
GLOBALİZM VE İSLAM
İslam kapitalizmle arasındaki çelişkinin en bunalımlı dönemini yaşıyor. Tabi ki sadece İslam’ın değil, bütün dinlerin kapitalizmle çelişkileri olmuştur ve Rönesans görmemiş olanların tümünün kapitalizmle olan çelişkileri devam ediyor. Devam ediyor çünkü din feodalizmin bir ürünü, onun siyasal ve ideolojik üst yapısını oluşturuyordu. Kapitalizm feodalizmi burjuva devrimi ile yıkıp yerine geçtiği için eşyanın doğası gereği bir Rönesans yaşamadığı sürece arasındaki çelişki var olmaya devam eder. Eder çünkü kapitalizmle feodalizm iki ayrı toplumsal sistem ve kapitalizm karşıtların birliği yasası gereği feodalizmin sinesinde doğmuş ve feodalizmi sistemi ile birlikte devrimci zor yolu ile ortadan kaldırarak yerine kendi egemenliğini koymuştur. Kapitalizm maddi bir güç ve sistem olarak kendini feodalizmin yerine koyarken feodalizmin üst yapı kurumu, ideolojisi olan dinle arasındaki çelişki var olmaya devam etmiştir. Bu çelişkiden dolayı kapitalizm feodalizmi ekonomik alt yapıda ve iktidardan devrim yolu ile uzaklaştırırken feodalizmin ideolojik üst yapı kurumu olan dini, laisizm yolu ile sermayenin önünü kesmeyecek bir konuma getirmiştir.
Her ne kadar “laik devlet” bütün inançlara aynı mesafede durmak olarak nitelense de esas olarak dini kapitalizme engel olmaktan çıkartmak için laisizmi getirmişlerdir. Dindarlar dini inançlarını ifa ederken kapitalizme de engel olmamışlardır. Buna karşın kapitalist devlet de dini koruma altına almıştır. Böylece ayrı dinlerden olanların birbiri ile, ateistlerin ise her dinden dindarlarla kapışmalarının önüne geçilmiştir. Ama Rönesans yaşamamış olan dinlerin hem birbiri, hem ateistler ve hem de kapitalizmle arasındaki çelişki var olmaya, zaman zaman da çatışmaya devam eder. İslam herhangi bir Rönesans yaşamadığı için kapitalizmle olan çelişkisi yok olmadı, derinleşti. İslam dünyası, kapitalizm egemen bir dünya sistemi olmasından bu yana demokrasi, huzur, insan hakları, özgürlük, refah ve mutluluk denen olguları görmedi, yaşamadı. Burjuva devrimleri: Eşitlik, kardeşlik ve özgürlük temelinde oluştu. Burjuvazi devrim dönemlerinin sınıf karakterini idame ettiremedi. Devrim karakterini paraya ve iktidar hırsına değiştirdi. Devrimden kısa bir süre sonra, devrimin üç ana ilkesini unuttu ya da paraya ve iktidara tahvil etti.
Ne eşitlik, ne özgürlük ne de kardeşlik diye bir kavramlar ilkesi bırakmadı. Burjuvazi son derece onurlu bir şekilde yapmış olduğu devrimin ürünü olan kapitalizmi geri kalmış ülkelere, devrimci bir tarzla değil, utanç verici koloniler yaratarak taşıdı. O nedenle İslam dünyasının geri kalmış ülkeleri devrimci kapitalizmi değil, komprador burjuvazinin koloni kapitalizmini yaşadı. Kolonyal kapitalizm hiçbir zaman devrimci kapitalizmin şiarı olan özgürlük, kardeşlik, eşitlik gibi şiarların yakınına bile gelmedi. Bu nedenle İslam ülkeleri kapitalizmi: Özgür, mutlu, egemen bir toplumsal sistemi yaşayarak görmedi. Tabi ki toplumsal olarak. Elit bir sınıf ve tabakanın koloniler ve sömürgecilik döneminde komprador burjuva olarak, yeni sömürgecilik döneminde ise işbirlikçi burjuva olarak kapitalizmin bütün nimetlerinden, üstelik de fazlasıyla yararlanmış, refahı en üst düzeyde yaşamış, yaşamaya devam ediyor. Ama kapitalizm bir sistem olarak topluma mal edilmemiştir. O nedenle İslam’ın ilkel bir sistemi olan şeriat sistemi toplum nezdindeki önemini kaybetmemiştir. Din istismarcıları da kendi çıkarları lehine Şeriata vurgu yaptıkça Şeriat İslam dünyasının bir alternatifi ve umudu olarak yaşamaya devam etmiştir.
Bu nedenle kapitalizmle İslam arasındaki çelişki hem ideolojik, hem sistem, hem de ekonomik-politik düzlemde var olmaya devam etmiştir ve de ediyor. Kapitalist emperyalizm İslam’ın bu çelişkisini onlarca yıldır korkunç bir hoyratlıkla kullanmıştır ve kullanmaya devam ediyor. Ezilen İslam dünyasını mutlu ve mesut edecek tek sistem olan sosyalizm sistemine yakın durmaması için elinden gelen her şeyi yapmıştır. “Yeşil sermaye, yeşil kuşak” gibi örgütlenmelerle İslam dünyasını Sovyetler Birliği ve sosyalizme karşı organize etmiştir. İslam’ı sadece sosyalizme değil, İslam içi savaşa da sürüklemiştir. El Kaide, Taliban gibi silahlı İslam örgütleri kurdu, bunların diğer İslam devletlerine “biat” çağrısında bulunmalarını sağladı. Devamında IŞİD, El Nusra vb. gibi yaratmış olduğu silahlı örgütlerle İslam içi terör ve savaşı aşırı boyutlara tırmandırdı. Emperyalizm egemenliği altına almış olduğu İslam elit tabakaları eliyle İslam’la hoyratça ve utanmazca, kedinin fare ile oynadığı gibi oynadı. Birileri “oynatmasalardı efendim” diyebilir. Öyle ama oynattılar, gerçek bu. Öyle ya da böyle gelinmiş olunan momentte: İslam’la kapitalizm bu haliyle birlikte bir arada yaşayamaz hele geldiler. Aynı zamanda her şey de dibe vurdu. Emperyalizm: “Terörist İslam, radikal İslam, ılımlı İslam” kuramını yaşamın her alanında hayata uyarlamaya çalıştı. BOP planı doğrultusunda İslam’la ilgili kuramının bütün detaylarını hayata geçirdi.
IŞİD ve onun gibilerine terörist İslam, Erdoğan gibilere “ılımlı” İslam, Suudi ve Katar gibilere “radikal İslam” kuramını uygulattı. Hiçbirisi tutmadı. ABD’nin İslam’la ilgili kuramı BOP planı ile birlikte çöktü, tarihin çöplüğündeki yerini aldı. Dolayısı ile emperyalizm İslam’la oynayacağı kadar oynadı, geriye oynayacağı herhangi bir oyunu kalmadı. Geriye kalan tek şey: İslam’ı “ılımlısı, teröristi, radikali” ile birlikte karşıya almak ve kesin denetim kuruncaya kadar baskılamak. Trump’ın başkan olur olmaz ilk işi hiçbir ayrım yapmadan İslam’a bütün kapıları kapatmak olmuştu. AB’nin Trump’ı takip ve taklit etmemesi için hiçbir neden yoktur. Son AB-Erdoğan kapışmasının altında bu neden yatıyor. Artık Erdoğan “ılımlı İslam” deneği, İslam ülkeleri arasında “laiklik” örneği ve BOP’un eş başkanı denkliği değil. Gelinmiş olunan noktada Erdoğan bütün bu sıfatlarını kaybetmiş ve doğrudan hedef tahtasına oturtulmuş durumda. Sadece bu kadar da değil, ABD ve AB bölgedeki partner değişimine de gitmişlerdir. Erdoğan’ın “ya biz, ya onlar” dediği PYD konusunda ABD hiç tereddüt yaşamadan “PYD” dedi.
ABD’nin hem eski başkanı Obama, hem de yeni başkanı Trump sadece bu konuda ortak bir görüş sağladılar. Trump’la Obama diğer tüm konularda görüş ayrılığı yaşarken bölgenin partneri konusunda aynı görüşü paylaştılar. Eşyanın tabiatı gereği olarak da böyle olması gerekiyordu. Erdoğan da, ABD de, AB de Suriye’de iç savaşın başladığı ilk dönemde Esat yönetimine karşı tam bir görüş birliği içinde Suriye’deki cihatçı, şeriatçı İslami güçleri desteklediler. Onları “eğit-donat” yöntemi ile savaşa hazırladı ve savaşa sevk ettiler. Suriye Kürtleri o zaman da vardı. Ne ABD, ne de AB ilgilenmediler. Ne zaman ABD ve AB İslam’ın her türünü (ılımlısı, teröristi, radikali) pratikte görerek öğrenip umudunu kesti, o zaman yeni alternatif arayışı içine girdiler. Bu nedenle ABD ve AB sadece İslam’ın radikal ve teröristinden değil, Erdoğan gibi “ılımlısından da” umudu kesip, İslam’a karşı yeni bir plan ve proje belirlediler. Bir çok konuda ayrı düşünseler bile AB ve ABD gibi dünya aktörlerinin, sekülerizmi İslam dünyasında etkin kılmak için Rusya ile el altından anlaşmış olmaları bile düşünülebilir. Rusya Suriye’de sekülerizmin etkin hale getirilmesi konusunda çaba içinde olduğunu gizlemiyor.
Moskova’ya davet ederek PYD’ye önermiş olduğu Suriye’nin yeni anayasa taslağında da zaten Sekülerizim vardı. Erdoğan’ın “Laisizm” adına Türkiye’de teokratik bir devlet yapısı örmeye çalıştığını AB de, ABD de, Rusya da resmen ve fiilen görmüş durumdalar. Bu nedenle her üç aktörün de Erdoğan’a en ufak bir güveni kalmamıştır. Elbette Evet oylarını artırmak için AB’ye Erdoğan sataştı. Ama AB’nin Erdoğan’a bu beklenmedik tepkiyi göstermesi de normal bir durum değil. Yeryüzünün en düzenbaz oyunlarını kapitalizm üretmiştir. Onun anavatanı da AB’dir. AB çıkarına denk gelmese, onaylanmış bir planı olmasa, Erdoğan’ın kışkırtması ile Erdoğan’a böylesine köprüleri atarcasına yanıt vermezdi. Bunlar sır, az bilinen ya da hiç bilinmeyen şeyler değil, çok ya da herkesin bildiği şeylerdir. Ben sadece yazıyorum ama herkes de biliyor. Kaldı ki Erdoğan ilk kez AB’ye “hey hey” çekmiyor. Çoktan beri ağzına geleni söylüyordu. Buna rağmen her zora düştüğünde Merkel hemen gelip, beraber poz veriyordu. 1 Kasım’da yaptığı gibi. Ama bu sefer partnerler arasında başka bir filim seyrediyoruz.
AB bu sefer Erdoğan’ın “hey heylerine” çok farklı bir tepki verdi. Verdikleri tepkilerin Erdoğan’ın işine yaramamasına özen gösteriyorlar. Olup bitenlerden anladığım kadarıyla Globalizm yaratmış olduğu “Arap Baharından” beri İslam’ n her türünü (Terörist, Radikal, Ilımlı) denedi ve şimdi de son kozlarını paylaşmaya başladı. Hangisi kazanır, bakacağız. Bence Globalizm kazanır, yine de bakalım Erdoğan’ın kurnazlıkları işe yarayacak mı, yoksa başını mı yiyecek göreceğiz.
Teslim TÖRE-Teletex News24
17 Mart 2017
Average Rating