Mazlum Der’e KürtMeselesi Darbesi Kürtlere atanan Kayyımlar Mazlum Der’e de sıçradı.

Read Time:18 Minute, 18 Second


Birinci dünya savaşında, emperyal güçler Müslüman doğuya acımasız bir sömürgecilik savaşını dayattılar. Amaç doğunun zenginlik kaynaklarını böl-parçala- yönet yoluyla sömürmek.

IMG_2037Müslüman doğu, yakalandığı bilim ve teknolojiye sırt çeviren bir gerilik ve liyakatsiz yönetim şekilleri ile boğuşurken bu savaşın dayattığı yıkım ile bütünüyle çöktü. Müslüman topraklar cetvel ile bölüşülerek sömürgeciliğin yönetebileceği bir hale getirildi. O vakit yine tıpkı u günkü gibi her yerde ihanetler ve sahte kahramanlar her yerde mantar gibi türedi. Arap ceziresi, Kuzey Afrika, Ön Asya İslam topraklarında bu günkü devletler kuruldu. Onun biraz batısında tarihi iran şii devleti vardı. Ortadoğu’nun merkezindeki Müslüman Kürdistan topraklarının büyük kısmı İran ve Osmanlı egemenliğinde idi. Buralar yine bunların devamı olan devletlere bırakıldı. Geri kalan kısmından ise, o güne kadar isimleri hiç duyulmamış günümüz ırak ve Suriye devletleri kuruldu.

Ve bu yeni figüran devletlerin tümünün başlarına neo faşizm diyebileceğimiz tekçi ve ötekileştirici bir ruha sahip diktatör milli şeflikler, faşizan tiranlıklar getirildi. Bunların tümünün ortak özellikleri, İslam dini ile mesafeli durdular. Tıkandıkları yerde ise dini alabildiğine kadar kullandılar. Bu sömürgeci paylaşımda Azınlık duruma düşen Müslüman veya gayri Müslim bütün topluluklara hiçbir hak tanımayan yeni bir zulüm sarmalı dayattılar. İşte şu anda vatandaşı olduğumuz ve adına Türkiye denilen bu devlet, dün 72 millet, din, mezhep, dil ve rengin kendi farklı özelliği ile birlikte yaşadığı bir medeniyetin bakiyesinden kalma bir toprak parçasında,böylesine ötekileştirici ve tekçi faşizan anlayışların hâkim olduğu bir zaman diliminde kuruldu.

Bu kuruluş gerçekleşmeden önce Müslüman olmayan bütün unsurlar Ermeni-Rum-Yahudi-Nasturi, Romen… Alabildiğince elimine edilerek pasifize edildiler. Bunun için Nüfus mübadeleleri yapıldı. Ve bunlara uluslararası sözleşmelere göre bazı azınlık hakları tanınarak kamusal bir görünürlükten uzak bir halde tutuldular. Yok edilemeyen, bütün uğraşlara rağmen bir türlü azaltılamayan ve buna rağmen azınlık haklarından bile mahrum edilen tek topluluk veya millet ise sadece Müslüman Kürtler oldu. Çünkü nüfusları kaybedilecek kadar az değildi. Çünkü bu nüfus bugün bu ülkede 25-30 milyon, dışarıda kalan parçalarla birlikte 45—50 milyon olarak ifade ediliyor. Ve 1000 yıllardır Kürdistan olarak isimlendirilmiş geniş bir coğrafyada yaşıyorlardı. İşte bu yüzden bu ülkede 100 yıldır devam eden kavgalar, toplumsal travma ve dramların çoğu Kürtler üzerinden yaşanıyor…

Onun içindir ki. 70-80 yıldır, evrensel insan hakları ve uluslararası sözleşmeler ve insan hakları müktesebatının gerekleri tamamıyla bir keyfiliğe bağlandı. Ve yönetim hep tek bir kavim ve kesimin, yani Türklerin lehine, diğerlerinin ise yani başta Kürtler, bir bütün olarak dindarlar, Aleviler ve diğer dezavantajlı gurupların aleyhine şekillendi. Sadece kâğıt üzerindeki bir formaliteden ibaret bir hukuk anlayışının hâkim olduğu bu yönetim biçiminde katı bir dayatma ve ötekileştirilmeye tabi tutulan bu gurupların, biz insanız, bizim de yaşama hakkımız var, diyebilme özgürlükleri bile ellerinden alındı.

