Türk Devleti’nin Kürdistan’ı işgal planları ve buna zemin sunanlar.

Read Time:12 Minute, 37 Second

Fecri DOST
Öncelikle yazıma başlamadan önce Türk devletinin Kürde ve Kürdistan coğrafyasında geçmişten günümüze uyguladığı politikaları ve Kürdlerin tarihsel hataları ile ilgili bir durum değerlendirmesi yapmakta fayda vardır.
Unutulmamalı ki geçmişi iyi analiz edemeyen ve ders çıkaramayan bir toplum geleceği de kurgulayamaz. Düşmanın geçmişte yaptıkları, geleceğin yapılacaklarıdır. Bu bakımdan hem geçmişimizden ders almak hem de düşmanın geçmişte yaptıklarına bakarak gelecekte de ne yapmak istediğini ve neler yapabileceğini anlamak mümkündür. Geçmişe takılmadın ama geçmişin muhasebesini de mutlaka yapmakta fayda vardır.

Kürdlerin inkarı ve Kürd coğrafyasını işgal etme üzerine kurulu Türk Devlet zihniyetinın zihin kodları.

Türk devlet aklı zihniyetinin kodlarında Kürd halkına ve diğer halklara yönelik Osmanlı’nın son yüzyılında ortaya çıkan “itaat’i terakki” zihniyetinin öngördüğü bütün halkları asimile ederek, Türklüğe devşirmek, devşirdiği toplumdan bir Türk islam sentezli ulus devlet yaratmaktı. Bu bağlamda Kürd halkını öncelikle edebiliyorlarsa asimile etmek, asimilasyonla yok edilemiyorsa eğer kayıtsız şartsız biat ettirmek, Bu da olmuyorsa eğer katliamlardan geçirip evini, yuvasını, köyünü, kasabasını, şehrini, tanklarla, toplarlala, uçaklarla, helikopterlerle yerle bir edip göç ettirmek. Son olarak 2015‘te Kürdlere yönelik başlatılan katliam ve zülüm 1921 Koçgıri kaliamı, 1925 Şêx Said katliamı, 1930 Zilan katliamı, 1938 Seyit Rıza Dersim katliamlarını aratmamaktadır. Yani 20. ve 21.yy’da Kürdlere yönelik yapılan asimilasyon, baskı, katliam ve göç ettirmelere bakıldığında bunun somut verilerini her ‘Kürdler kardeşimizdir’ dediklerinde görebiliriz. 100 yıllık Cumhuriyet döneminde her ne kadar değişik ideolojilerdeki partiler iktidara gelmişse de bu uygulamalar kesinlikle değişmemekle birlikte daha da özverili bir şekilde çeşitlendirilerek sürdürülmüştür. En son iktidarı ele geçiren Erdoğan -AKP deyim yerindeyse gideni aratan gelen olmuştur.

Kürdlerin tarihsel hataları ve eksiklikleri.

İstilacı, işgalci ve asimilasyoncu Türk devletininin temel politikasını tespit ettikten sonra Kürd cephesine baktığımızda durum daha da vahimdir. Kürd tarihini incelediğimizde Kürderin bugüne kadar neden bir devlet veya statü sahibi olmadığını, geçmişten günümüze gelen hataların bugün de tekerrür ettiğini görmekteyiz. Kürdlerin tarih sahnesine ilk defa Hurriler adıyla MÖ. 3000 yıllarında çıkmaları ve tarih sahnesinden silinmelerinin temel sebebi olan aşiret özlü topluluklar, rolünü oynadıktan sonra yerini bir üst toplumsal yönetim organizasyonu olan sınıflı yani devletli topluluklara bırakırlar. Fakat bu durum Kürdlerde gerçekleşmedi. Kürder de ancak zaman zaman birkaç aşiretin birleşimi ile konfederasyona ulaşmışlar.

