

Yakup Aslan Yazdı: Terörün Tarifini Kim Yapmalı?
Sivil hedeflere yönelik düzenlenen eylemlerin meşruluğu olabilir mi?
Daha önce de çok düşündüm. Herhangi bir amacı olan ya da daha doğrusu ulvi hedefleri olanlar, neden sivilleri öldürmeyi amaçlıyorlar? Kendi hukukunda bunun karşılığını bulmayanlar, Yahudi hukukunda yer aldığı, bahanesine sığınıyor. Bir şekilde yaptığını meşrulaştırmak için muhkemin yerine, rivayeti referans alıyor. Bu konuda o kadar çok galatı meşhur var ki…
Örgüt otoritesini pekiştirmek, propaganda, güç gösterisi, toplumu kaosun içerisine çekme, güçlünün karşısında başka yöntemler fayda vermediğinden bu yolla bir haklılığı dile getirmek için, en kolay yol olarak kimi zaman şiddet tercih edilmektedir. Terör ve teröristin tarifi hep muğlak olmuştur. Tarifi yapanlar, kendi muhaliflerini bu kategori içinde değerlendirmişlerdir. Şiddete yönelmenin birçok sebebi olduğu gibi, toplumsal mühendislik çalışmasıyla projeler üretenler, hedeflerine ulaşmak için kimi kesimleri terörize etme tecrübesine de sahiptirler.
Bu tarife daha fazla şıklar da eklenebilir. Hangi gerekçeyle olursa olsun, savunmasız, silahsız, harbi olmayan insanlara karşı şiddet kullanmayı hiçbir inanç ve insani değer onaylamaz. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana hangi saik, gerekçe ve sebeple olursa olsun sivillere yönelik imha politikalarının ismi terörizmdir. Türkiye, İngiltere, Fransa, Irak ve Suriye gibi ülkelerde hiçbir savunması olmayan insanlara yönelik düzenlenen şiddet içerikli saldırıların, sadece barbarlıkla tarif edebileceğimiz eylemlerin nasıl ulvi bir hedefi olabilir?
Mescitlere, Pazar yerlerine, düğünlere, toplantılara veya toplumsal etkinliğinin yapıldığı herhangi bir organizeye düzenlenen saldırıların adı “kutsal mücadele” olamaz. Şiddete yönelerek gerçekleştirilen terördür. Batı ülkelerinde balta, satır veya bıçak ile düzenlenen saldırılara bir de kamyon veya taksiyle barbarca/vahşice sivil insanları ezmek eylemi eklendi. Savunulacak bir yanı olmasa gerek! El Kaide, IŞİD ve türevlerinin Afganistan, Irak, Suriye ve diğer ülkelerde başlattıkları eylemlerin, hangi insani değerler manzumesinde, hangi kitapta, inançta yeri var?
Global güçlerin estirdikleri terör veya yürüttükleri uluslararası terörizm bu barbarlıkları meşrulaştırmaz. Savaşın, mücadelenin bir hukuku ve ahlaki normları var. Tarih boyunca bu teamüllere, ahlaki değerlere uyanları saygıyla anmışlardır. Aksi refleks içerisinde olanları ise “barbar, yağmacı, ilkel, cani, katil” vasıflarıyla tasnif etmişler. Sivilleri hedef alan saldırılar barbarlıktan öte bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar özellikle Avrupa’da ve geniş zamanda dünyada sadece İslamofobi rüzgarının daha hızlı esmesine ve her uğradığı yeri dağıtmasına yol açmaktan başka bir işe yaramaz.
IŞİD mantığının yasakçı uygulamaları, silahsız ve savunmasız insanlara şiddet uygulaması dinin kutsalları içerisinde nasıl izah edilir? Global güçlerin katliamlara yönelmesi, şiddeti bütün boyutlarda sergilemesi onların bu uygulamalarına gerekçe olabilir mi? İnsan yakma, kadınları köle pazarlarında satma, suda boğma, işkence yapma, mahzenlerde zincirleme, boğazlama veya infaz etme hangi inançta, veya insani değerler içinde kabul görür. Güçlü olanları, yapacaklarından vazgeçirme, geri püskürtme veya projelerini uygulamaktan caydırma bu eylemlerle mümkün olabilir mi? Bu tip eylemler, haklı olanları bile haksız konuma sürükler.
Canlı bombalar, bomba yüklü araçlar, sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmaları, mabedlerin, mescidlerin bombalarla tahrip edilmesi hiçbir inançta ve evrensel insani değerlerde kabul edilir olmadığı gibi, hiçbir haklılığı, ahlakiliği de yoktur. Sivillere, savunmasız insanlara yönelik yapılan eylemler, saldırılar inançlara da insanlığa da ihanettir. Ulvi değerlere inanan insanları savunmasız bırakmaktır. Şiddet tedhiş, terör sadece savunmasız insanların sindirilmesi, korkutulması, onların belli bir amaca hizmet etmelerini sağlamak için geçici bir süreliğine kullanılan; ancak daha sonrasında o mücadelenin tarihinde karanlık bir sayfa olarak kalacak olan bir ilkelliktir. Barbarlıktır. Aymazlıktır. Günahtır. Hiçbir hayra hizmet etmez.
Bir suçlunun cezasından dolayı başkaları suçlanmaz, cezalandırılamaz. Bir ülkenin dünyada terör estirmesinin cezası asla o ülkenin sivil ve savunmasız insanlarına ödettirilmez. Aynı şekilde, hak talepleriyle ortaya çıkmış hareketler de bu yöntemi haklı gösterecek bir argüman ortaya koyamazlar. Bunun insanlıkla, mertlikle, inanmışlıkla bağlantısı olmaz. Bir kavme olan düşmanlıktan dolayı, adaletten şaşmak, adaletsizlik yapmak kabul edilir bir durum değil. İnsanların yüksek binalardan aşağı atmak veya kamuoyunun vicdanı önünde boğazlamak, kadınlarını, kızlarını köle pazarlarında satmak cahiliye geleneğidir. Sapmışların, barbarların, ilkellikte inad edenlerin geleneğidir. Bir Müslümanın ve insanın ritüeli asla olmaz. Gün boyu tedhiş, terör ve şiddet konuların tarifini okumaya çalıştım.
Silahlı mücadeleler kimi yerlerde terörizm, eşkıyalık, anarşizm, şiddet, şakilik şeklinde tanımlanırken, kimi yerlerde de özgürlük savaşı veya hak talepleri mücadelesi olarak da tanımlanabiliyor. Özgürlük savaşında, bir ulusu, hakkı, hak taleplerini savunma sınırları içerisinde kalmak şartından da söz ediliyor. Bir ülkenin kendi muhaliflerini terörist olarak adlandırmasına karşın, başka ülkeler bu mücadeleyi özgürlük savaşı olarak anabiliyor. Yakın zamanda da birçok örneği var. Bundan dolayıdır ki, dünyada terörün gerçek bir tanımı yok gibi.
Adalet perspektifinde, genel kabul gören uluslararası hukukta, terörün evrensel bir tanımı yapılamamaktadır. Zira bireylerin, örgütlerin uyguladığı şiddet terör görülürken, her türlü güce ve imkana sahip olan devletlerin şiddete yönelmesi tanımın dışında tutulmaya çalışıldığından tarifini sıkıntılı hale getirmektedir. Terör kelimesinin, taşıdığı anlam birliğinin sağlanamaması, terör suçlarıyla, siyasi suç kavramını birbirinden ayırmadaki zorluğun da etkisinde kaldığını da kabul etmek gerekir. Terör, daha çok zayıf insanların başvurduğu bir yöntem olarak görülse de devletlerin organize bir şekilde teröre, şiddete yöneldikleri de bilinen bir gerçektir. Tehdit ve şiddet politikaların sonlandırılması veya uygulamada olan projelerin iptal edilmesi gayesiyle kaos oluşturmak, toplumu sindirmeye yönelik örgütsel şiddeti öncelemek her zaman olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Şiddeti hedefe ulaşma aracı, yöntemi olarak kullanmak hiçbir zaman başarıyı getirmemiştir. Sadece, toplumda belli bir süreliğine güç gösterisinde bulunmak, belli kesimleri sindirmek aracı olmuştur. Ancak bunun neticesinde oluşan mağduriyet ve mazlumiyet, karşı toplumsal güçlü başkaldırıları da inşa etmiştir.
Devletlerin başvurduğu şiddet ve resmi terör her zaman çok amaçlı olmuştur. Terörün şekli sadece fiziki imha noktasında kalmamıştır. Kimi zaman fiziki olarak şiddete maruz kalmayan kitleler, ruh ve psikolojik açıdan imha edilme, dönüştürülme, eritilme projelerine maruz kalmışlar. Kalıcı olmasa da şiddet sonucunda demografik yapı değişmekte, ülkelerin politikaları muhalifleri sindirme yöntemlerinin yeniden devreye girmesine sebep olabilmektedir. Çoğu zaman rejim değişikliğini bile kendisiyle birlikte getirebilmektedir.
ABD’nin Irak’ta başvurduğu terör neticede bir rejim değişikliğini de doğurmuştur. Yine Saraybosna böyle bir örnektir. Bu tecrübeden yola çıkarak Suriye’de toplama silahlı güçlerin önderliğinde bir rejim değişikliğini sağlayabileceklerini düşünen bölge ülkeleri, global güçlerin desteğiyle olaya müdahil oldular. Yani devletlerin terörize ettiği bir harekete öncülük etmekle kalmadılar, devletin bütün imkanlarını da bunun şekillenmesinde kullandılar. Baas rejimi yerine bu savaşlarda daha çok sivillerin cezalandırılıyor olması da ayrı bir mesele. Elbette sonuç onların istediği gibi olmadı. Suriye savaşı, global güçlerin terörüne dönüştü. Kendisinden geriye harabe bir ülke, dinamik güçlerinin imha edildiği bir toplum ve içinden çıkılması imkansızlaşan bir şiddet sarmalı bıraktı. Ortadoğu devletlerinin misakı milli refleksiyle sergiledikleri bu çabaların sonucu çok da istenilen olmadı. Uluslararası zeminde kaybolan itibar, açılan davalar, istikrarın tehlikeye girmesi bunun cabası.
Hiç kuşkusuz şiddetin, terörün, savaşa dönüşen tedhişin hedefi her zaman en savunmasız masum insanlar, kadınlar ve çocuklar olmuştur. En fazla zarar gören ve acıyı yaşayan onlardır. Ölümden kurtulanlar çareyi göç etmekle, yaşadıkları toprakları terk etmekle aramaya koyuluyorlar. O da çare olmuyor. Göçmenlerin binlercesinin son yıllarda denizlerde kurtuluşa yelken açarken ölüme koştuklarına şahid olduk. Altı kişi kapasiteli bir bota yirmi kişinin binerek büyük tonajlı gemilerin bile cesaret edemediği fırtınalı denizlere açılması, yaşadıklarının boyutunu gösteriyor aslında. Kendi topraklarında veya daha sonra geldikleri ülkede normal bir yaşam standardı yakalayabilseler, dev dalgalar içerisinde ölümüne yeni umutlar peşinde koşmazlar. Dahası ülkeler arasında “mültecileri göndeririz” paslaşmalarına, tehditlerine konu olmaları da ayrı bir dram. Bunu örgütlerin veya devletlerin olayı terörize etmelerinden ayrı düşünmemek gerekir.
Uluslararası ve yerelde terör tarifi doğru bir şeklide yapılmadığı ve bu noktada konsensüs olmadığı için, iktidarların ve devletlerin siyasi tercihlerine göre muğlak tariften yeni retorikler üretilmektedir. Kimi ülkelerde toplumun değer verdiği önderlerin, liderlerin, muhaliflerin veya aydınların “terörist” yaftasıyla ömür boyu hapsedildiğine, idam edildiğine şahit olduk, olmaktayız. Oysa onlar başka zeminlerde özgürlükçü, aydınlığın önderleri ve halkın liderleri olarak tasnif edilmektedirler. Daha ilginci bunlardan çoğu silaha ve silahlı mücadeleye de karşı olmuşlardır. Tarifin muğlaklığından, iktidarlar kendi muhaliflerini sindirmek için “terörist” yaftasından rahatlıkla yararlanmaktadır.
Şiddete başvurmayanlar da terörist ilan edilebilmektedir. Ekonomi, siyaset ve sosyal zeminde yaptıkları herhangi bir etkinliği, toplumsal refleksi teröre destek vermekle yaftalamaları zor değil. Dahası, bu şekilde suçlananlara ceza vermeyen yargının da terörist olarak ilan edilmesi ihtimal dışı değildir. Bir dönem ülkenin en değerli organizelerinin, militarist güçlerinin, kişiliklerinin iktidara muhalif olmalarından dolayı terörist ilan edilmeleri örneklerini yerelde veya yurt dışında fazlasıyla görebiliriz.
Böyle bir girişten sonra, ilgilenenler için aşağıda bazı notlarla konuyu bitireyim…
Türk hukukunda “terör” kavramı için, “yılgı”, “tedhiş”, “terörizm” kavramı için ise, “yıldırganlık”, “tedhişçilik” gibi kelimeler kullanılmaktadır. Uygulamada daha çok uluslararası hukuk kavramı olarak terör (terror) ve terörizm sözcükleri kullanılmaktadır.
Arapça “tedhiş” sözcüğü, “şaşırtma, ürkütme, yıldırma”, anlamlarına gelmektedir. Latincede “terrere” olarak kullanılan bu kelime, Fransızcaya “”terreur”, ingilizceye de “terror” olarak geçmiştir. 13. yüzyılda latince “terreur” olarak kullanılan bu sözcük, peur, frayeur, effroi, epouvante şeklinde kişisel korku, endişe gibi psikolojik bir ruh durumunu gösteren bir anlam taşımaktadır.”Terreur panique” şeklinde toplumun bir kesimini ya da tümünü bir tehlike karşısındaki durumunu yansıtmak amacıyla kullanılmıştır.
Terör, siyasi maksadı elde etmeye yönelik, halkta veya halkın belli bir kesiminde korku ve dehşet oluşturmak için başvurulan vasıtayı yani, cebir ve şiddet (force and violence), cebir ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehdidi (threat) ifade etmektedir. Dolayısıyla terör sözcüğü, eylem sözcüğü ile birlikte “terör eylemi” şeklinde kullanılarak, toplumda genel bir korku, dehşet, umutsuzluk ortamını meydana getiren, “cebir ve şiddet eylemi” ifade edilmektedir. Bununla birlikte günümüzde “terör eylemini” belirtmek üzere, sadece “terör” sözcüğü de kullanılmaktadır.
Güçler ve dengeler arasında her kesimin birbirini terörist ilan etmesine fazlasıyla müsait bu tariften dolayı birçok insanın canı yanabilmektedir. Misal olarak halkın iradesiyle gelmiş olan bir yönetimin, iktidarın icraatını beğenmeyen kesim yönetimi ülkenin kazanımlarını imha etme ve sistemini değiştirme girişiminden dolayı terörist görürken, iktidar da onların çabalarını terörizm olarak tarif eder. Kimin gücü kime yeterse, mağlup olan toplumda terörist olarak yaftalanır. Misal olarak Mısır iktidarına halkın iradesiyle gelen Mursi hareketi, kendilerini ülkenin asli sahipleri olarak gören derinler tarafından terörist olarak görüldüler ve bunu bertaraf etmek için darbe ve şiddeti meşru gördüler. Darbeciler, darbe yayılanlar tarafından terörist olarak görülürler. İsrail tarafından Filistin kurtuluş hareketi terörist olarak görülür ve hareketle bağlantısı olmayanlar da terörist kategorisinde değerlendirilirler.
Terör kelimesinin bugünkü anlamında, ilk defa Fransa’da, Fransız Devriminden sonra kullanılmıştır. Devrimden sonra 1793 Martında 1794 Temmuzuna kadar süren dönem “terör rejimi” veya “terör dönemi” (reign of terror- regime de le terreur) olarak adlandırılmıştır. 1789 Fransız ihtilalinden sonra Robespierre’in baskı, haksız tutuklama ve keyfi özel vergilerden meydana getirdiği sistem, “terör sistemi” veya “terör rejimi” denilmiştir. Robespierre’in iktidardan düşüşüne kadar bu kavram kullanılmış, 27 Temmuz 1794 tarihinden sonra da “terörizm” kelimesi kullanılmaya başlanılmıştır. Robespierre’in iktidarda iken “terör” belirli bir siyasi düzeni korumak için, halka uygulanan baskıyı ifade eder bir kavram olarak kullanılmıştır. Bu şekliyle “terör” kavramına ilk defa, siyasi unsur eklenmiştir. Terör yerine kullanılan “terörizm” kavramı, Robespierre’nin iktidarının sona ermesinden sonra, siyasi cebir ve şiddet eylemlerinin sürekliliğini ifade etmek için kullanılmaya başlamıştır.
Terör kavramı, sık sık kullanılmasına karşılık, genel kabul gören bir hukuki tanım bulunmamaktadır. Uluslararası alanda terörle mücadeleye başlanılması uzun bir sürece dayanmasına karşılık, terör ya da terörizm ile ilgili bir tanımın yapıldığı herhangi bir belge bulunmamaktadır. Bunun sebebini şu şekilde açıklayabiliriz. Terör, objektif olarak bakıldığında devlete yönelik “cebir ve şiddet ya da cebir ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehdit” içeren fiiller olması sebebiyle devletlerin siyasi sistemlerindeki farklılıkların bulunması, bu kavramın içerdiği anlam devletten devlete değişiklik göstermektedir. Nitekim uluslararası alanda yapılan terör konulu çalışmalar da bu durumu açıkça ortaya çıkarmaktadır. Batılı devletlere göre genel olarak uluslararası terör, kişilerin yabancılara karşı uyguladığı siyasi amaçlı, askeri olmayan cebir ve şiddet kullanımı ya da devletin yararlarına zarar veren, devleti veya uluslararası alanda faaliyet gösteren teşkilatı belirli bir davranışa zorlayan cebir ve şiddet uygulamasıdır.
Ancak üçüncü dünya devletleri, milli özgürlük hareketlerini ve halkın yabancı egemenliğinin her türüne karşı uyguladıkları cebir ve şiddet hareketlerini terör kavramının dışında tutmak istemektedirler. Yine bu ülkeler ırkçı yabancı sistemlerin, baskı altında olan halka uygulananları devlet terörü kavramı altında değerlendirerek, bu durumu “terör” kavramı içinde yer vermektedirler. Terörizmin çeşidinin fazla olması, ahlaki ve siyasi açıdan kişilerin kendi bakış açılarına göre değerlendirilmeleri sebebiyle, bu tür eylemleri yapanlara birisi “terörist” olarak nitelendirmekte diğeri de “bağımsızlık savaşçısı” olarak nitelendirmektedir. Bu sebeple bu güne kadar objektif bir tanım yapılamamıştır, yapılacak gibi de gözükmemektedir. Yine farklı sosyal, politik faaliyet şekilleri terör faaliyeti olarak değerlendirilebilmektedir. Terörizm kavramının sınırları içerisinde devlet terörü, adli terör, gerilla savaşı, ayaklanma veya ihtilal gibi siyasi güç mücadelesinin cebir ve şiddet içeren şekilleri de yer almaktadır. Bu kavramlar adeta iç içe geçmiş durumdadır. Bu da ayrıca tanımı zorlaştıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sosyolog, kriminolog ve hukukçular da terörizmin tanımı konusunda, terör kriterlerine içine alan, objektif bir tanım, günümüze kadar yapılmış değildir. Terörün genel kabul gören uluslararası hukukta, evrensel bir tanımına ulaşılamamıştır. “Terör” kelimesinin, taşıdığı anlam birliğinin sağlanamaması, “terör suçlarıyla” “siyasi suç” kavramını birbirinden ayırmadaki zorluğun da etkisi olduğunu kabul etmek gerekir.
Burada hemen şunu ifade etmek gerekir ki tanımlar maksat değil, düşünmeye yardımcı olan vasıtalardır. Tanımla, konu hakkında araştırma, inceleme belli bir sistem içinde yerine getirilir. Terör konusunda da bir “terör” tanımının yapılması yerinde olurdu. Ancak bu tanımlama “terör” ve “terörizm” sorununu tamamıyla çözmek için yeterli olmadığı açıkça ortadadır. 1936 ile 1981 yılları arasında terörizmi anlatmak için 109 ayrı tanım yapılmıştır. Konuyu inceleyenlerin bazı yazarlar tanımın güçlüğünden söz ederek, tanım vermekten kaçınırken bazı yazarlar da tanım vermenin güçlüğünden söz etmekle birlikte incelemelerinde kişisel bakış açılarına göre, tanımlar yapmışlardır.
Diğer taraftan da terör ya da terörizm her ülkenin kendine ait özellik taşımaktadır. İngiltere, Fransa, Almanya, İran, Irak, ABD, İspanya, Türkiye gibi ülkelerin terör fiilleri, her ülkenin kendine ait bir özellik arzetmektedir. Bir ülkedeki terör fiilleri, diğer ülkenin terör fiilleriyle örtüşmemekte, farklı farklı yapısal özellik taşımaktadır. Diğer bir ifadeyle kişilere karşı cebir ve şiddet kullanılması veya cebir ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin yapılması suretiyle, toplumu planlı olarak korkutma, sindirme, yıldırma ve bunun bir plan içinde sistematik (tedrici) olarak yapılması ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Yine terörün objektif olarak tüm unsurlarını kapsayan ortak bir tanım elde edilseydi, ulusal ve uluslararası terörle mücadele amaçlı sözleşmelerde, bazı fiilleri terör suçu olarak nitelendirmek suretiyle, ulusal hukuk düzenlerinde suç olarak gösterme, bu tür suçu işleyenlerin de sığınma hakkını tanımayarak, yargılama veya iade etme (geri verme) yükümlülüklerini kabul etmezlerdi.
“Siyasilik unsurunun nispi bir kavram” olması, terör faillerinin yaptıkları “cebir ve şiddet veya cebir ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehdit fiilleri” ülke içi ve uluslararası politikalarda benimsenen siyasi görüşe göre, bunlar değerlendirilmektedir. Buna göre bu tür fiiller bazılarına göre aynı devlette “terör fiili” olarak algılanmakta bazılarına göre de bir “meşru müdafaa”, “özgürlük savaşı” şeklinde algılanabilmektedir.
Suçsuzluk: Olaylarla herhangi bir ilişkisi bulunmayan kişilere cebir ve şiddet kullanmak suretiyle zarar verilmesi veya cebir ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehditte bulunulmasıyla, bu kişilerin tehlikeye maruz bırakılarak, korkutulması, yıldırılması, sindirilmesidir. Terör “zayıf” olanın seçtiği bir tür “siyasal şiddet” şeklidir. Terörist zayıf olduğu için kendini gizler. Beklenmeyen bir anda ve beklenmeyen bir yerde, suçsuz kişi ya da kişileri “vurup kaçmaya” çalışır. Çünkü devletin güvenlik güçleri, sayıca ve silahça kendisinden üstündür.
Toplumu korkutup sindirme, yıldırma: Kişilere cebir ve şiddet kullanılması veya cebir ve şiddetin kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin yapılması suretiyle toplumun tümünü ya da bir kısmını korkutma, sindirme, yıldırmanın olması veya belirtilen fiillerle, toplumun ve dolayısıyla toplumu yönetenlerin direncini kırmak, kamu düzeninin derinden sarsılması.
Netice olarak, bir devlet tarafından terörist olarak nitelendirilen kişi veya kişiler, diğer bir devlet tarafında da “özgürlük savaşçısı” olarak nitelendirilmektedir.
Görülüyor ki hukuk “herkese” gereklidir. Bu “herkes” kavramı içine tüm insanlar girmektedir. Ülke ve ülke dışında yaşayan insanların tümüdür. Dolayısıyla hukuk her bir kişiye gerekli olduğu gibi, kanunu ihdas edene, uygulayan hakime, savcıya, polise, jandarmaya gibi herkese gereklidir. Hatta diyebiliriz ki bugün kanunu yapan, uygulayanlar “bana bir şey olmaz.
Çünkü kanunu uygulayan benim” diyebilir. Ancak bu uygulayıcılar yarın emekli olacak, sivil kişiler olacak ve kanunların uygulandığı kişiler statüsüne geçecekleridir. Bu sebeple de hukuk herkese gereklidir. Bu sebeple birinci olarak terörün sosyolojik, kriminolojik ve hatta tarihi sebepleri araştırılmalı, incelenmelidir. “Ancak terörü önlemek için devlet denen bu organizasyon terörün üzerine aynı yöntemlerle mi gitsin? Terörist aynı yöntemi kullanıyor diye devlet de mi aynı yöntemi kullansın? Aslında bütün problem birazcık buradan kaynaklanıyor. Terör örgütü içerisinde düşünce özgürlüğü yoktur. Orada şef karar verir ve o yerine getirir. Peki bunun üzerine giderken devlet de mi onun yöntemini kullanarak düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırsın?”.
Terörün kaynağını, tamamen dış etkilere bağlayıp kolaycılığa kaçılmaması gerekir. Bir yerde yaygın olarak terör mevcut ise, orada gerçekten bir şeylerin de yanlış gittiğini kabul ve tespit etmek gerekir. Bir vücut ne kadar sağlıklı olursa, bir o kadar dirençli ve mikroplara karşı dayanıklı ve bağışıklı olur. Terörist bizim insanımız, hedef aldığı bizim insanımız ve faaliyet gösterdiği yer bizim sınırlarımızın içi olduğuna göre, çözümü de büyük ölçüde aynı topraklar içerisinde aranması gerekecektir.
Yakup Aslan-Teletex News24
Average Rating