Bu katı anlayışın sürdürülebilirliği için, ortalama her beş-on yılda bir askeri cunta darbesi veya muhtıralar yaşandı. Dolayısıyla ortada ne saygı duyulur bir sivil irade ne de insan hakları kaldı. Her şey sadece kağıt üzerinde yazılı formalitelerden ibaret kaldı. Çünkü sürekli paşa babaların, yani askerlerin dediği oldu. Bu nedenle Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Kürt illerinde Şark istiklal mahkemeleri kuruldu. Akabinde Kürtler için Takrir-i sükûn ve mecburi iskân, yani adı konulmamış zorunlu göç kanunları çıkartıldı. Kürt nüfus zorun gücü ile batı illerine göç ettirilip topluluk olamayacak şekilde dağıtıldı. Kürd ve Kürdistan meselesini siyasi bir dil ile dillendirenler, ilk günden buyana ya idam, ya hapis, ya sürgünle cezalandırıldılar. Ya da dağlara sürüklendiler. Bundan arta kalanlara ise yoğun bir Asimilasyon, yani Türkleştirilme programı uygulandı. Kürt coğrafyası yeni baştan Türkçe ile isimlendirildi. Türkçe, olabildiğince günlük hayata hâkim kılınmaya çalışıldı.

Ve Kürt bölgesi cumhuriyetin kurulduğu ilk günden bu yana sürekli asker güdümlü ya sıkıyönetim, ya da olağanüstü hal yönetimleri ile yönetildi. Bu hengâmede ilk günden beri Kürt illerinde çıkan isyanları, Kürtlere yönelik yapılan kıyımları, işkenceleri, yaşanan faili meçhulleri, yitirilen canları, yapılan talanları, yakılıp yıkılan, boşaltılan köylerden, tank, top gibi ağır silahlarla vurulan kasaba ve şehirlerden arta kalan tahribatın bilançosunu temiz bir insani vicdan ile tam anlamıyla ortaya çıkarabilecek, bunun hesabını, evrensel hukuk çerçevesinde sorgulayıp ona göre meşru bir cezayı verebilecek uluslar arası bağımsız bir yapı ne yazık ki bu gün bile hala oluşabilmiş değil. Çünkü buna ne uluslar arası hukuk ne de bu ülkenin mevcut hukuku ve yasaları elveriyor. Çünkü çıkarlar dünyasında ne acıdır ki, mazlumlar daima egemenlere mahkûm bir mağlubiyet yaşarlar. Onun için Dünyayı barbarlık yönetiyor diyebiliriz.

Ülkenin Kürt bölgesinde bunlar yaşanırken batı illerinde muhafazakâr-dindar kesimler bu denli olmasa da benzer bir ötekileştirilmeye tabi tutuldu. Kız çocukları üniversitelerde başörtüleriyle eğitim ve öğrenim haklarını kullanamıyorlardı. Devlet memurları dini simge veya kisvelerle işlerinde çalışamıyorlardı. Görev başında oruç tutmama, vakit ve cuma namazlarını kılamama gibi sıkıntılaryaşanıyordu. Alevi Müslümanlara Cem evlerinde ibadetlerini yapamama, gayrimüslim veya Alevi çocuklara Türkçülükle yoğrulmuş Sünni- Hanefi bir dini eğitim devletin zoru ile dayatılıyordu. Bu gün bile bu dayatmalarda çok ciddi bir değişiklik yok maalesef. İşte bu ve bunlara benzer hak ihlallerine bir itiraz olarak daha çok dindar insanlardan oluşan bir gurup aydın:

“28 Ocak 1991 tarihinde 54 kişiden oluşan bir kadro ile İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneğini kurdular. Daha çok MAZLUMDER,kısa adıyla tanınmaktadır. Temel şiarı: “Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana” olmaktır.

Devletten ve siyasal parti ve gruplardan bağımsız çalışan bir insan hakları örgütü olan MAZLUMDER, insan haklarını hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için çifte standartsız bir temelde savunmaya kararlı bir grup insanın ortak girişimi olarak doğdu.
MAZLUMDER, insanın insan olarak yaratılması dolayısıyla doğuştan birtakım haklara sahip olduğuna ve bu hakları hiçbir gücün, hiçbir gerekçeyle ortadan kaldıramayacağına inanmaktadır…

İnsan haklarını, insan haysiyetiyle ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik, sosyal, hukuki, psikolojik, kültürel ve fiili her türlü girişimi, insan hakları ihlali ve “zulüm” olarak görmektedir. MAZLUMDER, her türlü zulmün kaldırılması ve yeryüzünde tüm haksızlıkların son bulması için çalışmayı, insan olarak var olmanın ve insanca yaşamanın bir gereği olarak kabul etmektedir. Bu konuda hiçbir ayrıma gitmeksizin, kim tarafından ve kime karşı yapılırsa yapılsın, her türlü haksız muameleye karşı çıkmanın, işkence, aşağılama ve tecavüze karşı mücadele vermenin gerekliliğinden hareketle çifte standartsız bir insan hakları mücadelesinin önemine inanmaktadır.

MAZLUMDER, tüm çalışmalarında “kim olursa olsun zalime karşı mazlumdan yana” olmayı temel ilke edinmiş olup, insan haklarını ihlal edenlerin (zalimlerin) ya da hakları ihlal edilenlerin (mazlumların) dini, etnik, kültürel, cinsel ve benzeri kimlik farklılıklarına bakmamaktadır. “Mazluma kimliği sorulmaz” ve kim tarafından, hangi amaçla ve kime karşı yapılmış olursa olsun “Zulme rıza zulümdür.” Gerçeğine inanır. Bugün hiçbir ülkenin insan hakları sicili, diğer bir ülkeye müdahale etmesini ahlaki bakımdan haklı gösterecek ölçüde lekesiz; hiçbir ülke diğerine “ilk taşı atacak” atacak kadar günahsız olmadığına inanır

MAZLUMDER, ihlallerin son bulması için yapılması gereken çalışmaları belirler ve ulaştığı sonuçları, raporlar ya da basın açıklamaları yoluyla kamuoyuna ve ilgililere bildirir.Hiçbir karşılık beklemeden, insan hakları konusunda mağdur olmuş kişilere ve ailelerine her türlü maddi, manevi ve hukuki yardımlarda bulunur. Bu amaçla, yasal çerçevede yardım kampanyaları açar, toplanan yardımı mağdurlara ulaştırır….”(1)

Mazlum Der, ortalama 30 yıldır bu şiar ile hareket ederek Türkiye’de ve dünyada saygın bir insan hakları kuruluşu haline geldi. Dünya çapında saygın pek çok çalışma ve rapora imza atarak rüştünü ispat etti. Mazlum Deri bu kadar saygın kılan bu nezih insani-vicdani ve Müslümanca duruşu. Ahlaki ilkeleri, dürüst ve tarafsız çalışmaları oldu. Ancak Mazlum der bu temiz Müslüman ruha rağmen daha ilk günden bu yana hiç de rahat bir bırakılmadı. Çünkü sürekli yoğun insan hakkı ihlali ve hukuksuzluk üreten bir mevcut durum. İnsan onurunu ve meşruiyeti çiğnemeyi sıradan bir alışkanlık olarak algılayan egemen bir ırkçılığın devletleşmiş tahakkümü ile uğraşmak zorunda kaldı. Bu uğraş Mazlum deri hiçbir zaman rahat bırakmadı.

Çünkü yukarıda da değinildiği gibi bu ülkenin üzerinde kurulduğu topraklarda yüz yıldır sürekli zorun gücüyle inkâr edilip haklarından mahrum bırakılarak zorbalıkla yönetilmek istenen yukarıda nüfusu yazılan Müslüman ve mazlum bir Kürt milletinin var olan gerçekliği bütün acı ve travmalarıyla çok diri bir şekilde yaşanıyordu. Bu ağır travmanın bir sonucu olarak Kürt halkı adına hareket etme iddiası olan silahlı bir örgüt artık kürt dağlarını ve kırsalını mesken tutmuştu.  Artık karşılıklı yaşanan çatışmalarda her iki taraftan da öldürülen, yaralanan insanlar vardı. Kaçırılan, rehin alınan, esir alınan insanlar ve güvenlik görevlileri ve çatışmaların tam ortasında bir yaşam sürdürmek zorunda olan Kürt siviller vardı. Bazen devlet güçlerince  yakılan, yıkılan kürt köyleri. Bazan silahlı örgüt tarafından  devletin yanında yer aldıkları gerekçesiyle taranan korucu kürt köylüleri vardı.

