“DEVLETSİZLİK ÖLDÜRÜR!” MÜŞ..

Read Time:12 Minute, 51 Second

IMG_1692



Newroz’da katledilen genç için bazıları böyle yazmışlar.

“DİKKAT! DEVLETSİZLİK ÖLDÜRÜR!”

Halbuki Kemal Kurkut’u düpedüz DEVLET ÖLDÜRDÜ, KATİLİ DEVLETTİR. Herkes yarı beline kadar çıplak, savunmasız bir gencin devletin polisleri tarafından sırtından vurularak öldürüldüğünü gördü, öğrendi… “DİKKAT! DEVLET ÖLDÜRÜR!” demek daha doğru değil mi? Biliyorum bu sloganı yazan arkadaşların amacı “Kürtlerin de bir devlete sahip olmaları gerektiği, eğer kendi devletleri olsaydı bu çocuğun kolayca öldürülemeyeceğini, kendi devleti tarafından korunacağı..” vb… fikrini savunmak.

Tamam ama bunu savunacağım diye toplum bilimden, tarihten, gerçeklikten kopuk düpedüz SAÇMA SLOGANLAR ÜRETMENİN gereği var mı?

Sloganınız her türlü biçime çekilecek bir muğlaklıkta ise oturup düşünmeniz gerek değil mi?

Saçmalığını da bir yana bırakalım hangi tip oluşuna bile bakmadan “KUTSAL DEVLET, KERİM DEVLET, YÜCE DEVLET” gibi düpedüz gerici bir “DEVLETÇİLİĞİ” meşrulaştırmanın bir alemi var mı?

Demagojilerin önünü kesmek için hemen belirteyim: Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını, yani BAĞIMSIZ BİR DEVLETE SAHİP OLMASI GEREKTİĞİ fikrini neredeyse 50 yıldır savunup bunun örgütlü mücadelesinde yer alan biri olarak işin bu kısmında yeni bir şey söylemek zorunluluğu hissetmiyorum. Ki bugün sözüm ona “bağımsızlıkçılık” şampiyonluğu yapanlar o günlerde (1970’ler) “Türkiye’ye (ya da Irak’a) demokrasi, Kürdistan’a özerklik” sloganına yapışmış, TÜRK SOLU’NDAN AYRI ya da BAĞIMSIZ ÖRGÜTLENMEYİ bile şiddetle reddederek bizi “burjuva milliyetçisi!” olmakla suçlarlardı.  “Biz” derken de Kürdistanlı yurtsever, sosyalist, Marksist geleneğin temsilcisi olarak RIZGARİ hareketini kastediyorum. Buna değinip geçeyim…

Öte yandan biz hiç bir zaman devletin sınıf karakterini, egemen sınıfların bir baskı aracı olma niteliğini de göz ardı etmedik. İktidarın karakterinin DEMOKRATİK ve SOSYALİST olması gerektiğini de ısrarla vurguladık.

Ama şimdilerde işte DEMOKRASİ de neymiş, SOSYALİZM, TOPLUMCULUK, ÇOĞULCULUK da neymiş, “DEVLET OLSUN DA NASIL OLURSA OLSUN!” anlayışına demir atanlar kendi halkına FAŞİST DEVLETİ, de CEBERRUT DEVLETİ de layık görebilen bir MİLLİYETÇİLİK kulvarında yuvarlanmaya başladılar.

Bugün bu küçük küçük sloganlaştırmalara ses çıkarmadıkça, onların eleştirisini yapmadıkça da SEVİMLİ GREMLİNLER örneği gibi CANAVARA dönüşüyorlar…

“DEVLETSİZLİK ÖLDÜRÜR” sloganı neden yanlış, saçma ve gericidir?

