“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurat-10) ayeti, bütün müminler arasında kardeşlik hukuku oluşturmanın temel ilkelerini ortaya koyuyor. Bir yerde haksızlık varsa, ‘hakkın teslim edilmemesi” için, düşmanlık, inatlaşma, öfke, çatışmalar sürüyorsa. Kavga varsa bu kardeşlik hukuku gereği, uzlaşmaya zemin hazırlanmalı. Sorun çözülmeli ve sorunun çözülmesine yanaşmayanlara karşı topyekûn mücadele başlatılmalıdır. Kardeşlik hukukunun olmadığı yerde, kardeşlikten söz etmek dürüstlükle, hakikatle, inançla bağdaşmaz; sadece samimiyetsizlik ve bir aldatma örneği olarak kalır. Kardeş kardeşin hukukunu çiğnemez, onu dışlamaz, ona üstünlük taslamaz, üstünlük kibriyle kendi doğrularını dayatmaz, öteki görmez, onu ikinci sınıf saymaz ve sadece kendisine hizmet eden bir mürid olarak görmez. Kardeş kardeşi korur, kendisine hak olarak gördüğü her şeyi ona hak görür, bunun inandıklarının gereği olduğunu bilir ve bunun sorumluluğunu yerine getirir. Ütopyalara, hayallere, gerçek dışı beklentilere sığınarak sorumluluktan kaçmaz. Zor zamanlarda ona yardım eder, onunla birlik olur, onu kendisiyle eşit görür. Bir sorun yaşıyorsa, sorunun bertaraf edilmesi için samimi duruş sergiler. Zaafa uğratılmış, hakkı gasp edilmiş, hak taleplerine imha konsepti içerisinde karşılık verilmiş olan mazlum insanlardan taraf olur. Taraf olması, sadece ‘dostlar pazarda görsün’ anlayışı içinde olmaz.
Kardeşlik, insanın her hakkı sadece kendisini için hak görmesi değildir. Bu tutum, üstünlük taslama, kibir zaafıdır. Kardeşlik hukukunun formatlandığı zeminlerde bir de suçluluk duygusuyla biçimlenen itham saldırganlığıyla gerçeği gizlemeye çalışmak…
“Ayrılıkçılık”, “bölücülük”, “ulusçuluk” kavramları var. Kürtleri dört parçaya bölen aklın avukatlığını yapan, bu bağlamda bölücülük ithamını ümmet üzerinden maskeleyerek beyan eden Türkiye İslamcılığı ve muhafazakarlık şekilciliğiyle piyasada statü elde eden kişi ve grupların, bu suçlamalarını Kemalist tezlerden ve Kemalist zihniyetini içselleştirmelerden aldıklarını, birikimlerinin bu ırkçılık kaynaklı olduğunu anlamalarını beklemek saflık olur. Onların zihin dünyalarına göre Kürtler, Doğu’da Farslarla yaşasınlar, Güney’de, Araplarla yaşasınlar, Kuzey’de Türklerle yaşasınlar… Her hangi bir hak talep etmesinler…
Bulundukları ülkenin uluslarına benzesinler, onları kültürleri içerisinde erisinler, gönüllü olarak asimile edilmeyi içselleştirsinler. Sadece itaat etsinler.. İttihat ve Terakkinin icadı olan ulusçuluk yozlaşmasının “tek-tek”lerine teslim olsunlar…”
Ulus devlet ve ulusçuluk kurumlarının retorikleştirdiği bölücülük ithamı, geriye doğru işletildiğinde varacağı yer ve tekabül edeceği tek gerçek, Kürt toplumunun ulus devleti kan üzerinde inşa etmiş toplumların bizzat kendileri tarafından dörde bölünmüş olmasıdır. Dolayısıyla, ırkçılık, bölücülük yapanların Kürtleri dört parçaya böldüklerini unutarak, ırkçılık, bölücülük ithamında bulunması oldukça ahlaksız bir suçlamadır. Eşyanın tabiatıyla bağdaşmaz.
Türkiye İslamcılığı ve belki de dört parçadaki dindarlık iddiaları, Kürt toplumuna karşı zihinsel zehirlenme içerisindedir. Onlara karşı sorunun çözümüne dair sundukları retorik, kavrayışsal, yaklaşımsal ve fıkıhsal açıların tümünde hak ve adaletten fersah fersah uzaktır. Yaşam içerisinde sergilemeye çalıştıkları pratikleri, bilinçaltı zehirlenmeyi sosyal zeminde ırkçılık, ulusçuluk, devletçilik olarak kusmalarıdır. Sergiledikleri veya savundukları bütün tezleri, sorunun çözümünde takındıkları tutum yada tavırsızlık/tutumsuzluk, tam anlamıyla geçmiş politikaları desteklemeye; ‘imha ve inkar’ politikalarını en ağır şekilde uygulayan Kemalizmin onaylanmasına yöneliktir. Ret ettiğimiz İslami referanslarla sorunu çözmeye çabalamak değil, Türkiye İslamcılığının ilgili tutumu veya tutumsuzluğudur. Sistemi dönüştürmeye ideasıyla ortaya çıkıp, rejimin sahiplerince zahmetsiz bir şekilde dönüştürülen devletçi gelenekten gelen İslamcılığın ilkelerinden, inandıklarından, değerlerinden kopmasıdır; ret ettiğimiz. Devlet savunmasını, koruculuğunu yapan iflas etmiş paradigma, insanlığın kurtuluş reçetesi olamaz. Kutsal statüko…
İlahi mesaja uyduğunu iddia edip, tam aksine ırkçı politikalara uyanlara temel eleştirimiz ve suçlamamız İslamcı paradigmanın, Kürtlere, kendi gerçekliğini anlaması ve yerel gerçekliği üzerinden kendisini ifade etmesi, mücadele retoriğini geliştirmesi alanlarını işgal etmeye çalışarak kapatmış olması ve bu zemindeki çözümleri lanetli afarozmalara mahkum etmeleridir. Sermaye patentli projelerinin hipnozumu sayesinde devletçileşen İslamcılık, bütün gücünü ve imkanlarını Kürt meselesinin önünü tıkamaya ve kardeşlik hukukunun sahte maskelere mahkum etmeye harcamış bir pozisyon içerisinde olmuştur. Bütün eleştirilere rağmen ayak direttiği mevziisinden kopmamış ve süfli ilişki ve çıkar ağı içerisinde ilahi misyonundan koptuğunu görmeye yanaşmamıştır.
Dikkat edilirse dört parçada, din kardeşliği gibi ümmetçiliğin de içi boşaltılmış ve Kürtlerin aleyhine Fars, Arab ve Türk/Kemalizm, lehine manipüle edildiği artık inkar edilmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin” esası içerisinde, kardeşlik hukukunu adalet eksenli talep etmek elbette Kürtlerin de hakkıdır. Bu paradigma içerisinde savunulan teorinin, çok gerisine savrulan akıl tutulması ve güç zehirlenmesi içericinde olanların pratikte hiç de savunduklarıyla bağdaşmayan tutum içerisinde politikalar izlendiğini tespit etmek, görmek, eleştirmek, elbette hakkımız olsa gerek. Dikkat edilirse yaklaşık neredeyse bir asırdı aynı zulme maruz Kalan Kürtler konusunda Türkiye İslamcılığının henüz elle tutulur bir retoriğinden de pratiğinden de söz etmek mümkün değil… Ulus devlet yararına kutsal samimiyetsizlik…
En basit şekliyle, Osmanlıdan bu yana Kürtler üzerinde uygulanan imha, zorunlu tehcir, savaş hukuku ve geri bırakılmanın sebebini sorgulayacak bir vicdan ve yürekliliğe sahip olmadan ulvi değerlerden söz edebilmenin çok da inandırıcı olmadığını bilmeleri gerekir. Kürtlerin yaşadıkları bölgelerle, kendilerinin yaşadıkları yerler arasında vicdanlı bir kıyas yapmaları mümkün mü? Sanmıyorum… Üstünlük zehirlenmesi..
Geri bırakılmışlık, eğitimsizlik, OHAL’ler, sıkıyönetimler, yıkımlar, çatışmalar, baskılar, militarist baskılar, tanklar/zırhlı araçlar altında ezilen bedenler, çaresizlik neden hep “kardeş” denilen Kürtlerin kaderi haline getirildi? Çorum, Yozgat, Çankırı, Kastamonu, İstanbul ve benzeri gelişmiş kentleri düşünelim. Oralar sıkıyönetimlerle mi idare ediliyor? Orta Anadolu’da, Batı Anadolu’da “faili meçhul” cinayetler mi var? Oralarda da insanlar kaçırılıp cesetleri birkaç gün sonra, şurada-burada bulunuyor mu? Veya öldürülen gençlerin bedenleri çıplak bir şekilde medyaya teşhir mi ediliyor? Petrol kuyularında ve sokaklarda çocuklarının kemiklerini arayanlar analar mı var? Nevala Kesaban ile anılan katliamların görüntülerini yansıtan derelere mi sahip bu kentler? Veya, kaçırılan insanlardan hiç haber alınamaması oralarda da oluyor mu? Köyler, ormanlar yakılıyor mu? Korkunun, dehşetin kol gezdiği sokaklardan kan ve ciğerlerini kedilerin yediği ceset kokuları geliyor mu? Militarist baskılardan, korku imparatorluğundan, JÖH, PÖH, Esedullah, Saadat gibi derin yapılanmaların kendisini hissettirmesinden, ‘Beyaz Toroslar’dan dolayı zorunlu göç var mı? O kentlerde, “devlet Türklere baskı yapıyor” diyen tek insana rastlanır mı? Ülkeyi yönetenler, onları da “Beyaz Toroslar”la tehdit edebiliyor mu? Güvenlik güçleri mensubu oldukları pozlarını veren güçler, onların yatak odalarına çirkin yazılar yazabiliyor mu? Onların çocukları başka illerde sırf etnik kimliğinden dolayı linç edilip, parçalanıyor mu? Mafya bozuntuları, onların kanlarıyla banyo yapmakla tehditler savuruyor mu?
İç Anadolu’da, Batı Anadolu’da, Ege, Akdeniz, Karadeniz’de JİTEM, Kontra devletin asıl sahiplerinin kendileri olduğunu söylüyorlar mı? Buralarda da köylüler, evleri yakıldığından yerlerinden, yurtlarından ediliyorlar mı? Bütün bunlar hep Kürtler için uygulanmıyor mu? Peki, bu kardeşlik hukukunun hangi maddesine uygunluk arz ediyor? Düşüncesini bile açıklamasına yasak konulan, en küçük bahaneyle ağır cezalarla cezalandırılan, onlara karşı işlenen suçların yasayla suçsuzluk kategorisinde değerlendirildiği sadece Kürtler değil mi? Neden! Türkler, Kürtlerin yerinde olsaydı bunca katliama, haksızlıklara, hukuksuzluklara ve zayıf bırakılmaya maruz kalsalardı, kendilerine yönelik suçların yasa ile suçsuzluk perspektifinde değerlendirilseydi hala da kardeşlikten söz edebilirler miydi? Yüz yıldır neden Kürtlerin yaşadıkları bölgeler, öteki muamelesi görüyor ve geri bırakılmışlık onlara kader olarak dayatılıyor?
Kalkınma Bakanlığı tarafından yaptırılan araştırma, illerin ve bölgelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralaması, kardeşliğin aslında nasıl bir şey olarak düşünüldüğünü gösteriyor… Gelişmişlik seviyesi, demografik yapının bozulması. Eğitim, sağlık seviyesi. Sosyal yapılanma.. İstihdam, yatırım, sermayenin kazanılan yerde tutulması, eşit paylaşım, rekabetçi ve yenilikçi kapasite alanının gelişmesi. Mali kapasite, erişilebilirlik/ulaşım ve yaşam kalitesi hap ayrımcılık, bölücülük ve öteki görme politikalarını gösteriyor. Belirlenen anlayış resmi bir skalada tutuluyor. İsmet İnönü ve Kazım Karabekir’in Kürtlerin yaşadıkları bölgelere yönelik raporlarının inşa ettiği akıl, haritaya yansıyan görüntüdür. Öteki görme aklı, araştırma sonucu ortaya çıkan haritada mücessemleşmiş adeta… Yıllarca ulaşım ve eğitimden yoksun tutulan bölgenin travmatik sonucunu yansıtıyor. Yatırımlar, sadece seçim dönemlerinin hatırlanan pansuman politikaları. Olayı bu harita özetliyor… “Görünen köy kılavuz istemez!” gerçeği…
1. Bölge İlleri en gelişmiş şehirler İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Antalya, Bursa, Eskişehir, Muğla. 2. Bölge İlleri Tekirdağ, Denizli, Bolu, Edirne, Yalova, Çanakkale, Kırklareli, Adana, Kayseri, Sakarya, Aydın, Konya, Isparta. 3. Bölge İlleri Balıkesir, Manisa, Mersin, Uşak, Burdur, Bilecik, Karabük, Zonguldak, Gaziantep, Trabzon, Karaman, Samsun. Araştırmaya göre Marmara Bölgesi’nin en geri kalmış ili olan Bilecik, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en gelişmiş ili olan Gaziantep’ten ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin en gelişmiş ili olan Elazığ’dan daha gelişmiş. 4. Bölge İlleri Rize, Düzce, Nevşehir, Amasya, Kütahya, Elazığ, Kırşehir, Kırıkkale, Malatya, Afyonkarahisar, Artvin, Erzincan, Hatay, Kastamonu, Bartın, Sivas, Çorum. 5. Bölge İlleri Sinop, Giresun, Osmaniye, Çankırı, Aksaray, Niğde, Tokat, Tunceli, Erzurum, Maraş, Ordu, Gümüşhane, Kilis, Bayburt, Yozgat, Adıyaman. 6. Bölge İlleri En geri kalmış iller olarak anılıyor. Diyarbakır, Kars, Iğdır, Batman, Ardahan, Bingöl, Urfa, Mardin, Van, Bitlis, Siirt, Şırnak, Ağrı, Hakkari, Muş.
[caption id="attachment_40445" align="alignleft" width="150"] Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan[/caption] NATO Zirvesi vesilesiyle Biden-Erdoğan ve ABD-Türk heyetleri görüştü. Ne verildi,...
[caption id="attachment_40427" align="alignleft" width="150"] Yakıp Aslan[/caption] İkinci Meşrutiyet İslamcılığının, dönemin şartlarına uygun özelliklerini belirledikten sonra Osmanlı İslamcılarının hangi noktada İslami...
FİLİSTİN BOYUTUNDA İSRAİL-İRAN KAPIŞMASI Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan [caption id="attachment_40445" align="alignleft" width="150"] Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan[/caption] Son...
Peker’in yayımladığı videolar mafya, devlet, siyaset üçgeninde gelişen kirli ilişkileri ortalığa saçtı. Susurluk skandalında yer alan dönemin aktörleri, bugünkü Saray...
Average Rating