En son bir yıl önce sekteye uğrayan çözüm süreci sonrasında yaşanan hendek çatışmalarında, en başta mazlum der olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşunun, sivil halkın bütün karşı çıkış ve itirazlarına rağmen örgütün gençliği tarafından Kürt illerinde, meskun mahallerin içinde, Sivil yaşamın tam ortasında kazılan hendekler ve kurulan barikatlar vardı. Ve hendeklerin kazıldığı bütün illerde devletin sivil yaşamın tam göbeğinde tank, top gibi ağır silahlar ve diğer teçhizatlar la bu hendeklere saldırarak pek çok sivil can kaybına yol açan ve Kürt illerini ağır bir yıkıma uğrattığı asayiş/ huzuru operasyonları vardı. Ve bu çatışmalı ortamda ağır bir insan hakları ihlali tablosu vardı:

Bu bağlamda aşağıdaki bilgiler, devletin onayı ile çalışan yasal bir haber sitesinden, bu operasyon sahalarından kamuoyuna yansımış bilgilerdir.

“ PKK OPERASYONLARININ BİLANÇOSU:

FOTO: CİHAN / Yoğun çatışmaların yaşandığı Cizre’den operasyon sonrası geriye kalanlar
IMG_2752
İşte il il ve ilçe ilçe operasyonun bilançosu:

Diyarbakır, Şırnak ve Mardin’de PKK’ya yönelik gerçekleştirilen operasyonların bilançoları şöyle…11 Mart 2016
Asker ve polisin terör örgütü PKK’ya yönelik birlikte yürüttüğü operasyonlar aylardır sürüyor. Operasyonların en kapsamlı yapıldığı il ve ilçelerin başında ise; Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Şırnak’ın İdil, Cizre ve Silopi ilçeleri, Mardin’in Derik ve Nusaybin ilçeleriyle Batman-Mardin-Şırnak sınırında bulunan Dargeçit bölgeleri geliyor. Bu ilçelerde yapılan operasyonlarda toplam 1267 terörist etkisiz hale getirildi. 113 güvenlik görevlisi şehit oldu.

Kubilay AYDIN / sozcu.com.tr
DİYARBAKIR / SUR: Operasyonların en uzun sürdüğü ilçe Diyarbakır’ın Sur ilçesi olurken ilçedeki sokağa çıkma yasağı tuzaklanan bombaların arama tarama çalışmaları tamamlanana kadar sürecek.

Sur’daki bilançoya bakıldığında ise operasyonların tam 103 gün sürdüğünü, 72 güvenlik görevlisinin şehit olduğunu ve 279 PKK’lı teröristin de öldürüldüğünü görüyoruz. Dün öğle saatlerinde Genelkurmay Başkanlığı’nın ilçedeki operasyon bilançosu hakkında açıklama yaptığı sırada çıkan çatışmada da 7 terörist öldürüldü.

FOTO: DHA / Operasyonlarda en fazla binanın yıkıldığı Sur’da yüzlerce vatandaş evlerini terk etti.

IMG_2753
ŞIRNAK / SİLOPİ.Şırnak’ın Silopi ilçesi, operasyonların ilk tamamlandığı nokta…

Başbakan Ahmet Davutoğlu kalabalık bir bakan heyetiyle Silopi’ye giderek burada Cuma namazını kılmış ve operasyon bölgelerinde yıkılan yapıların yeniden nasıl yapılacağına dair bilgileri de oradan vermişti. Genelkurmay kaynaklarından elde edilen bilgilere göre; Silopi’de operasyonlar 37 gün boyunca devam etti. 1 güvenlik görevlisi şehit oldu. 145 terörist öldürüldü. 518 barikat kaldırıldı. 300 hendek kapatıldı. 20 bin kişi göç etmek zorunda kaldı.

ŞIRNAK / CİZRE VE İDİL. Operasyonların süresinde en çok tartışılan ilçe ise Cizre oldu. HDP’li vekillerin iddiaları günlerce gündemden düşmedi. İlçede operasyon 78 gün boyunca sürdü. 25 güvenlik görevlisi şehit oldu. 675 terörist de öldürüldü. 60 bin vatandaş evlerini terk etti. 100 hendek ve barikat kaldırıldı. İdil’deki operasyonlar da 20 gün sürdü. Burada 8 güvenlik görevlisi şehit olurken 114 terörist etkisiz hale getirildi.

MARDİN / DARGEÇİT VE DERİK. Mardin’in Şırnak ve Batman’la kesiştiği noktada bulunan Dargeçit bölgesinde operasyon 18 gün sürdü. PKK ile yaşanan çatışmalarda 4 güvenlik görevlimiz şehit düşerken, 40 PKK’lı terörist de etkisiz hale getirildi. 85 hendek ve barikat kaldırıldı.Derik’te 7 gün süren operasyonda 3 güvenlik görevlisi şehit oldu, 7 terörist öldürüldü.

MARDİN / NUSAYBİN. Yine Mardin’in bir başka ilçesi olan ve Suriye sınırında bulunan Nusaybin’deki operasyonlar da son günlerde oldukça fazla konuşuldu. Nusaybin’de 3 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu ilçede PKK’lı teröristlerin çok büyük miktarlarda mühimmat depoladıkları tünellerin bulunduğu iddiaları var.  Askeri kaynaklar da bu iddialar üzerine ilçede operasyonların devam edebileceğini belirtiyorlar.(2)

MAZLUMDER BU GÜNE KADAR NELER YAPTI?

İşte bu travmaların çok sıcak bir şekilde yaşandığı bir ortamda insan hakları mücadelesi vermek hiç de kolay olmasa gerek. Dün de kolay değildi. Bu gün de olmayacak. Yarın da. Mazlum der dün, o temiz insani-Müslüman vicdanı ile yapabildiği kadar 80-90’ larda yıkılıp yıkılan, boşaltılan Kürt köylerini raporlaştırdı. Mazlumder yeri geldi insan hakları örgütü sıfatıyla adil, barışçıl kimliği ile rehin alınan askerleri, polisleri, öğretmenleri, köy korucularını, sağlıkgörevlilerini kurtardı. Yeri geldi ablukaya alınan bir köye, yaşam için temel ihtiyaç maddelerinin gitmesini sağladı. 21 Kasım 2004’te13 kurşunla öldürülen 12 Yaşındaki Kızıltepeli Ahmet Kaymaz ve babasının öldürülüşünü gündeme taşıdı. 04 Mayıs. 2009 tarihinde 47 kürt köylüsünün, ki çoğu birbirine akraba idiler, devletin köylülere verdiği korucu silahlarıyla öldürüldüğü Zankırt (Bilge köy) katliamını 28 Eylül 2009’da Diyarbakır’ın Lice ilçesi kırsalında hayvan otlatırken bir askeri mühimmatın patlaması sonucu 12 yaşında hayatını kaybeden Ceylan Önkolun öldürülüşünü kamu oyunun gündeminde tuttu. 29 Aralık 2011 tarihindebu ülkenin vatandaşları olan çoğu genç 34 masumkürt köylüsünün bu devletin uçaklarıyla bombalanarak öldürüldüğü Roboski katliamını. 13 Mayıs 2014 tarihinde 301 madencinin hayatını kaybettiği ve Türkiye madencilik tarihinin en büyük iş kazası/cinayeti olan ‘Soma Faciası’nı raporlaştırdı. En sonda yukarıdaki haberde geçen olayların ve yıkımın detaylarını sahadan alarak raporlaştırdı.(3)

Bu gün yıkılan Kürt şehirlerini, hastanelere ulaştırılamayan yaralı sivilleri, aylarca sokaklarda kurda kuşa yem olan insan bedenlerini, gömülmeyi bekleyen ölüleri, bodrumlarda açlıktan, susuzluktan, dumandan zehirlenerek, yanarak ölen kürt sivilleri raporlaştırıyor. Ve Mazlum Der haddi hesabı olmayan daha pek çok olayı raporlarıyla gün yüzüne çıkardı. Ülke ve dünya kamuoyunun önüne taşıdı. Mazlum der, bütün bunları tabiî ki hiçbir yere yaranmak için yapmadı.  Zaten statükolar ve onların destekçileri bu ve benzeri ifşalardan hiç memnun olmadılar. Her taraftan gelen ağır eleştiriler hiç kesilmedi. Ama Mazlum Der insani yürüyüşüne devam etti. Mazlum Derin bu gün karşı karşıya kaldığı saldırının temelinde, her haliyle görüldüğü üzere barışçıl bir zeminde insani bir çözüme kavuşamayan Kürt meselesinin yarattığı rahatsızlık yatıyor. Mazlum Derin yaptığı raporlama çalışmaları ile sergilediği saygı duyulur insani duruş yatıyor. Bu rahatsızlık sadece bu gün ortaya çıkmış bir rahatsızlık değildir. Bu çok daha önceleri katıldığımız genel toplantıları ve kongrelerinde özellikle batı illeri şubelerinde bazen münferit bazen de yaygın bir şekilde dile getiriliyordu.

Örneğin 2007 veya 2008 yılı olacak,Ankarada yapılan olağan kongrede, ismini şu anda tam olarak hatırlayamadığım batı illerinden bir şube başkanı veya yöneticisi ”Bir Mazlumder’li, bir insan hakları savunucusu, bir Müslüman olarak ben, ülkemde, şehirlerimizde bir kürt sorunu değil devletin meşru otoritesine isyan eden, halkı kandıran polis ve asker öldüren bir terör örgütü sorunun varlığına inanıyorum.” şeklinde bir beyanda bulunmuştu.  Aynı şekilde Mazlumderin bir kurucu üyesi, bu günlerin dindar mahalle duayen gazetecesi. Neo Osmanlıcı, İslamcı-ümmetçi ağır abisi, kendilerine Kürtlerin eğitim ve öğrenim haklarını sorduğumuzda, siz de Ermenileri öldürdünüz. Onların haklarını kim verecek, kolektif haklar ümmeti böler, kolaycılığı ile işin içinden sıyrılmak istemişti.

işte o ağır abi,insan hakları müktesebatına büyük bir lütufta bulunuyormuşçasına:”Biz BDP’( o günün legal kürt siyasi partisi)lilerin bile haklarını savunuyoruz…”şeklindeki sözleri ile salonu adeta buza kesmişti.Ve salon yüksek sesli,elektrikli bir hava ile ayağa kalkmıştı. Bu satırları yazan fakir her ikisine cevaben söz almıştı: ”Ben sözünü ettiğiniz BDP ile hiçbir örgütsel bir bağı olmayan bir kürdüm. Bir mülümanım ve mütevazi bir insan hakları savunucuyum.Benim babam sırf Türkçe konuşmasını bilmediği için bir komutan efendi tarafından iki dişi birden kırıldı.Ben Türkçe bilmediğim için ilkokul öğretmenimden dayak yedim.Oysa o zaman PKK’nin ismi bile bilinmiyordu.

Eğer bu ülkede bir kürt sorunu yoksa neden benim köyüme koruculuk dayatıldı.Benim köylülerim sırf korucu olmayı kabul etmedikleri için köyleri boşaltıldı.yıkıldı.Köyün gençleri işkencelerden geçirilirdi.Herkes göçe zorlandı. Ben de bundan nasibimi aldım. Benim köyüm gibi 3000-4000 köy boşaltıldı. Mal varlığımızı talan olmuşcasına yok bahasına sattık. Bunca öğrenimime rağmen ailemin can güvenliği ve fakru zaruret yaşamaması için batı illerinde ormanların derinliklerinde, naylon çadırlar altında sürdürülen bir hayata mahkum olduk. Oysa o köyde hayatımızı sürdürebileceğimiz, kimseye muhtac olmayacağımız hemen her şeyimiz vardı. Ve köyümüze PKK’nin ne yerleşme, ne de ulaşma imkanı vardı. Çünkü karakolun olduğu stratejik bir bölgede idi.
Ama buna rağmen göçe zorlandık. Osmaniye’ye yerleştik. Kürdi kimliğimizi kabul etmeyen MHP’ liler ile komşu olduk. Oysa hem Müslüman, hem kürd hem de insan hakları kimliğimizden aldığımız irfani terbiye ve ahlak ile yeri geldiğinde amasız ve bilesiz bir şekilde onların da haklarını savunduk…

Eğer siz bu ülkede yaşyırsanız ve bütün bu kimlikleriniz sizi kürt meselesini anlamaya götürmüyorsa ya siz marsta yaşıyorsunuz. Ya da zihin ve vicdan dünyanızda çok ciddi bir tahribat var demektir. Bence kimliklerinizden çok zihin ve vicdan dünyalarınızı iyice tedavi ediniz.” demiştim. Ancak bu tartışmalarda da görüleceği üzere dün Mazlum Der devletin katı statükosuna karşı dururken, bu duruş, İslamcı cenahtan tam not alıyordu.  Zira statüko ve askeri vesayeti eleştiren beyan ve çalışmalar işine geliyordu. Önlerini açıyordu. Çünkü yapmaya cesaret edemedikleri şeyleri Mazlum der o temiz vicdanı ile meşru çerçevede yapıp geçiyordu bile. Sırf bunun için Kürtlere yapılan zulümleri dillendirmesine fazla ses çıkarılmıyordu. Ne zamanki devletin muhafazakârlara yönelik gelişenkatı Askeri vesayet ve laik dayatmalarının direnci kırıldı, artıka zaman Mazlum derin çalışmaları da fazlasıyla göze batar oldu. Ve Mazlum der, amiyane bir tabir ile mahallenin kötü çocuğu olarak ilan edilip tu kaka edildi.

Çünkü statükolar,  Mazlum Derin kendilerinin emrinde emir komuta zinciri ile çalışması gereken bir yapı olarak tahayyül ediyorlar.  Özellikle 2000’li yıllardan bu yana iktidarı, ülke yönetimini ve cumhurbaşkanlığı makamını elinde bulunduran Akp’nin islamizasyon (Yeşil Kemalizm) zihniyeti, ülkenin idaresine artık yeryüzünün en adil bir hilafetinin geldiği, bu hilafetin başta kürt meselesi olmak üzere, ülkenin tüm meselelerini İslami bir ruhla çözdüğünü. Ortada ihlali gerektiren bir durumun kalmadığı şeklinde bir algı söz konusu. Dolayısıyla artık bu yönetime meşru muhalefet bile yapacak bir yapıya bile gerek kalmadığı inancı söz konusu. Zira İslamcı cenahın akıl ve hikmetle düşünmeyi, sorgulamayı bir tarafa bırakan büyük bir kesimine göre artık bir çeşit ru-i zemin hilafeti kurulmuş durumda. Ve Zilullah’ın gölgesinde en ufak bir ihlal ve bunun dile getirilmesi bile abesle iştigaldir. Dolayısıyla mazlumder gibi vicdani bir sese veya hakikati dillendiren temiz bir muhalefetin varlığına falan ihtiyaç yoktur. Sadece güzel işlerin övgüsü için daha fazla meddahın varlığına ihtiyaç vardır. Özellikle cumhurbaşkanlığı ve hükümetin dili ne yazık ki bu yönde.

Ayrıca Haziran seçimleri sonrasında ülkenin içine girdiği türblans. 15 Temmuz Darbe girişimi, Cemaat/Feto kavgası. Meşru hukuk, demokrasi ve insan haklarını rafa kaldıran OHAL Süreci, Suriye savaşı, Rusya, AB ve ABD ile yaşanan krizler, Referandum meselesi, MHP ile yapılan ittifaklar AKP’yi dozajı ağır milliyetçi refleks ve söylemlere savurup temel paradigmalarından uzaklaşan bir söylem ve pratiğe saptırdı…

Bu yüzden politikalarını, söylemlerini onaylamayan öz kardeşini bile düşman ile işbirliği yapan,ihanet yüklü,hatta teröristler ile aynı kulvara düşen bir retorik kullanır hale geldi. Mazlum Dere gösterilen kırmızı kart ve kendisine musallat ettirilen hukuksuz darbe girişimine bir de bu açıdan bakmak gerekir. Önce Cumhurbaşkanı Mazlum derin Cizre raporundan rahatsız oldu.(4) Sonra Genel Kurmay Başkanlığı…

Ardından davalar açıldı. Sonrasında havuz medyası linci başladı. Ve sonuç içerden gelen hukuksuz/ahlaksız bir darbe ve kayyım. Çünkü Mazlumder kirli vicdanlara sürekli insanlığı hatırlatıyordu. Birileri güneşin aydınlığından korktukları için mazlum dere bu kadar saldırdılar. Çünkü Mazlum der, onların yüzlerine sürekli ahlaksız zulümlerini vuruyordu. Mazlumder, mazlumun yüreğini ısıtarak ona zalime karşı direnebilme güç ve azmini aşılıyordu. Bu da zalimlerin gözlerini korkutuyordu. Ve ahlaksızlar için bahane çoktu. Mazlumderin başına gelen özetle budur. Ama tarih çoğunlukla mazlumların yenilgisini değil zalimlerin ahlaksızlığını yazar. Özetle Mazlum Der, adına türkiye denilen bu ülkede, en başta yukarıda, nüfuslarından söz edilen mazlum kürd milleti olmak üzere bütün ötekilere dayatılan vahşi katliam ve zulümlere karşı olması gereken müslüman bir vicdan ile onurlu bir duruş sergileyerek adil bir şahitlik yaptığı için, içerden gelen bir kayyım darbesi ile önü kesildi. Böylece Kürt ve Türk İslami camialar arasındaki son köprü de yıkılmış oldu diyebiliriz. Bu durum özellikle Türk İslami camianın hak ve hakikate, hukuka dair, Kürd ve Kürdistan’a dair bir endişeleri, saygı duyulur bir çalışmalarının olmadığının bir bakıma bir ilanı oldu.

Bu kararda başı çeken İstanbul şubenin bu tavrı Kürdistan’da olup bitenlere kulak tıkama, iktidarın politikalarına biat edip teslim olma kararıdır. Bu sıradan bir iş değil çok derin yansımaları olacak olan bir kırılmadır. Bunun adı Türkiye’de İslamcı anlayışın artık iflasıdır. Topluma söylenecek saygın bir sözlerinin kalmadığının, güç ve istikbara teslim oluşlarının ilanıdır.Bu kararda rola alan şubelerin içinde elbette temiz vicdanlı insanlara hala vardır. Ve onlar gerekli tepkilerini ortaya koyacaklardır…

Ancak Mazlum Derin başına gelenler özellikle Müslüman Kürt camiası ve bütün Kürtler için kalıcılığı olan tarihi bir ders içeriyor. Halisane bir niyet ile verdikleri uğraşlar, harcadıkları büyük emeklerden sonra bu emeklerinin heba olmaması için, çabalarının boşa gidip yeni hüsranlar yaşamamaları için başta kültürel/siyasi çalışmalar, insan hakları alanındaki mücadeleleri olmak üzere, artık her alanda kendilerinin birinci derecede söz sahibi olabildikleri bağımsız kurumlarını oluşturmak zorundalar.

Birileri bize dürüstlük, hele temiz bir dindarlık edebiyatı falan yaparak ahlaksızlıklarının üzerine yatmasın. Biz kimin ne yaptığını çok iyi biliyoruz. 12 Eylül cuntası darbecileri bile mazlumlara karşı bu kadar ahlaksız bir pervasızlık sergileyemedi. Çünkü Mazlum Der, Müslüman bir vicdan ile gerçekten de mazlumların sesi olma kabiliyet ve becerisini gösterdi. Birileri ekâbir kibri ve gücünün verdiği bir sarhoşluğa hiç kapılmasın. Mazlum Der ruhuna uygun bir şekilde yeniden dirilecektir. Ve kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın her türlü zulme HAYIR diyecektir. Mazlumlara insanca davranan her iyilik ve insaniliğe de EVET diyecektir. Mazlum Der yeni bir ruh ile yeniden mazlumların sesi olmaya devam edecektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Son sözler niyetine, daha dün, yani 21. Mart 2017 mazlum bir halkın Newroz bayramını daha kutlayamadan, Malatya’dan Diyarbakır Newrozuna gelen, üst aramasında polisin üst aramasından rahatsız olan, vücudunun üst kısmında elbise bile bulunmayan, silahsız, savunmasız, belki psikolojik bir sıkıntısı olan olan,çantasından şiir kitabı ve elbise çıkan (5) bir üniversite öğrencisi-masum bir kürt gencini yüz binlerin gözleri önünde, insanın kanını donduran, toplumda infiale yol açan bir acımasızlıkla öldüren güvenlik anlayışını Allaha şikayet ediyoruz.

Merhuma cenabı Allahtan rahmet niyaz ediyoruz. Acılı ailesine ve yakınlarına sabır ve baş sağlığı diliyoruz. Bu meselenin takipçisi olacağımızı beyan ediyoruz. Bu cinayeti işleyenlerin hak ettikleri cezaya derhal çarptırılmasını istiyoruz. Böylesi bir Vandallığın bir daha yaşanmaması için yetkileri görevlerini yapmaya davet ediyoruz Allah bütün her şeyi görüyor… Burada derdimizi kimseye anlatamasak da, o mutlaka bizi dinliyordur.

23.03.2017/Amed /Sedat Doğan/ Mazlumder gönüllüsü 

Kaynaklar:

(1)http://www.mazlumder.org/tr/main/pages/biz-kimiz/65
(2)http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/pkk-operasyonlarinin-bilancosu-1131227
(3) Cizre raporu için Mazlumder sayfasına bakınız. http://www.mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/cizre-inceleme-ve-gozlem-raporu/12706
(4)Cumhurbaşkanı Erdoğan sen neyin raporunu yayınlıyorsun? https://bianet.org/bianet/siyaset/173711-erdogan-dan-stk-lara-sen-neyin-raporunu-yayinliyorsun?
(5)Diyarbakır nevrozunda polisin öldürdüğü Kemal korkutun çantasından şiir kitapları ve elbise çıktı.http://t24.com.tr/haber/diyarbakir-newrozunda-polisin-oldurdugu-kemal-kurkutun-cantasindan-siir-kitabi-cikti,395272

Teletex News24

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: