

ALEVİ ŞERİATI VE İSLAMİ ŞERİAT
Bu yazıda başlıca iki konuyu işleyeceğim. Birisi: Aleviliğin İslam içi bir akım ya da Aleviliğin İslam ağacının bir meyvesi olmadığını somut ve kesin verilerle vurgulamak, diğeri ise; sevgili okurlarımdan birisinin isteği üzerine Bektaşilikle Alevilik arasındaki belirgin özellikleri açıklamak olacaktır. Önce Aleviliğin İslam içi ve İslami bir akım ya da İslam ağacının bir meyvesi olmadığını tarihsel ve toplumsal olgu ve verilerle açıklamayla başlayayım.
Her şeyden önce Aleviliğin tanrıları ile İslam ve diğer semavi dinlerin tanrısı bir değil. İslam ve diğer semavi dinlerinin yani tek tanrılı dinlerin tanrıları tektir, bir tanedir ve de manevidir. Yani ne yerdedir, ne göktedir, ne sağdadır, ne soldadır, yeri yurdu belli değildir, sadece ve sadece manevi bir güçtür. İslam’da tek bir tanrıdan başka şeylere tapmak şirktir, yani tanrıya şirk koşmaktır. Günahtır, kafirliktir. Ama bunun tersine Alevilerin üç tanrısı vardır. Allah-Muhammed-Ali. Bu üçünden birisi aynı zamanda da İslam’ınki gibi ne yerde, ne gökte, ne sağda, ne solda ve yeri yurdu olmayan, manevi olan Allah’tır. Ama diğer ikisi Ali ile Muhammed maddidir, yani insandır. Her insan gibi doğmuş, büyümüş, yaşamış ve ölmüşlerdir.
İslam bu iki insandan birisini, yani Muhammed’i peygamberi olarak görür, o bağlamda saygı duyar ama onu tanrı olarak asla görmez ve görenleri de “şirke” sapma olarak görür ve niteler. Ali’yi de dört halifeden birisi ve dördüncüsü olarak görür. O baz ve bağlamda önem verir. Kesinlikle Allah olarak kabul etmez, edene de olumlu gözle bakmaz. Bu üçünü de Aleviler kendi tanrıları olarak görür: Ali Allah’tır, Allah Ali’dir der. Aynı inancını Muhammed için de ifade eder. İslam’ın tek tanrısına karşın Alevilerin ikisi nesnel, yani maddi, yani insan; diğeri manevi üç tane tanrısı vardır. Müslümanlar “ya Allah” derken Aleviler “ya Allah, ya Muhammed, ya Ali” derler. Alevilerin tanrısı İslam’ın tanrısından ayrı olduğu gibi ibadet yerleri ve ibadet biçimleri de ayrıdır. İslam’ın ibadet yeri Cami, ibadet biçimi namazken; Alevilerin ibadet yeri Cemevi ve ibadetleri Cem’dir. Alevi’ye göre Cami’ye gitmek günahtır, Çünkü tanrı olarak bildikleri Hz. Ali Cami’de katledilmiştir. İslam’a göre ise: Cemevi zaten bir ibadet icra mekanı değildir, mekruhtur. Bülent Arınç’ın deyimi ile “Cemevi cümbüş evidir”. Aleviliğin başlıca ibadeti olan Cem ise: “cümbüştür”.
Şeriata, yani dönemin toplumsal yönetim biçimine gelince… Şeriatın yönetim biçimine geçmeden önce şeriat nedir sorusuna doğru ve anlaşılır biçimde yanıt vermek gerekir. Şeriat Arapça bir kavramdır. “Şeri” den türetilmiştir. “Şeri”: Yasal ve meşru yönetim biçimi demektir. Şeriat ise “Şeri” yasalarla yönetilen sistem demektir. Toplumsal yönetim biçimi yani Şeriat olarak Aleviler: “Dört kapı kırk makamı” hak bilirler. “Dört kapı”: Tarikat, Hakikat, Marifet, Şeriat kapılarıdır. Ben bu “dört kapıdan” sadece “şeriat” üzerinde duracağım. Çünkü diğerlerini hem herkes biliyor, hem de onlarla ilgili bir tartışma, bir sorun yoktur. Şeriat sorunlu. Bir çok insan “şeriat” sözcüğüne alerji duyuyor. Çünkü “şeriat” sözcüğü zaten kirliydi, fakat IŞİD iyice kirletti. O nedenle Aleviler bu sözcükten haklı ve yerinde olarak nefret ettiler. Bu nedenle sadece şeriat kavramı üzerinde duracağım. Şeriat kapısı dış kapı yani Aleviliğe giriş kapısıdır. O dönemin şeriatı Alevilerin yasal ve meşru yönetimi demekti. Hem Cem’in kurallarına uymak, onu kabul etmek, hem de Cem’in almış olduğu kararları Cem’den sonra da hayata geçirmeye çalışmaktır. Cem’in ve Aleviliğin sırlarını ifşa etmemektir.
Alevilik Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de illegaldi, yasaktı, yasa dışı idi. O nedenle Alevilerin ve Aleviliğin sırlarını gizli tutmak elzemdi. Bu taahhüdü kabul etmeden kimse Alevi olamaz. Ayrıca Aleviliğin organize şekli: Yasama-yürütüme-yargı biçimindedir. Cem bu yapılanmaya denk olarak hem yargılar, hem karar alır ve hem de uygular. Yani yasama-yürütme-yargı işlevini yerine getir. Aleviliğin şeriatı budur. Peki nasıl işler, Alevi şeriatının yasalarında en ağır ceza nedir? Her şeyden önce Alevi şeriatında: İnsan öldürmek, insanın elini kolunu veya başka bir uzvunu keserek zarar vermek yoktur. Alevi şeriatının en büyük ve ağır cezası: “Düşkünlüktür”. Düşkünlük Alevilikten temelli ihraç anlamına gelir ve bu anlamda hayata uyarlanır. Düşkünlüğün temelli olanı ve geçici olanları vardır. Fakat en ağırı temelli yani kalıcı olanıdır. Alevilik şeriatı insanı öldürmez fakat onun iflah olmaz, insanlık dışı kişiliğini bir daha affa uğramamak kaydı ile mahkum eder, dışlar.
İslam şeriatı yani kanunları, Alevi şeriatının tersine kanlıdır, gaddardır, cinayetçidir, cezanın infazını insanlık, ahlak ve vicdan dışı korkunç yöntemlerle yapar. El keser, parmak keser, kol keser, cinsel organını keser, kafa keser, ateşle yakar, falakaya yıkar, insanlık dışı ne kadar yöntem varsa tümünü uygular. İslami şeriat genel anlamda ilkel, çağ dışı, hukuk dışı bir İslam hukuku uygulamadır. İslam’da meşru ve yasaldır. Ne ki; vahşi, insanlık dışı, vicdan ve merhametin en ufak bir kırıntısını bile içinde taşımayan, fakat hala da Müslümanların ezici bir çoğunluğu tarafından tanrının yasası olarak bilinir. Belirtmeye çalıştığım gibi Alevilerin şeriatı İslam’ın şeriatından daha insancıldır, daha merhametlidir. Buraya kadar yazdıklarımı toparlayarak bir karşılaştırma yapacak olursam: Ne Alevinin tanrısı ile İslam’ın tanrısı aynı, ne Alevinin ibadeti biçimi ve ibadeti icra mekanı aynı, ne de şeriatları yani yasa ve kanunları ve uygulama biçimleri aynıdır. Alevi kültürü ile İslam kültürünü, sanatını, sanata ve kültüre bakışlarını, vermiş oldukları değer ve önemi hiç katmıyorum. Bu kadar temel konularda bir birine benzer yanları bile bulunmayan Aleviliği, İslam ağacının bir meyvesi yani İslam içi bir olgu olarak görmenin İslam’a yaranmışlık sahtekarlığından başka bir mantığı var mı? Olabilir mi?
Aleviliğin inancı özgündür, kendine özgü bir nitelik taşır, ama Alevilik sadece bir inançtan ibaret değildir. Aynı zamanda demiyle devranıyla, özüyle, sözüyle, ayeti, beytiyle, sofra erdemliğiyle, hoş sohbetiyle, Bektaşi fıkralarıyla, kadını erkeği, çocuğu, yaşlısıyla hoş bir insani zeminde bir toplumsal yaşam biçimidir de. Bu toplumsal yaşam biçimine denk yetkinliğini tarihin derinliklerinde alan son derece gelişkin bir de felsefesi vardır. İnancı kendine özgüdür ama felsefesi ve yaşam biçimi herhangi bir ulusa, ülkeye, topluluğa değil bütün bir insanlığa denk düşen bir içeriğe sahiptir. Kökeni Alevi olsun ya da olmasın insana ait olan bütün değerler Alevinin dağarcığında mevcuttur. İnsana dair olan her şeyi diline, dinine, vatanına bakmaksızın tarihin derinliklerinden alıp, kendi bilgi birikimi dağarcığına koyarak geleceğe taşımıştır. Alevinin Pir Sultan’ı da, Hızır Paşa’sı da var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Alevinin İnsan gibi olanı Pir Sultan, Hızır Paşa olanı da İzzettin Doğan gibi olur. Alevilik tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, felsefesiyle, ideolojisiyle kendine özgüdür, sadece kendine benzer.
Aleviliğin, İslam’ın fraksiyonları ya da mezhepleri olan: Şiilik, Şafilik, Hambeli, Malikilik gibi İslam içi akımların hiçbirisi ile benzerliği yoktur. Çünkü Alevilik İslam’ın bir kolu, İslam ağacının bir dalı değildir. İslam’dan önce, tarihin başlangıcı olan Sümerlerden beri var ve İslam’dan sonra da var olmaya devam etti, ediyor. Her kültür ve inançtan olduğu gibi İslam kültüründen de insani olan ne varsa almıştır. Ama ona benzememiştir. Bektaşiliğe gelince: Bektaşiliği Alevilikten ayıran temel faktör İnançtır. Bektaşi’nin insandan başka ne Kâbe’si, ne de kıblesi vardır. Hacı Bektaş Veli’nin: “Benim Kâbe’m insandır” dediği ve “her ne arar isen kendinde ara, Mekke’de, Kabe’de, hacda değildir” diyerek de vurguladığı gibi Bektaşilerin insandan başka hiçbir kutsalı yoktur. Ne Allah, ne de Allah Muhammed ya Ali derler. O nedenle Aleviler gibi Allah, Muhammed, Ali dokunulmazları yoktur. Allah’ı da, Muhammed’i de, Ali’yi de Bektaşilerle tartışabilirsin. Ama Aleviyle tartışamazsın, çünkü Alevilerin inancıdırlar. Dokunulmazdırlar, o nedenle tartışamazsın. Bektaşilik sadece insanı temel alır, Mücrimi’nin dediği gibi: ”Biz adem perestiz puta tapmayız/ hacere secere secde yapmayız” derler.
Bektaşiler ne hac, ne Mekke, ne Ali, ne Allah ve ne de Muhammed peresttir, sadece insan peresttirler. Örgütlenme biçimleri de Alevilerinki gibi yasama, yürütme, yargı bazında değildir. Tekke ve zaviyelerdir. Onlar da Cumhuriyet tarafından kapatıldığı için örgütsüz kaldılar. Yok olmakla yüz yüze geldiler. Bektaşilik benzetilecek olursa Materyalizme benzetilebilir. Dine düşman değil, fakat onun işine de karışmaz, onun dışında kalan sahalarda insani değerleri inançların hışmından korur, onlara sahip çıkar, onların birikim ve değerlerini geleceğin toplumlarına taşır. Bektaşiliğin bu manzumesi Alevilikle aynıdır. Felsefeleri, kültürleri, toplumsal yaşam biçimleri aynıdır. O nedenle Bektaşilikle Alevilik birbirinden ayrılmaz bir parçadırlar. Her ikisi de İslam dışıdır.
Teslim TÖRE-Teletex News24
25 Mart 2017
Average Rating