

Muhtarlarla ”Mahalle Baskısı”!
Devletin, saldırganların yurttaşın yasal davranış ve yaşamına mahalle baskısı yoluyla müdahale eden saldırısını önlemek yerine ona seyirci kalması halinde kışkırtılmış, ısmarlanmış bir mahalle baskısı ortamı doğar ki, bu durumda vatandaş her durumda, her yerde baskı, zulüm ve yobazlığın tehdidine açık olarak yaşamak durumunda olur. Bu durum vatandaşın, kendi giyiminin, davranışının, yemesinin, içmesinin sokaktaki herhangi bir saldırganın değer yargılarına uygun olmaması halinde ölüme kadar varabilecek bir tehdit altında yaşamaya mahkûm olacağı anlamına gelir. Kışkırtılmış mahalle baskısı rejimlerinde devlet, iktidar gibi düşünmeyen, onun kullandığı tornadan çıkmayan vatandaşa karşı mahalle baskısıyla el, ele hareket etmektedir.
Bugün yasal haklarını, temel özgürlüklerini kullanmak isteyen vatandaş, bunları hem devlete hem de onun kışkırttığı kitlelere ya da bireylere yani mahalleye karşı savunmak durumunda kalıyor. Böyle bir düzende vatandaş yalnız devletin erklerini elinde tutan ceberut siyasi iktidarın değil, aynı zamanda onun bir bileşeni olan ‘’mahallenin baskısıyla’’ karşı karşıyadır. İfade, basın, örgütlenme özgürlüğü başlıkları altına giren konularda vatandaş, devlet ve günlük yaşam alanında da devletin koruması altında olan kışkırtılmış mahalle baskısı karşısında savunmak durumundadır. Yaşadığımız dönem vatandaşın devletine ve halkına karşı meşru müdafaa konumuna itildiği bir dönemdir.
Bugün yaşadığımız Globalleşme diye özetlenen dönem, toplumsal ve siyasal kimliklerin kayganlaşmasını, melezleşmesini beraberinde getiriyor. Bu karmaşada dini ideoloji ile milliyetçilik öze yönelik ve bütüncül kimlikler sunarak insanlara bir değere kendini yaslama imkânı veriyor ve böylece yükseliyor. Milliyetçiliğin ‘’modernleşme’’ ile ilişkisinin muhafazakârlaşması, dinsel siyasal geleneklerle kilitlenmesine yol açıyor. Dinin evrenselci ve özgürleştirici maneviyat arayışını daralttığını, milliyetçiliğin dünyevi otorite ve diğer kaynakları mukaddesatçı şekilde yorumlayan bir baskıcı ideolojiyi kuvvetlendirdiğini görmek gerekiyor.
Saldırganların savunmalarını dini ve manevi değerler üzerinden yapması ve bunun İslam hukukuna göre yorumlanıp, salıverilmesi de yadırganmamalı. Tepkiler sonrası yeniden gözaltına alınması, tutuklanması da doğal. Bu olan bitenin ardından bildik çevrelerin saldırgana sahip çıkması da memleketimizin günlük yaşamının parçasıdır. Hepsi ideolojik göstergelerdir bunlar. Bunlar Türkiye de devletin ideolojik geleneği ve bugün AKP’nin şifrelerini çözmek için anlamlı ipuçlarıdır. Vatandaş tepkisini “görev” haline sokan bir zihniyetin sonuçlarıdır bunlar. İşin içine bir de mahalle ahlakına aykırılık girdi mi, sonuç olarak kurban suçlu bile çıkartılıyor.
Muhtarlarla ‘’Mahalle Baskısı’’!
Aslında Türkiye de yaşanan tarihsel pratik bütün ülkeyi tek bir mahalle gibi görmüştür. Bu pratik Mahallede olduğu gibi naralar atarak ülkeye çeki düzen vermeye çalışan ‘’kabadayıları’’; bir taraftan ‘’birlikten kuvvet doğar’’ şiarını kusturacak kadar çok tekrar ederken diğer taraftan patron cemaatlerini kurmakla meşgul olan ‘’muhtarları’’; mahalle baskısının çeşitli örneklerini ortaya çıktıklarında normalleştiren, sorun yapmayan ve hatta destekleyen kahvehane sahip ve sakinleri ve mahallede düzeni ‘’mahalle baskısı’’ kurarak sağlamaya çalışan ‘’mahalle bekçileri’’ etrafında oluşmuştur. Mahalle baskısından endişe duyanların bunlarla ilgili bir sorunu yok.
Bundan doksan yıl önce Türkiye nüfusunun yüzde 75,8’i köyde, yüzde 24,2’si de kentte yaşamaktaydı. Bugün ise durum terse dönmüş, nüfusun yüzde 75,8’i kentlerde yaşarken, köyde yaşayanların oranı yüzde 23,2’ye düşmüştür. Muhtarların önemi köyle birlikte azalmamış, kurum ağırlığı mahalle muhtarlığına dönüşerek önemini korumuş, hatta arttırmıştır. Bir zamanlar kent yaşamında pek ağırlığı olmayan mahalle muhtarları, günümüzde totaliter sistemin ‘’beşik öncesinden, mezar ötesine kadar!’’ sistem mekanizmasının taban örgütleri konumunda günlük yaşamda önemli roller oynayan bir baskı unsuru haline getiriliyorlar.
Mahalle muhtarlarının önemini ilk kavrayan 12 Eylül rejimi olmuştur. Kenan Evren döneminde 12 Mart’ın ‘’Sayın Muhbir Vatandaşının’’ rolü muhtarlara devredilerek resmileşmişti. ‘Tek adam rejimi’ sırasında ise muhtarlar iktidar hiyerarşisinin tabanını oluştururken, ayrıca gerektiğinde zirveyle doğrudan temasa geçme olanağına da kavuşmuşlardır. Düzenli aralıklarla Saray’a kabul edilmekte olan muhtarların tümü 125. Muhtarlar toplantısında Sayın Başkan’ı bir kere de olsa görmüş olacaklardır. Başbakan Yıldırım ‘’biz Türkiye’yi Ankara’dan değil, yerinden yöneteceğiz’’ derken, tabandan tepeye bu mekanizmayı kastediyordu.
Nüfusun çoğunluğu köyde yaşarken, onları jandarma çavuşu ve köy muhtarlarıyla denetleyen sistemin yerelde, kentlerde ki yeni yıldızları artık mahalle muhtarlarıdır. Mahalle muhtarlarını düzenin önemli mihenk taşı haline getirmek onuru da ‘’Reis’’ sistemine aittir. Kişiye hiçbir kişisel tasarruf hakkı bırakmayan totaliter rejimde günlük yaşamın takip edilip düzenlenmesinde, ‘’mahalle baskısının’’ da amaca uygun işletilmesinde muhtarlara önemli roller düşecektir. Tabii bunlarla birlikte ‘’Sayın Muhbir Vatandaş’’ kurumunun öngördüğü işlevler de sürecektir.
Türk usulü başkanlık sistemi diye sunulan Tek adam rejiminin tabandaki özgün kurumudur artık muhtarlık. Totaliter sistemin günlük yaşamını izlemek ve yönetmek olan ‘’Mahalle baskısında’’ devlet ile ‘’Sivil’’ mahalle arasında bir aktarma kayışı olan muhtarlar, mahalle baskısını da devletin istediği doğrultuda yöneterek, onu yarı resmi bir yapıya kavuşturacaklardır.
Devlet’in ‘’Kamunun düzenini sağlamak’’ için resmiyet dışı iş görenler kullanması ile vatandaşın adalet arayışını resmi adalet mekanizması dışında ‘’iş görenlere’’ havale etmesi arasında bir paralellik olsa gerek. Bütün bunlar devletin bir tüzel kişilik olarak değil, bir cemaat olarak çalıştığının işareti olarak yorumlanabilir. Aksi takdirde devlet hukukuna bağlı olarak ve kanunlar ve bürokrasi ile iş görürdü.
Türkiye’de bazı toplantıların temel olarak yasaklanmadığı bunun yerine ‘’Bu toplantıya tepki var, sizi koruyamayabiliriz. ’gibi sözlerle/korkutmayla bir çeşit mahalle baskısının devreye sokulduğunu biliyoruz. Bu ülkenin Başbakanları ‘’mahalle sakinleri’’ tarafından dövülen insanları halkımızın hassasiyetlerine saygılı olmaya çağırırken aslında bu mahalle baskısını yeniden üretiyorlardı. Bugün geçmişte yapıldığı gibi benzer saldırıların kayıtsızlıkla cesaretlendirilmesi başka semt ve şehirlerde potansiyel linç guruplarının bu tür eylemlere göz yumulacağı sonucunu çıkarıp harekete geçmelerine yol açabilir.
‘Milli duygu üretimi’ alanı olarak mahalle baskısı
Bugün kendini gösterdiği ve yeniden üretildiği biçimiyle belli bir siyasi ve temsile dayalı demokrasi formunun bile esasen ortadan kaldırılmaya çalışıldığından bahsedilebilir. Totaliter devletçilik yürütme gücünün yüksek idareye el koyması ve yürütmenin idare üzerinde artan siyasi denetimiyle belirginleşiyor. Ve özellikle tekelci sermayenin kitlesel hegemonyası bu şekilde idarenin ve yürütme gücünün kalkanı altında gerçekleşen bu durum ‘’ekonomik gücün siyasal iktidara destek olmasından çok, bir denetim görevi’’ yapmasına olanak verecektir. Bu çerçevede eğer ekonomik iktidar siyasi iktidarı denetliyorsa bu denetim ekonomik iktidarın ve bu iktidarı doğuran üretim ilişkileri ile hâkimiyet, bağımlılık içindeki sınıfsal yapının korunması ve yeniden üretilmesi için siyasal iktidarın her türlü desteği vereceği anlamına gelir. Bu denetleme, destekleme ilişkisi ekonomik ve siyasal özgürlükler alanında egemen burjuva sınıflar lehine tek yönlü belirleme ilişkisini de ortaya çıkarmaktadır.
Yeni iktidar tekniklerinin devreye sokulmasıyla iktidarın icra edildiği toplumsal yapıya yeni bir maddilik kazandırmayı hedefleyen bir dizi uygulamaların, kanalların, dayanakların düzenlemesiyle oluşturuluyor. Bunu sağlamak için güçlü bir depolitizasyon sürecine gerek duyulmaktadır. Bu sınıf atlama umudunun köşeyi dönme ideolojisi ile birlikte sürekli olarak aşılanmasıyla birlikte gelişen depolitizasyonla Din, aile, ırk vb. kavramlar öne çıkarılarak insanların parti ve sınıf ilişkilerinin ötesinde salt sosyal ve ahlaki sorunlar çerçevesinde toplanmasına çalışılıyor.
Kritik eşiğin aşıldığını düşünen AKP, hem tabanın bağlılığını devam ettirme açısından hem olası toplumsal muhalefet dinamiklerinin gelişmesini bertaraf etmek açısından hem de kendi burjuvalarını daha etkin biçimde doyurma açısından belirli türden siyasi hamleler yapmaya yönelecektir. İşçi hareketine, sosyalist muhalefete, sokak eylemlerine alabildiğine polis terörüyle saldırılacak, insanların yaşam tarzlarına müdahale yönünde daha cüretkâr girişimlerde bulunulacak, itaat eden ve lütuf dilenen bir toplum yaratma yönünde düzenlemeler yapılacaktır. Kentlerin yağmalanmasında daha dizginsiz bir şekilde davranılacak, kentlerde kendi ideolojik yönelimini hâkim kılma yolunda fren mekanizmaları boşaltılacak ve tüm bunlar yapılırken, iktidar sarhoşluğu içinde, her sesini çıkaran hoyratça ezilecektir.
Ne Yapılmalı!
Sonuç olarak atılan adımlar mevcut totaliter yapıyı pekiştirmek üzere atılıyorsa, otoritenin üniformalı ya da üniformasız olarak uygulanması fark etmez, her iki durumda da tereddütsüz ve aynı şiddette karşı çıkmak gerekir. Bu açıdan önümüzdeki dönem otoriter liderlik ve otoriter yönetim tarzını, başka bir otoriter güce ihtiyaç duymadan son vermeyi başarıp başaramayacağı, Tek adam rejimini yeniden oluşturmaya çalışan siyasal aktöre toplumun kendi başına dur diyebilme güç, cesaret ve becerisini gösterip gösteremeyeceği sınanacaktır. Bunun epey sancılı ve büyük gerilimlerle yaşanacak olması doğaldır. Çatışmalı olup olmayacağını ise tek adamın tavrı ve siyaseti esas olarak belirleyecektir. Bunun ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Yaşadığımız süreçte karşılaşılacak şey, çatışmacı üslubun devam ettirilmesi, özgürlük alanlarının daraltılması, muhalif ve taraftarlara karşı izlenen tutumlarda ikinciler lehine doğan sonuçların ise ‘’doğallaştırılmaya’’ çalışılmasıdır.
Mevcut kanun ve düzen, kurulu hiyerarşinin koruyucularının kanun ve düzenidir. Toplumdaki özgürlük ve haklar ezenlere kanuna uygun şiddet uygulamalarını sağlamaktadır. Baskı yapan toplum bu temele dayanarak kendisini ve hayati savunma noktalarını yeniler. Kanun ve düzenin mutlak otoritesine bu kanun ve düzen altında acı çekenlere, savaşanlara karşı harekete geçmesi için çağrıda bulunmak saçmadır. Onlar için resmi kuruluşların, polisin ve kendi vicdanlarının dışında başka bir yargıç yoktur.
Günümüzde mahalle baskısı üzerine yorumlar yapan kendini milliyetçi, muhafazakâr ve İslamcı olarak tanımlayanların siyasal alandaki konumlarına bakıldığında sermayenin küreselleşmesinin yedeğinde olduklarını görürüz. Toplumsal dünyayı belirleyen kapı bekçileri olarak çalışan medyanın ve kapitalist ekonominin belirleyeni olan her kesimin bu süreci ‘milli duygu ekonomisi’ alanı olarak algıladığını ve bu alandan beslendiğini görmemiz gerekir.
Milliyetçilik, ırkçılık, faşizm, şovenizm, İslamcılık hangi adla toplumsal alanı dolduruyor ve belirliyor olursa olsun kapitalizmin uzantısı ve doğal sonucu olan bu siyasetlerin sonunu getirecek geniş bir sınıfsal hat vardır. Bu hattın Sınıflar ve farklı kesimler arasındaki dengelerin sağa sola demokratik yeniden inşa tasarımları vaaz ederek değil; ekonomik, politik ve İdeolojik alanlarda herkesin kendi hesabına mücadele etmesi sonucu oluşacağını bilmek gerek. Bugün bu siyasetlerin sonunu getirecek sınıfsal hat yeterince oluşturulur ve mevcut kapitalist sosyoekonomik toplumsal sistem yok edilirse ancak o zaman dinsel ve milli kavramların yarattığı her türden ayrımcılığı, dışlama ve yok sayma politikalarını, ‘’mahalle baskılarını’’ ortadan kaldırmak ve toplumsallaşmış insanı yaratmak mümkün olur.
İnsanların kulluktan kendilerini kurtarmaları doğru olduğu gibi, her şeyden önce kendilerini yaşadıkları toplumun onları soktuğu halden kurtarmaları gerektiği de doğrudur. Böylesi bir devrim kendiliğinden olamaz. Çünkü böylesi bir kendiliğindenlik yalnızca yerleşik sistemden türeyen değer ve hedefleri ifade edecektir. Sınıflı bir toplumda devrimci muhalefetin kuram ve pratiğinde eğitilmiş ve denenmiş, kabul edilmiş liderliğin işlevi, kendiliğinden protestoyu, dolaysız ihtiyaç ve özlemleri geliştirme ve toplumun devrimci yeniden yapılanması için aşma şansı olan örgütlü eyleme çevirmektir.
Ahmet DOĞANÇAYIR-Teletex News24
Average Rating