ŞİİR, ALİ CANDAN: AH MEZOPOTAMYA

Read Time:4 Minute, 36 Second

IMG_2522



Tılsımını yitirmiş,
Unutulmuş, yaşlı coğrafya!
Hani, yıldızlar gibi yükseldiğin,
O debdebeli, şatafatlı günlerin!

Ne çabuk gelip geçti,
Sümer-Babil devleti,
Kassit, Gutti,
Huri, Med, Mittani.

Bu gün, bunların, her biri,
Bir hayal, bir masal gibi!
Tarih, adlı bilimin;
Tozlu, raflarında saklı, kilitli…

Sanki yaşanmadı, var olmadı hiçbiri.
Oysa bu topraklar;
İnsanlığın beşiği, mirası idi,
İnsanlığı besleyip, büyütmüştü.

Sonra işgaller,
Peş-peşe akınlar yedi.
Ve o, aşifte, bukelemun rengiyle;
İhanet çıkageldi!

Laneti, soysuzluğu getirdi…
Efendileri, akıncı, işgalciler,
Mezopotamya’nın, adını inkar,
İnsanlarını dilsiz, lal ettiler!

Ve birden, pür-neşe bir halde,
Çığlık, çığlığa, insanlık, yaşam, fışkıran,
Bu ülke, giderek büründürüldü
Bir mezar, kabristan, ölüm, sessizliğine!

Tek bir ses, yoktu,
Tek bir çığlık,
Tek bir yürek,
Tek bir haykırış!

Hiç kimse; hiçbir şey, sormuyor.
Hiç kimse; hiçbir şey, demiyordu.
Ne rüzğar kımıldıyordu.
Ne yaprak!

Zihinler bile, donup, durmuş,
Kımıldamaz olmuştu.
Yalnız, derinlerde, içten içe, yüreklerde.
Yitik bir ülke, yitik bir aşk, acısı, sızlıyor, kanayıp, duruyordu.

Tamda, dolanıp, durur, gidip, gelirken.
Uçurum kenarı, yok oluş, bitiş sınırlarında.
Işık bahçelerinin, huzmeleri ve yaşam tohumları serpildi.
Mezopotamya topraklarına

Zerdüşt,
Demirci Kawa,
Mani, ardıllarınca…
Yeniden, doldu umutla.

Bu yaralı, kanayan, yaşlı coğrafya!
Sarsıldı, durdu.
Dipten gelen,
Dev, devindirici, devasa dalgalarla!

Ah Mezopotamya!
Hani o, kutsanmış gücün, kudretin!
Gök ve yeryüzü hakimyetin.
Şimdi nerelerde ve sen ne hallerdesin…

Tiz, kısık hançerene takılı,
Düğümlü kalmış sesin.
Çık, haykır,
Türkü söyle, çığır!

Çünkü sen,
İlk aşkın,
İlk sevginin,
Özgürlüğün, yaşandığı, yeryüzü cennetisin!

Çık haykır, Mezopotamya, bütün dünya,
Dinlesin, bilsin.
Çın, çın diye çınlayan ve
Mavi çini sesleriyle, çalkalanıp, sarsılan

Adı ve kendi yasaklı, ülkenin, şehirlerinde
Yaşanan, firari gecelerini ve
Düşlerimizde ki; o dört parçalı, sevgiliyi!
Gözümde tüten; her bir güzelliğini…

Ah Mezopotamya!
Hani o katran, karası, siyah, bazalt taşlarla döşeli,
Yolların, cadde, sokak,
On bin yıllık, neolotikten kalma köylerin!

Birde, ince, narin örülmüş ve
Güç-rünleriyle süslenip, nakşedilmiş,
Masallar, rüyalar şehri olan ve
Gökyüzüne; kat, kat teraslar halinde yükselen.

Fildişi, akik,
Lapis-lazuli,
Kehribar, zümrüt,
İşlemeli köşkleri,

Sarayları, hanları,
Hamamları ve yüreğimi;
Derinden, dağlayan, hasreti!
Bu seksen iki burçlu, on altı kaleli şehri Amedi.

Bütün kentlerinin tapınakları, gizi,
İhtişam ve ürperten kasveti!
Varsın, bütün dünya, duysun,
Görüp, tanısın seni…

Uygarlık; tarih, yaratan topraklarını, vadilerini!
Ayaklanıp; isyana duran, dağları,
Cudiyi, gabarı, sipanı, kandili,
Ve Nemrut, harabelerinde, güneşin o, muhteşem, doğuş şölenini!

Beti, bereketi, buğday başakları, harran ovası, sonsuz stepleri!
Irmakları, gölleri, dicleyi, fıratı, zap ve muratı!
Munzur çayının, kutsal güzelliğini, çık haykır,
Mezopotamya, çık haykır, duysun tüm dünya, seni, sesini…

Ah Mezoptamya!
Uygarlık doğuran, yaşlı, bilge ana!
Hani nerde, yarattığın o, efsunlu,
Büyülü, mitsel dünya!

Tapınaklarının yerinde,
Artık, yeller esiyor, baksana!
Ne mitoloji, din!
Ne felsefe, bilimin kaldı senin!

Her biri; pey der pey yağmalandı,
Aşırıldı-çalındı değerlerin.
Oysa her yıl çevirimi, dört mevsim,
Sen yine sensin!

Yine, yeni, patlamalara, icatlara,
Barış uygarlık adlı, çocuklara,
Doğumlara, gebesin!
Ah Mezopotamya, güneş ülkesi, sonsuzlukların ötesi, sesi…

İnsanlığın; ana rahmi, beşiği!
Doğunun incisi, nur tanesi!
Ve tutsaklığın;
Trajik, hazin, dramatik, hikayesi!

Silkinip, kalkmayacak mısın?
Bu ölümcül, uykudan!
Yoksa bir daha,
Uyanmayacak mısın?

Bak akıp gitti zaman!
Akıp gitti!
Ve tam,
Beş bin yıl, gelip geçti!

Beş bin yıl, takvimlerin yaprağıylan
Hani, nerde kaldı?
O şaşalı, görkemli, doruk dönemi!
Ve yükselişlerin, tıpkı gökyüzündeki, yıldızlar gibi…

Ziğuratlar, yarattığın
O, bütün, yüce, icatlar!
Nerde şimdi, öz yasalar, ‘me’lerin
Üzerlerine titrediğin,

Tanrıçalar, kadınlar…
Her biri, aşağılandı, horlandı,
Yerle yeksen oldular!
Ne, yasaların var, şimdi senin.

Ne de hakkın, hukukun!
Ve o; tanrıçalaştırdıkların.
Ancak; şeytani, kurnazlık yetisiyle, bezeli,
Erkeğin; silüeti-silik bir gölgesi olmaya, yakın

Hala, bir tek, seni arıyor onlar.
Bir tek seni!
Ta, içten,
Ta, yürekten, anıyorlar…

Ah Mezopotamya!
Devrimler,
Destanlar,
Hayaller, ülkesi ana!

Bu ne büyük, bir acı,
Bu ne büyük, çelişki senin ki!
Utan ey; acıyı yaratan, şeytanın oruspusu,
Ve ruhunu, tek meteliğe satan, insan kılıklı tiran!

Varsın, inkarın artsın,
Zulmün çoğalsın,
Ruhunda, kararmadık, zerreleyin tek bir, yer,
Onur, denen haysiyette kalmasın

Çoğal, ey acı, çoğal, sancılar sarsın seni,
Sancılar kaplasın,
Ağıtlar, yakılan, o, yitik, ülkeyi!
Habercisi değil mi, sancılar, yeniliğin,

Hayatın, ta kendisi ve doğumun müjdecisi!
Uyan ey Mezopotamya, uyan!
Sıyrıl, bu gaflet uykusundan!
Yeter, beş bin yıldır, uyuman…

Ve ihanetin, hışmına,
Gazabına, uğraman!
Uyan ey Mezopotamya!
Son seslerin, sesiyle uyan..!

Ali Candan

Not: Bu şiir’imi, yaşadıkları kentleri, kasabaları, mahalleleri, sokakları, evleri, iş yerleri ağır silahlar, tank, top ateşleriyle bombalanarak barbarca yakılıp, yıkılan yerle bir edilen. Kendileri, sivil, silahlı, çoluk çocuk, kadın, erkek, ana rahminde bebek, yaşlı, genç ayırtedilmeden canavarca hislerle öldürülerek ve dahi cesetleri, Cizrede, Surda günler ve haftalarca yerde bırakılan, bayanlarının cesetleri alçakça çırılçıplak soyulup teşhir edilen, erkeklerin cesetleri zırhlı araçların arkasına bağlanıp vicdanları kanatan bir vahşete maruz kalan. Hala bu gün bile bu vahşet tehditiyle yüz yüze olan özel olarak Şırnak, Nusaybin, Sur, Gever halkına ve tüm yalınayaklı, mazlum ve acılı halkımıza armağan ediyorum. Bu kahraman halkın nacizane bir evladı olmaktan onur duyuyorum. Dünyaya bin defa gelmek mümkün olsa yine bu cesur, fedekar, asil, soylu ve direnişçi Kürt halkının ferdi olarak gelmek isterdim. Bu halkın önünde saygıyla eğiliyor ve acılar içinde yanan halkımı canımdan daha çok seviyorum. Keşke canımı vermek halkımı yaşadığı acılardan kurtarabilse. Ve ben bir değil bin defa bu halka canımı verebilsem. Ama çok iyi biliyorum ki kurtuluşumuz artık can vermek ve can almakla değil. Aklımız, yüreğimiz ve ellerimizin birleşmesi. Ölüm yerine yaşamayı, yaşatmayı kendi içimizde birlik olmayı ve bizi insafsızca öldürenlere karşı nasıl ki Rojavada silahla tüm dünyanın hayranlık duyduğu şekilde savaşıyorsak. Burada da bizi canavarca hislerle öldürmelerine imkan vermeyecek bir sivil itaatsizlik, sivil direnişi, Gandi, Tourer, yöntemini seçmekle mümkün olacaktır. Aksi halde çoluk ve çocuğu çok iyi öldürmeyi bilen. Allah û ekber diyip, kitaba inanan ve müslüman olduğunu söyleyen katiller bize yine ölüm kusacaklar…

Teletex News24 

About Post Author

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: