

12 Mart 1971 Muhtırasını oluşturan koşullar (4)
Balyoz Harekâtı ve Sonrası
22 Nisan 1971 tarihinde Nihat Erim TRT’de yaptığı konuşmada “bu tedbirler kafalarına balyoz gibi inecektir” diyerek sol kuruluşları hedef gösterdi. Demokratik kitle örgütleri, DİSK, Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Öğretmenler Sendikası Gençlik Örgütleri, Meslek Odaları, Öğrenci Dernekleri ve irili ufaklı tüm kitle örgütlerine karşı yasadışı ve insan hakları ihlalleri ile kıyım başlatıldı. Tutuklamalar, polis nezaretinde işkenceler, tutukevlerinde Filistin askısı, domuz bağı ve diğer insanlık dışı uygulamalar başta İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır olmak üzere ülke genelinde başlatıldı. Gece ev basmaları, sorgusuz, sualsiz gözaltı, cebir ve şiddet artık sıradan bir uygulama haline geldi. Binlerce solcu, sosyalist ve özellikle Kürt illerinde herhangi bir dernek, demokratik kitle örgütü ya da meslek odalarıyla bağlantılı olan binlerce kişi gözaltı ve işkence ile sorgulandı. Kitaplar yasaklanıp topluca yakıldı, grevler yasaklandı, matbaalar kapatıldı, basına geniş çaplı sansür uygulandı. En başta Cumhuriyet ve Akşam gazetelerinin basımı ve dağıtımı yasaklandı. Biz o süreci fiili yaşadık. Ve 33. Hükümet olan ve başında bir profesörün bulunduğu bir ülkede yapıldı. Şaka gibi… “Gerekirse demokrasilerin üstüne şal örtmeli” sözü nedeniyle de Aziz Nesin tarafından kendisine “Şalcı Nihat” denmiştir.
Hiç şüphesiz ki ülkeyi 12 Mart’a getiren koşullar kendiliğinden ve belli bir süreç içinde olmadı. Uluslararası finans kapitalizminin tüm sömürge ve yarı sömürge konumundaki ülkelerin tümünde eş zamanlı olmasa bile birbirine yakın tarihlerde yaptığı uygulamaydı. Güney Amerika’da başlayan ve Ortadoğu ülkelerinde eş zamanlı yapılan suikast ve askeri darbelerin bir parçasıydı Türkiye’deki uygulamalar. 6. Filo’nun Türkiye’ye geliş amacı ve provokasyonlar bu uygulamanın devamıydı. Tüm bu amaçlarla kurulan ve militarist cunta güdümlü Nihat Erim hükümeti ve ilan ettiği “Balyoz Operasyonu” kapsamında sol, sosyalist harekete ve emekçi halkımızın ekonomik, demokratik ve politik mücadelesine ve örgütlerine yapılan açık bir saldırıydı. Asıl amaç bir yandan büyük toprak ağaları dediğimiz feodal yapı ile burjuvazinin ekonomik ve siyasal gücünü azaltarak, egemen sınıflar içindeki dengeyi tekelci burjuvazinin lehine dönüştürmekti. Burjuvazi ve feodal yapı bu dengeyi ihracatı düşürerek tepki gösterdiler. Nihat Erim, bu yapıya ancak bir yıl dayanabildi ve istifa etmek zorunda kaldı.
12 Mart, uluslararası finans kapitalizminin tüm isteklerini yerine getiremedi. Yine de gerek sömürüden aldığı pay ve gerekse etkinliğinin artması konusunda önemli bir deneyimdi. 12 Mart’ın yarım bıraktığı operasyonlar ulus devletlerin egemenlik alanlarını sermaye ve mallarının serbest dolaşımı, yatırım ve finansal kaynakların temini yönündeki engellerin kaldırılması ile sonuçlandı. Ancak bu uzun sürmedi. 1980’lere gelindiğinde aynı sıkıntılar bir kez daha yaşandı. Ve ardından biliyoruz ki bu kez askeri darbe ile uluslararası finans kapitalizminin önü bir kez daha açıldı.
Uzlaşma ile egemen sınıfların iç çelişkileri bu vesileyle dengelenmişti. Artık ortak düşmanlarına daha kolay saldırabileceklerdi. Deniz, Yusuf ve Hüseyin yani efsaneleşmiş üç fidan idam edildi. Sinanlar Nurhak’ta, Mahirler Kızıldere’de katledildi.
Neoliberalizm ne pahasına olursa olsun tüm sömürge ve yarı sömürge ülkelerde uygulanması gerekiyordu. Bunun için Ortadoğu ülkelerinde peş peşe sistematik bir şekilde yapılan askeri darbeler, Türkiye’de 12 Mart sonrası ve özellikle günümüz AKP’sinde görülen kamu iktisadi teşebbüslerinin özel sermayeye peşkeş çekilmesi, tüm resmi kurumların özelleştirilmesi, eğitim ve sağlığın da sistematik bir şekilde özel teşebbüse devri ile ülkenin tüm yükünü ezilen halklara, emekçi sınıfın omuzlarına bindirmesinden başka bir şey değildir. IMF’nin durmadan ülkeye borç vermesi de ülkeyi tam bağımlı hale getiren olgulardan biridir. 12 Mart sonrası Türkiye ekonomisi de böylece uluslararası sermayenin güdümüne girmiş oldu. Dış ödemeler dengesi bozulmuş, bütçe açıkları onarılamaz bir duruma gelmiş ve büyüme hızının neredeyse sıfırla izah edilmesi, enflasyonun % 100’e yakın oluşu, işsizlik oranının % 15’lerde seyretmesi, dış borçların o tarihte 15 milyar dolar sınırına dayanması, lokavtların uygulanması ülkenin içine girdiği ve çırpındıkça battığı sosyal, ekonomik ve siyasal bir krize doğru sürükleniyordu.
Mazhar ÖZSARUHAN-Teletex News24
Average Rating