Dolayısıylada ancak yarı devletler kurabilmiştir. Bu yönetim biçimi kaldığında ise içinde yer alan aşiretler tekrar kendi bölgelerine çekilip varlıklarını sürdürmüşlerdir. Genel olarak aşiret yapılanması Kürdler de iki yönde rol oynamıştır. Birincisi Kürt toplumunun uygarlık sahnesinden çekilişini önlemiş günümüze taşımıştır. İkincisi ise toplumun özgür gelişimi önünde ayakbağı olmuş birlik ve beraberliğe yol vermemiştir. Ve bugüne kadar bu gelenek hep süregelmiştir. Sırasıyla Hurriler, Gutiler, Mitaniler, Urartular, Lulular, Kasitler, Haldiler, Medler’e kadar Kürdlere hep kaybettirmiştir. Bu yönüyle de adeta tarih tekerrür etmiş gibi geçenlerde 190 aşiretin işgalci Türk devletine Van’da yaptıkları basın açıklamasıyla verdikleri destek deklerasyonu somut bir örnektir.

Tarih tekerrür mü ediyor?

Bugüne baktığımızda bunun yerini bugün de partiler almış durumdadır. Güney Kürdistan’ın fiilen üç parçaya bölünmesi, Güney Kürdistan’da iki ayrı ordunun olması, Güney Kürdistan Meclisi’nin tamamen işlevsiz hale getirilmesi, Güney Kürdistan ile Batı Kürdistan arasında işgalciler tarafından konulan sınırın bugün Kürdler tarafından savunulması hatta geçmişten daha da katı bir şekilde bu bölünmüşlüğün savunulması ve geçişlere izin verilmemesi; yine Batı Kürdistan da bir kısım Kürdlerin işgalcilerin Kürdlere karşı kurdukları çete odaklarıyla işbirliği yapması, Kürd partilerinin bir araya gelip ulusal bir birliği inşa etmemesi beş bin yıllık tarihin tekerrür ettiğinin somut verileridir.

Onun için tarih tekerrür mü ediyor diyorum ve tarih gerçekten de tekerrür ediyor gibi. Kürdlerin ataları Hurriler Milat’tan önce 3000 yıllarında yaptıkları hatayı bugün torunları tarafından sürdürülmesi acı vericidir. Kürdistan’ı işgal eden devletler onlarca devlet kurarken ve devşirme bir ulus yaratırken Kürdlerin beş bin yıl önceki atalarından bugüne değişmediklerini görmek nasıl bir akıl tutulmasıdır doğrusu bilemiyorum ve anlamakta mümkün değil. 2011 yılında arap dünyasında başlayan ayaklanma ile birlikte Suriye’de başgösteren protesto eylemlerinin iç savaşa evrilmesinden sonra bir kez daha Kürdistan coğrafyası savaşın ve paylaşımın adeta merkezi haline gelmiştir. ABD dış ilişkiler bakanı sözcüsü Mark Tonner’in dediği gibi Kürdlerin parçalı duruşu kapıya gelen fırsatı kaçırıyor. Ve kimi partilerin işbirlikçi anlayışları, Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtıldığı bu süreçte Kürdlere bir kez daha kaybettiriyor.

Türk devletinin Cerablus işgali ve Güney Kürdistan’daki varlığı, yine Musul operasyonuna katılma ısırarları, Kuzey Kürdistan’da Kürtleri soykırımdan geçirerek demografik yapıyı değiştirmesi Kuzey Kürdistan’ı Kürdsüzleştirme ve diğer parçaları da yeniden işgal etme planları gösteriyor ki, Kürdlerin parçalı durumunu fırsat bilen işgalcı, istilacı, asimilasyoncu Türk devleti, statüsüz, devletsiz Kürdistan coğrafyası’nı ganimet olarak önüne koyan, Kürdün yurdunu deyim yerindeyse batmış geminin malları gibi ganimet görmekte ve her gün Kürdistan coğrafyasının bütününü işgal etme plan projelerini geliştirmektedir.

Elbetteki Türk devletinin Kürdistan coğrafyasının tamamını işgal etme planları bugün yapılmış değildir. Bunun tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Fakat Kürdlerin parçalı duruşları Türk devletinin iştahını kabartmakta ve işgale yönelmesini cesaretlendirmektedir. Mezopotamya’nın en kadim halkı ve tarih sahnesine beş bin yıl önce çıkan Kürdler beş bin yıllık tarihi boyunca eline geçen bütün fırsatları çar-çur ederek bugüne gelmiştir.

BU GÜNE BAKTIĞIMIZDA KÜRDLERDE DURUM:

Kürdler tarihsel olarak sömürge,
Politik olarak trajik,
Psikolojik olarak depresif,
Etnik olarak hergün bombalanan,
Ekonomik olarak yoksul,
Ahlaki olarak moralsız,
Sağlık olarak hasta,
Hukuki olarak kimliksiz,
Coğrafi olarak beş parça,
Fizyplojik olarak dilsiz,
Sanat ve edebiyatta asimile olmuş,
Mantık olarak parçalanmış,
Arkeolojik olarak çalınmış,
Sosyolojik olarak dağınık,
Matamatiksel olarak 45-50 milyon olan ve vatani ümmet dedikleri sözde din kardeşleri tarafından işgal edilmiş bir halktır. Kürdler yüz yıllardan beridir bu şartlar altında var olma mücadelesini vermektedir.

Şimdi bu durum tespitini yaptıktan sonra asıl konumuza dönelim: Türk devletinin Kürdistan’ı  işgal planlarına.

Yukarda saydığım katliamlardan sonra 1930 tarihinde Ağrı isyanı bastırıldıktan sonra Türk gazetelerinde şu manşet atılıyordu: Ağrı dağını karikatürize eden bir mezartaşına kazınmış yazıda aynen şöyle deniyordu; Muhayyel Kürdistan burada metfundur. Yani hayali Kürdistan burada gömülüdür deniyordu. İşte yukarda dile getirdiğimiz katliamlardan sonra Kürd halkını & ülkesini mezara gömdüğünü zanneden zihniyet, 54 yıl sonra 1984’te PKK nin silahlı mücadeleye başlamasıyla Agit’in sıktığı ilk kurşun ile daldığı derin uykusundan uyanmıştır. Uykusu kaçan, hayalleri kabusa dönen Türk devleti bir yandan Bakurê Kürdistan’da asimilasyon, katliam ve göçertmeyi derinleştirirken öte yandan da gözünü Kürdistan’ın diğer parçalarına özellikle de Başur’ê Kürdistan’a dikmiştir. Çünkü o dönem Başur’ê Kürdistan statü elde etmeye en yakın parçadır. Dolayısıyla da Türk Devletini Başur’da Kürdlerin elde edeceği bir statü Bakur’ê Kürdistan’ı da tetikleyecek endişesi ve korkusuna sevk etmiştir. Türk devleti hedefi büyütmüş Kürdlerle mücadeleyi, savaşı kendi sınırları dışına taşırma kararı almış ve ABD’nin Saddam rejimine müdahalesi ile fiilen statüs sahibi olan Başur’ê Kürdistan’ı işgal planlarını yapmış ve bu çerçevede PKK’ye karşı yürütmüş olduğu Savaşı’nda Başur’ê Kürdistan’da bulunan gerilla alanlarına yönelik operasyonlar düzenlemeye başlamıştır.

Türk devletinin Başur’ê Kürdistan’a yerleşmesi ve gerilla alanlarının bombalanması. Kürd inkar politikası temelinde gerilla alanlarına operasyonlar düzenlemesi her ne kadar savaş stratejisi için vazgeçilmez bir temel olsa da sadece PKK’ye karşı bir mücadele olarak ele alırsak sanırım eksik bir tespit yapmış oluruz. Asıl mücadelesi Kürtlerin inkarı çerçevesinde Irak’ta faaliyet göstermektir. Türk devleti Misak’ı Milli Antlaşması temelinde Musul Kerkük hattını kendi sınırı olarak görüyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa ve İngiltere Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaşırken Türkiye’yi tamamen buralardan kovmuştu. Bunu hazmedemeyen Türk Devleti hep Osmanlıcılık hayalleri kuragelmiştir bu günlere.