 Öncelikle “DEVLET, kendi halkını ÖLDÜRMEZ, onu saldırılardan KORUR!..” gibi tamamen gerçek dışı bir görüşü pompaladığı için yanlıştır. DEVLETİ, insanın var oluşu ve HAYATININ temel garantisi olarak sunarak onu KUTSALLAŞTIRDIĞI için yanlıştır. Devlet insanları yaratmaz, insanlar devleti yaratır. Devletin karakterinin  FAŞİST mi, DEMOKRATİK mi, ÜNİTER mi FEDERAL mi, SINIF devleti mi, IRK-ULUS devleti mi, DİN-MEZHEP devleti mi, DİKTATÖRLÜK mü DEMOKRASİ mi hiçbir biçimde önemsemeyip her türlü “DEVLET”İ aynı kafeye koyduğu için yanlış ve tehlikelidir. Devletin kendi sınıfsal sosyal temelini koruyucu özelliğini mutlaklaştırarak Kerim ve kutsal devlet anlayışını savunduğu için yanlıştır.

Devletler gerçekten de kendi halkının, vatandaşlarının YAŞAMINI KORUMAKTA mıdır? Devleti olan halklar, uluslar, ÖLÜMDEN KIRIMDAN uzak mı yaşamaktadırlar?

En yakından gidelim:

Suriye’de bir ARAP DEVLETİ bulunmasına rağmen, son 5 yıldır bu ülkedeki ARAP halkının kırılmasını, kentlerinin harabeye dönmesini, 250 bin insanın ölümü ve 5 milyon insanın da mülteci hale gelmesini ÖNLEYEBİLDİ Mİ? Suriye’de yaşananların nedeni orada DEVLETSİZLİK olduğu için mi yoksa tersine oradaki DİKTATÖR DEVLET’in yol açtığı sosyal-siyasal sorunlar mıydı?

Irak’ta da bir ARAP DEVLETİ olması kendisine yapılan işgal ve müdahaleyi ÖNLEYEBİLDİ Mİ? Irak Devleti 1 buçuk milyon vatandaşının ölümünü, milyonlarcasının mülteci hale gelmesini ÖNLEYEBİLDİ Mİ? Irak DEVLETİ bırakalım kendi vatandaşlarını, kendi DEVLET ELİTİNİ (Baasçı askeri oligarşiyi) bile KORUYABİLDİ Mİ? Irak’ta yaşanan bu yıkımlar DEVLETSİZLİKTEN mi yoksa tersine CEBERRUT, ZALİM BİR ÜNİTER ULUS-DEVLET yönetiminden mi kaynaklandı?

LİBYA’nın da bir DEVLETİ olması KADDAFİ’nin trajik bir şekilde sokaklarda süründürülerek öldürülmesini engelleyebildi mi?

Afganistan’da bir DEVLET olması, o bölgenin son 40 yıldır neredeyse tüm dünyanın SERBEST ATIŞ POLİGONU, savaş silah deneyim alanı haline gelmesini engelleyebiliyor mu?

YUGOSLAVYA da bir devletti. Hücrelerine kadar acılar ve savaşlar içinde dağılmasını engelleyebildi mi? Yugoslaya’yı dağıtan şey DEVLETSİZLİK mi, yoksa DEVLETİN üzerine oturduğu sosyal, etnik dokuyu temsil edememesi miydi?

Tüm bu yakın olaylarda BÖLGE devletlerinin kendi yönetim kusurları olmasa bile asıl olarak DAHA BÜYÜK EMPERYAL DEVLETLERİN yeni bir dünya düzeni, yeni bir paylaşım dayatmalarının rolü yok mu? BÖLGEDE ULUSAL DEVLETLERİN bulunması bu dayatma ve paylaşım oyunlarını, savaş ve yıkımları CAYDIRABİLİR MİYDİ veya ne kadar CAYDIRABİLDİ?

Yine yakından bir örnek vereyim:

İki yıl önce Sunni-Selefi Arap aşiretlerine, eski Baascı asker-sivil bürokrasiye dayanan ve irili ufaklı pek çok İSLAMİ-CİHADİST grup bir koalisyon kurarak “IRAK-ŞAM İSLAM DEVLETİ”ni ilan ettiler. Irak ve Suriye’de oldukça geniş bir alanda, kent ve kırsal alanda kısa sürede hakimiyet sağlayabildiler. Ardından, sınırlarını daha da genişletmek için savaşmaya koyuldular. İSLAM DEVLETİ ilan ettikleri yerlerde de diğer din ve mezheplere karşı korkun kıyımlara giriştiler.

Peki şimdi soralım; bu DEVLET hangi yaşamı korudu, koruyor? Ya da şöyle soralım: Selefi Cihatçıların DEVLETSİZLİĞİ Mİ yoksa DEVLETİ Mİ öldürüyor; yok ediyor?

Peki IŞID’ın kendini DEVLET ilan etmesi onun tüm dünyanın nefretini kazanmasını engelledi mi, onlarla mücadele etmeyi CAYDIRDI MI ?

İslam DEVLETİ elinde tuttuğu kentlerin kasabaların insanlarını ÖLÜMDEN KORUYABİLİYOR MU? IŞİD’ın Şimdiye kadar dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen 50 bine yakın militanını kaybettiği tahmin ediliyor. Peki onların yaşamını koruyabiliyor mu?

Tabi burada İslam DEVLETİ’nin bu dünyadaki değil öbür dünyadaki YAŞAMI ESAS aldığını ve onu koruduğunu söyleyenler olacaktır. Beri yandan da “DEVLETSİZLİK ÖLDÜRÜR!” sloganı atanlar da “Biz IŞID gibi, Irak, Suriye gibi DEVLETLERİ kastetmiyoruz ki…” diye itiraz edeceklerdir. Evet, güzel kardeşlerim, iyi de  o zaman da NASIL BİR DEVLET? sorusuna neden açıklama getirmiyor da sadece ne olduğu belli olmayan bir “DEVLETSİZLİK ÖLDÜRÜR”le yetiniyorsunuz? Sloganı siz ürettiğinize göre bu devletin NASIL bir devlet olduğunu açıklamak size düşmez mi?

DEVLETSİZLİĞİN değil DEVLETLERİN ölüm ve yıkımlara nasıl yol açtığına, kendi halkını, ulusunu, sınıfını nasıl savaşlara, katliamlara sürüklediğine bir örnek daha biraz daha eski tarihlerden örnek vermek isterim.

ALMANYA dünyanın bildiği EN GÜÇLÜ ULUS DEVLET’lerden biriydi. Ama bu güçlü ULUS DEVLET sadece tüm Avrupa’yı ateşe, kana, sefalete bulayan yok edici bir savaşın ortasına atmakla kalmadı, ALMAN ULUSUNUN da alnına kolay kolay çıkmayan bir NAZİ ve SOYKIRIM lekesi sürdü. Bizzat KENDİ ULUSUNUN, tüm Almanya’nın taş üstünde taş kalmamacasına mahvedilmesine yol açtı. ALMANYA’yı; AVRUPAYI bu hale getiren DEVLETSİZLİK miydi yoksa YAYILMACI, IRKÇI ULUSÇU DEVLET yapısı mıydı?

SSCB’de bir SINIF DEVLETİ veya (işçi devleti) olması rağmen 25 milyon emekçinin bu savaşta yok olmasını önleyebildi mi? Demek ki devletinin olması; hem de çok çok güçlü olması o devletin bizzat kendi halkını korumasına yetmeyebiliyor.

Uzakdoğu’de bir başka NASYONALİST, YAYILMACI bir ULUS-DEVLET OLAN JAPONYA da dünyayı kana buladığı gibi; kendi halkının NÜKLEER BOMBALARLA imhasına kadar yıkıma neden olmadı mı?  JAPONYA’yı devletsizlik mi DEVLETLİ oluşu mu mahvetti?

BEŞİKÇİ HOCA’NIN ABARTILI VE YANLIŞ YORUMLANMASI

“Devletsizlik öldürür…” sloganının, büyük ihtimalle Beşikçi Hoca’nın “Kürtler için devlet neden gereklidir?”  sorusunu cevaplarken verdiği kimi örneklerin, BİRİLERİNCE aşırı basitleştirilmesi, İNDİRGENMESİ sonucu çarpıtılarak sloganlaştırıldığını düşünüyorum.

İsmail Beşikçi bir çok konferansında şu örneklerin üzerinde durmakta: “19’uncu 20’inci yy’larda meydana gelen SOYKIRIMLARA baktığımızda bu soykırımların daha çok DEVLETSİZ HALKLAR üzerinde gerçekleştiği görülür. Örneğin 1915 SOYKIRIMI’nın kurbanı olan ERMENİ ve ASURİ halklarının devleti yoktu. Daha sonraki yıllarda da KÜRLER de sürgün ve soykırıma uğratıldı. Onların da devleti yoktu.  Acaba Ermenilerin, Kürtlerin kendilerini koruyacak bir devletleri olsaydı SOYKIRIMA uğrarlar mıydı, sürgün ve katliamlara bu kadar kolayca hedef olabilirler miydi?” diye sormaktadır. Bu haklı bir sorudur. Ama Beşikçi “Devletleri olsaydı KESİNLİKLE SOYKIRIMA UĞRAMAZLARDI” gibi bir mutlaklaştırma yapmaktan da kaçınıyor, sadece “Bunu sorgulamak, bunu TARTIŞMAK ÖNEMLİDİR” diye ekliyor.

Bizimkiler de “Madem Hoca söyledi o zaman “SORGULAMAYA, TARTIŞMAYA GEREK YOK” deyip en rahat olan SLOGAN ÜRETMEYE koyuluyorlar!..

Ama ben bu konunun biraz bile olsa “tartışılıp, sorgulanmasının” konumuz açısından iyi olacağını düşünüyorum. Beşikçi, soykırıma uğrayan halkların genellikle “DEVLETSİZ” ve bir anlamda sahipsiz  oluşlarına dikkat çekerken haklıdır. Fakat şu da doğrudur; soykırım kurbanı halkların bırakın devleti az-çok güçlü ÖZ-SAVUNMA ÖRGÜTLERİ de olsaydı bu denli yıkıcı bir soykırımdan korunabilirlerdi. Örneğin TC’nin resmi tarihinin aktardıklarının tersine Ermeni ulusal örgütleri, halkın savunmasını sağlayacak kertede yaygın, güçlü ve etkili değillerdi.  Sasun ve Zeytun gibi bölgelerde yapabildikleri öz-savunma  1915’de kırılmıştı. Buna karşı VAN DİRENİŞİ ve küçük çaplı da olsa Musa Dağı’ndaki ÖZ-SAVUNMA bile buralardaki sürgün ve soykırım uygulamalarının önünü kesebilmişti. Asuriler, Kürtler için de aynı şeyi söyleyebiliriz: bırakalım DEVLET olmayı öz-çok önemli bir SİLAHLI DİRENİŞ güçleri olması da soykırımları, sürgünleri CAYDRIRICI en azından etkisini azaltıcı bir rol oynayabilirdi.

“DEVLETSİZLİK ÖLDÜRÜR!” MÜŞ.. olmasının bile sürgün, soykırım ve etnik arındırma hedefindeki halkları KORUYAMAYABİLECEĞİNE bir örnek aynı dönemdeki EGE ve PONTUS RUM SOYKIRIMI’DIR. Bir YUNAN devleti olmasına, hatta bu devletin desteğiyle 1919-22 arasında EGE’ye asker çıkarılmış olmasına rağmen Rum halkının korumasını sağlayamamıştır. Türk resmi tarihinin çok sevdiği ifade ile “Yunan’ın denize dökülmesi” engellenememiştir. Bundan daha felaketlisini büsbütün korumasız bulunan KARADENİZ (PONTUS) RUMLARI yaşamıştır. Yunan devleti bu soykırım karşısında Pontusu koruyabilecek hiçbir şey yapamamıştır. Hatta uzun yıllar TC ile yeni sorunlar yaşamamak adına duymak bile istememiştir.

Aynı şekilde Lozan’dan sonra TC ile “MÜBADELE” anlaşması yaparak ÖNASYA’DA yaşayan RUM halkının DEMOGRAFİK OLARAK silinmesini de kabullendi. Mübadele ve Pontus soykırımı halen Yunanistan’da bir İÇ SORUN halindedir. Konunun asıl önemli yanı ise SÜRGÜN, SOYKIRIM ve ETNİK ARINDIRMA gibi insanlık suçlarının özellikle ULUS-DEVLET KURMA AŞAMALARINDA meydana gelmesidir. İşte 1915 SOYKIRIMI aslında tam da devletsizlikten ziyade bir TÜRK ULUS-DEVLETİ KURMA projesinin bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu’ndan, TEK ULUSA dayanan bir TÜRKULUS DEVLETİ İNŞA EDEBİLMEK ancak öncelikle yerli Hristiyan halkların sürgün ve soykırımı ile mümkün olmuştur. Müslüman Kürtler, Balkan ve Kafkasya göçmeni diğer Müslüman halklar ise ilk elde “ANASIR-I İSLAMİYE” olarak çepere alınmış, bu halkların zaten bir kısmının GÖÇMEN oluşu, uluslaşmada henüz çok geri ve feodal aşiret düzeni içinde OLAN KÜRT toplumunun ise KOLAYCA TÜRKLÜĞE ASİMİLE edilebileceği  düşünülmüştür. Bugünkü TÜRK ULUS DEVLETİ’nin temelleri böyle atılmıştır.

 Eski Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün de veciz biçimde itiraf ettiği gibi “Anadoluda Ermenilerin tehciri, Rumların mübadelesi vb olmasaydı bugün MİLLİ BİR TÜRK DEVLETİ olabilir miydi?”

Dünyanın farklı alanlarındaki sürgün, soykırım ve etnik arındırma politikalarına baktığımızda da bunların hemen hepsinin, belli bir COĞRAFYADA ETNİK HOMOJENLİK sağlamak üzeri öteki halkların SİLİNMESİ POLİTİKASINA, yani TEK ULUSA DAYALI BİR DEVLET KURMA çabası olduğu görülür.

90’lı yıllarda BOSNA’da yaşanan katliamlar YUGOSLAVYA’nın etnik unsurları hepsi kendine bir ULUS DEVLET yaratmak isterken, diğerini AZALTMAK, KAÇIRMAK, YOK ETMEK üzere gündeme gelmişti.

Hutuların, 1994’de birkaç ay içinde 800 bin Tutsi’yi katlettiği RUANDA SOYKIRIMI’nda da DEVLETİN YÖNETİMİNE esas olarak TUTSİLER egemendiler. Yani Tutsiler DEVLETSİZLİKTEN  dolayı soykırım kurbanı olmadılar, DEVLETE OLAN EGEMENLİKLERİ onları SOYKIRIMDAN kurtarmaya yetmedi.

Suriye ve Irak’da ise soykırım ve katliamlar DİN ve MEZHEBE DAYALI İSLAM DEVLETLERİ kurmak adına yapılıyor. Soykırım v e sürgünlerin itici gücü BİRLİKTE YAŞAMAK, ORTAKLAŞMAK değil, AYRIŞMAKÖTEKİLEŞTİRMEK, tek tipleşmek,homojenleşmektir.

O halde SOYKIRIM VE SÜRGÜN politikalarının NEDENİ olan ULUS-DEVLET inşasını göz ardı edip, tam tersine bunu ÇÖZÜM olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Evet, DEVLET ama ÜNİTER değil FEDERAL bir devlet; TEK-ULUS (TEK-MİLLET) değil ÇOK ULUSLU ve MULTİ-KÜLTÜREL bir devlet; FAŞİST değil DEMOKRATİK bir devlet; DİNE MEZHEBE DAYALI TEOKRATİK değil SEKÜLER/LAİK bir devlet; CEBERRUT değil HUKUK devleti; SÖMÜRÜCÜ/SÖMÜRGECİ değil SOSYAL devlet… Özcesi sadece DEVLET demek asla yeterli değil, NASIL BİR DEVLET olduğu son derece ÖNEMLİ ve AYIRT EDİCİ’dir…

DEVLET TEORİSİ NEDEN ÖNEMLİDİR ?

Devlet teorisi uluslar arası sosyalist hareketin, Marksist kuramın TEMEL TARTIŞMA ve AYRIŞMA konularından biri olagelmiştir. Merkezi bir öneme sahiptir. Keza burjuva liberal akımlar da DEVLET TEORİLERİNİ sürekli değiştirme, yenileme ihtiyacı duymuşlardır.

Devletin sınıflı toplumlarla birlikte, egemen sınıfların baskı aracı olarak ortaya çıktığını ve sınıfların ortadan kalkmasıyla birlikte de SÖNÜMLENECEĞİNİ, nihayet YOK OLACAĞINI öngören devrimci Marksizmin aksine; burjuva liberalleri önce KUTSAL DEVLET anlayışla hareket etmiş; ulusal kurtuluş ve sosyalist mücadeleler dönemi sonrasında da DEVLETİN DEMOKRATİKLEŞMESİ ile sadece bir HİZMET ARACI olarak var olacağını savunmuşlardır.

Ne varki teorinin tam tersine uygulamada “SOSYALİST İKTİDAR” (Proletarya Diktatörlüğü ya da Sınıf  Devleti ) kendi toplumsal alt yapısından önce var olma ve üretim biçimini YUKARIDAN AŞAĞIYA DOĞRU DEĞİŞTİRME projesiyle çok daha BÜROKRATİK BİR DEVLET AYGITI inşa etme tuzağına düştü. Ekonomiden toplumsal ilişkilere kadar her şeyin Devlet bürokrasi tarafından PLANLANIP yönlendirmeye çalışıldığı bu sistemde DEVLET AYGITI bir süre sonra toplumsal-siyasal gelişmenin önündeki en büyük engel haline geldi. Burjuva ideoloğları buradan hareketle sosyalizm inşasını kaba bir DEVLETÇİLİK olarak tanımladılar.

Devlet bürokrasinin temsil ettiği sınıflardan,sosyal tabakalardan GÖRECE ÖZERKLEŞEREK sanki onlardan bağımsız hareket etmeye başlamaları veya onlara buyurganlık yapmaları BONAPARTİZMİ ve KEMALİZM örneklerinde olduğu gibi görülebilen olgulardır. DEVLETİN BEKASI, DEVAMLILIĞI ve KUTSAL BİR VARLIK olarak sunulması aslında bürokrasinin kendi kaçınılmazlığını ideolojik olarak dayatma ihtiyacından ileri gelir. Bütün bunların içinde de Silahlı gücü elinde bulunduran MİLİTARİST BÜROKRASİ özel bir konum edinir. Beri yandan ulusal kurtuluş mücadeleleri, sosyalist hareketler Burjuva devletin yıkılmasını önlemek için tavizler vermek ve toplumsal muhalefeti ehlileştirebilmek için SOSYAL ve HUKUK devleti tarzında kendini yenilemek DEMOKRATİKLEŞME ihtiyacı gördü. Kuşkusuz burjuva devletin her türlü BASKICI, TOTALİTER biçimi ülkeden ülkeye, dönemden döneme DEĞİŞEREK DE OLSA yaşamaya toplumsal mücadelelerle mobilize biçimde VAR OLMAYA devam etmiştir. 90’lı yıllarda Doğu blokunda Bürokratik iktidarların çözülmesi (Yeni Dünya Düzeni ve GLOBALİZM) olarak görülmüştü.

Avrupa’da SINIRLARIN KALKMASI, eski büyük ulus-devletlerin daha geniş ölçeklerde bur araya gelmeleri süreci ULUS DEVLETLERİN SONU ve GLOBALİZMİN ana çizgisi olarak görülmüşse de bu öngörüyle çelişkili olarak Doğu Bloku’nun çözülmesinden sonra pek çok YENİ ULUSAL DEVLET  Birleşmiş Milletler’e katıldı. Bir yandan Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Ortadoğu’da yeni ULUS DEVLETLER var olurken, bir yandan da bu ulus devletlerin daha büyük KONFEDERATİF yapılar içinde (Örnegin AB, BDT gibi) yer alarak kendilerini daha bu şemsiyeler altında korumaya çalıştıkları EŞİTSİZ ve ÇELİŞMELİ süreçler yaşanmaktadır.

Ortadoğu’da çok büyük bir nüfusa, ulusal demokratik dinamizme sahip olmasına rağmen halen bir DEVLETE, uluslar arası bir STATÜ’YE sahip olmayan ve 4 ayrı devletin sınırları içinde bölünmüş olarak yaşayan KÜRTLERİN NASIL DEVLETLEŞECEKLERİ veya nasıl bir STATÜ  kazanacakları da günümüzün temel siyasi PROBLEMLERİNDEN biridir.

Kürt toplumun kendi içinde siyasi ve fiziksel bölünmüşlüğü bir yana,  din,mezhep. dil,lehçe, kültürel çeşitlilik bakımından ÇOKLU bir yapı gösterir. Kürt nüfusunun demografik olarak geniş bir sahaya yayılmıştır. Türkler, Araplar, Ermenilerle oluşan melezleşmeler yaşanmıştır. 1915 soykırımında Batı Ermenistan’ın Kuzey Mezopotamya medeniyetlerinin yok edilmesinin derin izleri vardır. Kürdistan’ın etnik kültürel dokusu büyük oranda değişmiştir. Bunun gibi Türk, Kürt, Arap, Fars nüfuslarının iç içe ve çoğu yerde dengede bulunması; sorununun ORTAK ya da AYRI DEVLET çatıları altında da olsa nasıl çözüleceği yolunda bir REÇETE oluşturulmasını zorlaştırmaktadır.

Bunun içinde Kürt ulusal demokratik hareketlerinin AÇIK, TUTARLI net bir DEVLET anlayışı ortaya koymasını gerekli kılmaktadır.

Eskiden kendileri de uçlarda seyreden SOL hareketlerden gelmelerine rağmen şimdi YENİ MİLLİYETÇİ akımlar oluşturmaya çalışan siyasi kadrolar genellikle nasıl bir DEVLET istediklerini belirtmekten kaçınıyorlar. Bir çoğusu “DEVLET OLSUN DA NASIL OLURSA OLSUN!” havasındayken, bir kısmı da “ÖNCE DEVLET OLSUN, sonra onu demokratikleştiririz” havasındadır. SİYASİ BİR PROGRAM ve İDEOLOJİK PERSPEKTİFTEN YOKSUN bu gayri ciddi tutum, geniş kesimlerde de güvensizliğe, din,mezhep, bölge, kültürel farklılıklarına daha çok sarılma endişesine yol açmaktadır.

TEK BİR ULUSAL BİÇİME zorlanma, TEK BİR KALIBA dökülme korkusu vardır. Milliyetçiler ise çağın değerleri olan ETNİK, KÜLTÜREL ÇOĞULCULUĞA, DEMOKRATİK değerlere VURGU yapacaklarına “TEK ULUSTEK DİLTEK VATANTEK BAYRAK” gibi arkaik uluslaşma çizgisini savunmayı marifet sayıyorlar. Devletin niteliği, devlet kurulduktan sonra belirlenecek bir şey değildir. Süte YOĞURT mayalayıp, sonuçta PEYNİR bekleyemeyesiniz.  Nasıl inşa ederseniz KURUCU DEĞERLER uzun süre böyle kalacaktır. Çünkü devlet BÜROKRASİSİ, ORDUSU, KURUMLARI bir kez oluştuktan sonra onu elinde tutacak olan kadrolar kolay kolay bir DEĞİŞİME ASLA İZİN vermeyeceklerdir. İşte TC, aradan 100 yıl geçmesine rağmen kurucu prensipleri kolayca değiştirilebiliyor mu?

Bizim örneklerimizde de aynı şey olacaktır; Devlet iktidarı kurulduktan sonra “aman şimdi eleştirinin, iç mücadelenin zamanı değil, daha çok yeniyiz DIŞ TEHDİTLER ALTINDAYIZ”, “Öncelikle devletimizi KORUMALIYIZ” bahanesiyle her türlü eleştiri geçiştirilecek. Bir de bakmışsınız ki aradan 30-40 yıl geçmiş, birçok şey oluruna bırakılmış kanıksanmış. Zorlamaya çalıştığında ise her şey artık çok geçtir. Sonra oturup hayıflanırsın “BEN ÖMRÜMÜ ÜLKEMDE FAŞİST BİR DİKTATÖRLÜK ya da OLİGARŞİ KURULMASI İÇİN VERDİM?” dersin…

Yazımın bir miktar uzadığının ama yine de söylenecek epey şey bulunduğunun farkındayım. Sırf bu bile DEVLET meselesinin “lay-lay-lom” havai sloganlaştırmalara gelemeyecek ciddi bir konu olduğunu göstermiyor mu?

Recep MaraşlıTeletex News24

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: