarptırmak için Avukat olmak istemiştim…
Ama çok üzgünüm Avukatolamadım. Çünkü önüme kurduğun sistem çok tuzaklı idi. Aşamadım. Başaramadım.
Ama bunca şeye rağmen ben ne yaptım biliyormusun?
Bu hikâyeyi kendi ana dilimle yazıp anlatabilme imkânımı zatenbaştan elimden alarak öldürdün. Avukat oluşumu da kurduğun tuzaklar öldürdü.
Oysa Yaşadığımbunca felaketiçimde bir dağ gibi birikti. Bu birikim beni tanımsız bir okuma yazma isteği, serüvenine itti. Bulunduğum her yerde, elime geçen her fırsattabana sopa zoruyla öğrettiğin bir dilde, durmadan okuyup yazdım. Yani senin ana dilin olan Türkçe ile.
Eğer konuyu başka yere çekeceksen ben senin bana öğrettiğin bir dil ile senden,yaşadıklarımın intikamını,barışçıl bir yöntem ile almaya çalışıyorum. Çünkükimseye küfür, hakaret, iftira etmiyorum. Asla yalan bir şey de yazmıyorum. Sadece yaptığın ayıpları yüzünevuruyorum.
Sen de utanılacak bir yüz kalmış mı, doğrusu onu da bilmiyorum? Sırf yazdıklarımın sende boşa gitmemesi adına, belki diyorum. Yoksa emeklerim senin yanında boşa gidecek. Ve yazık olacak…
Ama olsun. Çünkü emek boşa gitmez. Sen anlamazsan senin çocukların, torunların ya da benimkiler mutlaka anlayacaklar hakkı, hakikati, eğriyi doğruyu. Çünkü insanoğlu bunca barbarlığa rağmen asli, insani kimliğini bulma arayışını sürdürüyor.
Böylece belki de birbirlerine bu kadar vahşi bir zarar vermeden doğru bir gelecek inşa ederler. Kader haline getirdiğin bir zulmün dizlerini kırarak ona son verirler.
Bu kan ve gözyaşlarını temelli ortadan kaldırırlar. İyi birer kardeş olmasalar da birbirlerine zarar vermeyen güzel birer komşuluk kurarlar. Onun için ben zarar etmedim. Asıl büyük zararı, dilimi yasaklamakla sen kendine ettin ey zalim amca.
Ben seni affetmedim. Etmeyeceğim. Ama öldürmeyeceğim de. Bu senden korktuğum için falan değil. Birincisi inandığım değerler insanın öldürülüşünü haram kılar. İkincisi insan öldürerek hiçbir şeyin çözüleceğine inanmıyorum. Onun için bana yaşattıklarından dolayı ben seni, Allaha önce havale sonra şikâyet edeceğim. Beni anlıyor musun?
Sedat Doğan–Teletex News24
BÜYÜKLER İÇİN KART-KURT-KÜRT MASALLARI
(ANLATI-HİKÂYE). sayfa 106.Yayına hazır kitap taslağımız.
Average Rating