2014 yılında DAİŞ çetelerinin Türk Devlet’inin Musul Konsolosluğu’nda 49 çalışanını da rehin alması Türk devletinin Musul’u yeniden elde etmesi için planlanmış olduğu bir operasyon olarak ele almak yanlış olmaz herhalde. Türk devleti PKK’ye karşı kapsamlı operasyonlar düzenleyenbilmesi için askeri varlığa ihtiyaç duyuyor. Bu anlamda Başurê Kürdistan’da  yani Barzani’nin başkanı olduğu Kürdistan’da 13 askeri karargah kurmuş durumdadır. Türk devletinin resmi verilerine göre bu üsler de toplam yedi bin özel eğitimli asker bütün araç-gereç ve ağır silahlarıyla birlikte bulunmaktadır. Bütün bunlara son olarak kurulan Beşika kampı da eklediğimizde bu rakam 10 bin’i bulunmaktadır. Bunun yanında 58 tank, 27 panzer 18 obüs topları ki bunlar 40 km menzilli ve yüzlerce havan, omuzdan atılan roket atarlar ve tanksavarlar, yüzlerce makineli ağır silahlar bulunuyor. Ancak bu sayının 2015 yılında değiştiği tank, top, tanzer ve diğer askeri araç ve gereçlerin sayılarının bunun çok üstünde olduğu söylenmektedir.  Bugün Rojava Peşmergesi dedikleri grupları da burada Türk askerleri tarafından eğitilmişlerdir. 


Türk devletinin Başur’ê Kürdistan’da yürütmüş olduğu faaliyetler sadece PKK ile mücadele etmek için midir?

Türk devletinin BaŞur’ê Kürdistan’da yürütmüş olduğu faaliyetler sadece PKK’ye karşı yürütmüş olduğu faaliyetler ile sınırlı değildir. Daha derin ve kapsamlı çıkarlar ve Kürdistan coğrafyası’nı yeniden işgal etme niyeti söz konusu dur. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte Ortadoğu’daki yeni devletler İngilizler ve Fransızlar tarafından oluşturulurken parçalanmış bir Osmanlı imparatorluğu üzerinden kendini inşa eden Türk devleti başta Irak üzerinden sınırlarını oldukça geniş tutmaya çabalıyordu. Fakat İngilizlerin gücüne karşı çok da çıkamıyordu. Türk devletinin yapılan antlaşmalara göre Musul ve Kerkük’ü kendi devleti sınırları olarak belirlemişti ancak 1926 Ankara antlaşması bu şehirleri İngilizler idaresi altında olan Irak’a toprak bütünlüğünün sağlanması şartıyla vermişti. Türk devleti toprak bütünlüğü şartıyla Musul ve Kerkük’ü terketmişti fakat Irak’ta bir bölüme yaşanırsa Türk devletinin yapılan antlaşmalara göre Musul ve Kerkük’ü işgal etme hakkı vardı yapılan antlaşma da. Türk Devleti içindeki ontolojik yaptı Musul’u her zaman kendi toprağı olarak görmüştür ve Musul’da sürekli varlığını farklı şekillerle korumaya çabalamıştır. Türk devletinin çabaları Musul’da başta siyasi etkisini arttırmakla sınırlıydı bu bağlamda Musul valisi El Nuceyfi’yi kendisine yakın tutması, Barzani ile ticari ilişkilerini artırması ve benzeri konularda etkisini artırmaya çabalıyordu.

Bunun yanında askeri çabalarda 1984’ten itibaren gündeme gelmiş fakat ciddi anlamda bir varlık gösterememiştir. DAİŞ çetelerinin Musul’u işgalini gerekçe göstererek askeri bir müdahaleyi gündemine alan Türk devleti 1926 Ankara anlaşmasına dayanarak DAİŞ çetelerinin Musul’u işgal etmesini ve Irak devletinin fiili bir bölünmeyi yaşamasını gerekçe göstererek uluslararası alanda askeri bir müdahale için gereken yasal gerekçeyi yaratmak istediği fakat bu argümanlar soyut kaldığı için genel argümanlara dayanarak askeri bir işgal söz konusu olmazdı. Buna uluslararası güçler tarafından izin vermezlerdi, Bu argümanları destekleyen daha somut gelişmeler gerekiyordu. Türk Devleti’nin Musul Konsolosluğu DAİŞ çetelerinin baskısına uğraması 49 çalışanının rehin alınması bizzat Türk devleti tarafından planlanan o somut gelişme olacaktı. Bunu gerekçe göstererek uluslararası güçlerin desteğini de almak istedi ve bu senaryo DAİŞ çeteleri ile birlikte anlaşarak gerçekleştirdi.

Türk devletinin DAİŞ ile olan işbirliğinin uluslararası alanda açığa çıkması.

DAİŞ çetelerinin Türk devleti tarafından yönlendirildiği Rus yönetimi tarafından resmen dile getirildi ve ayriyeten bir çok siyasetçi medya kuruluşu ve devlet yetkilileri tarafından da dile getirildi. Bu kanıtları göz önünde bulundurarak Türk devletinin bunları planladığını söylemek mümkün. Türk devleti Irak’ın fiili bölünmesinden faydalanarak 1926 Ankara anlaşmasına dayanarak konsolosluk meselesini yarattı ve Musul’a girmeyi ve kendi sınırları altına almak istedi. Musul ve Kerkük’ü kontrol eden Başurê Kürdistan’ı da kontrol eder hesabından Türk devletin esas hedefi büsbütün Başurê Kürdistan’ın güvenliğini sağladıktan sonra kendi sınırlarına dahil etmekti. Ya da kendisine bağlı olacak şekilde Türkmenleri Kıbrıs’ta olduğu gibi başa getirip kendine güvenli bir bölge oluşturacaktı.

Bugün başarılı olamaması bunun bir çok güç tarafından deşifre edilmesinden kaynaklandı. Sonunda Türk devletine kalan tek iş bunun üstünü örtmekti bunun için rehinelerin gizli bir operasyon çerçevesinde çetelerin elinden kurtarıldığına ilişkin bir yalan uyduruldu ve üstü örtüldü. Ancak Türk devleti faaliyetlerinin boşa çıkması çabalarının sonu anlamına gelmiyordu. Türk devletinin Irak’ta yoğun askeri faaliyetlerde bulunduğu herkes tarafından bilinmektedir ve bu faaliyetlerin boyutuna bakıldığında sadece kendi güvenliğini sağlaması için olmadığı görülecektir. Tam tersine güvenlik yerine agresif ve sınır genişletme stratejisi sözkonusudur. Musul ve Kerkük’ün işgal edilebilmesi için Irak’ın bölünmesi gerekiyor ancak bölünme söz konusu olduğunda Türk devleti Musul ve Kerkük’e girme hakkını uluslararası anlaşmalara göre elde edecekti. Onun için DAİŞ çetelerinin Musul işgali bu bölünmenin ilk adımlarıydı. Bir de Mesut Barzani’nin bağımsızlık referandumu söylemleri de bölünme politikasına dahil edilmesi gerekiyor ki Türk devletinin müdahale şartı olan 1926 Ankara antlaşmasının müdahalesi meşhur hale gelsin.

Barzani’nin Türk devletinin planlarında sunduğu zemin. 

Musul ve Kerkük ile başlayan Kürdistan’ı yeniden işgal etme planı Rojava’yıda kapsamına alarak devam etmektedir.  Başur’ê Kürdistan’ı ve Rojavayı işgal etme planları, Türk devletinin Ortadoğu’da hegemon olma çabaları için önem taşıyor. Hegemonya olma çabalarını ise bir yandan Kürd düşmanlığı diğer yandan ise İran’ın Ortadoğu’da güç kaybetmesine bağlamıştır. Irak faaliyetlerinin büyük bir kısmı Kürdleri ve PKK’yi yok etmek içinken Başur’ê Kürdistan’ı işgal ederek Kürt soykırımını da daha üst bir boyuta taşımak istemektedir. Türk devleti Başur’ê Kürdistan’ı işgal ederek Bakur’ê Kürdistana da uyguladığı inkar asimilasyonu Başur’da da uygulamak istemektedir. DAİŞ çetesi kurulurken hedeflerinin Şam ve Bağdat olduğunu açıklanmıştı. Ancak Türk devleti daha sonra DAİŞ çetelerini Rojava ve Başur’ê Kürdistana yönlendirdiği herkes tarafından bilinmektedir. Daha önce hem Irak’ta hem de Suriye’de Baas rejimleri tarafından uygulanan arap kemerinin fikir babaları da yine Türk devletidir.

Türk devletinin bütün çabalarına rağmen kürd’lerin  her gün güçlenerek kazanım elde  etmeleri  Türk devletini yeni bir arayış içerisine sokmuştur.  Bu bağlamda daha önce  eğitmiş olduğu  sözde Rojava peşmergeleri ve  Barzani güçlerini de yanına alarak Şengal’e saldırtmıştır.  Her gün büyüyen,  gelişen ve  Ortadoğu’da güç haline gelen kürtlerin yükselişini,  gösterdiği tüm çabalarına rağmen  önleyemeyen Türk devleti son çareyi kürd’leri bir birine kırdırtmakta bulmuştur.  Ancak Kürd’ler  birbirileriyle savaşırsa daha çok bölünürse,  emellerine o zaman ulaşacağını çok iyi hesaplanmaktadır. Barzani’yi İkidebir türkiye’ye çağırmalarının, sırtını sıvazlamanın temel nedeni de budur.  Maalesef Barzani’de  dört parça büyük kürdistana karşı,  küçük bir Barzanistan için  Türk devletinin yukarıda saymış olduğumuz bütün planlarına hizmet etmiştir, rıza göstermiştir.  Bugün Şengale saldırmalarının altındaki temel sebep de budur. Türk dışişler Bakanı’nın açıkça Barzani bizim en büyük müteffikimizdir ve peşmerge ile birlikte Sincara, Kandil’e yönelik operasyonlar yapacağız demesi boşuna sarf edilmiş bir söz değildir.

Kürdistan’da 1921’lerde başlayarak geliştirilen hem fiziki soykırım hem de kültürel soykırımın bugün yeniden güncellenmesi istenmektedir. Pratikte katliam ve asimilasyon yöntemleriyle uygulanan bu politika bugün Bakur’ê Kürdistan’da yeniden güncelleştirilmiştır. Geçmiş devlet uygulamalarını bugün yeniden bir hatırlatmak ve unutmamak buna karşı durmak için mücadele etmek gerekiyor. AKP, Erdoğan- DAİŞ çeteleriyle Kürdistan’ın en derin ve eski kültürü olan Ezidi’lere yönelirken diğer yandan da bugüne hazırlık yapıyordu. Savaş sürecinde herkese ve her bölgeye uygulayacağı bir politika girişimi oluşturmuştur. Bugün de Kürdistan’ın üç parçasında bu politikanın hem fiziki hem de kültürel soykırım, etkisizleştirme, kültürel mirası asimile etme girişiminde bulunmakla beraber çökertme planı, Rojava’da Arap-Kürt çatışması yaratmak yine Başur’ê Kürdistan’da kürdü kürde kırdırtmak, hakeza Bakur’ê Kürdistan’da ise Arap göçmenleri ile planını başarıya götürmek istemektedir.

Oysaki yürütükleri Neo Osmanlı  Politikalarıyla Suriye ve Irak’ı  kan Gölü’ne çeviren Türk devleti, Arap halkını mülteci konumuna düşürmüştür. Arap halkını içine konulmak istendiği bu soykırımcı politikayı bilmesi ve farkına varması gerekir. Tarihin kirli ve yok edici asimilasyoncu girişimleri her zaman bu tür savaş süreçlerinde savunmasız ve teslim olmuş kesimler üzerinde gerçekleştirilmek istenmektedir. Ancak geçmiş zaman ile bugün arasında çok fark var. Geçmiş Kürd ile şimdiki Kürd arasında büyük bir fark var. Ulus devlet politikasında geçmişin Şark Islahat planı ile günümüz çökertme ve Kürdistan’ın diğer parçalarını işgal planları arasında nitelik ve amaç aynı iken, Kürdistan toplumunda ve insanlarında değişen çok şey oldu. Artık ciddi bir toplumsallığı ifade ediyorlar Kürdler. Özgürlük mücadelesi ile tüm inançlara ve etnik yapılara, kültürel zenginliklere sahip çıkıyor aynı mekanlarda ve aynı amaçla geliştirilen bu saldırılarına ve soykırım planlarına karşı bugün Kürd halkı büyük bir direnişle karşı koyuyor ve zafer mutlaka Kürd halkının olacaktır.

Fecri DOST – Teletex News24



 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: