Dünyamız başta globalizmin anamalı ülkeleri olmak üzere yoğun bir ayrışma ve yeniden yapılanmaya gebe bir sürç yaşıyor. Kapitalizm globalleşince ekonomik alt yapı siyasal üst yapının diyalektiği gereği dünyanın herhangi bir ülkesindeki lokal sorunlar bile globalleşti, dünya sorunu haline geldi. Dolayısı ile devrim ve karşı devrim de global bir boyut kazandı. Örneğim Macaristan, Filipinler, Türkiye, Rusya, ABD gibi ülkelerde karşı devrim güçleri galebe çalarken hem söz konusu ülkelerde hem de bütün dünyada karşı devrim güçlerine karşı ardışık, dayanışmacı, enternasyonal içerikli devrim mücadeleleri organize olmaya başladı. Bir ülkede karşı devrim iktidar olup galebe çalınca, diğer ülkelerin devrimcileri Hitler, Mussolini vb. dönemindeki gibi seyirci kalmıyorlar. İspanya’da Franko’ya karşı “enternasyonal tugaylar” oluşturulup dünya devrimcilerinin dayanışması gerçekleştirilmiş, Yunanistan’da işgalci Alman faşizmi ve işbirlikçilerine karşı mücadelede Mihri Belli abimizin de katıldığı Rigas’ın öncülüğündeki tabur enternasyonal bir ruhla savaşsa da karşı devrime karşı dünya çapında toplumsal bir mücadele söz konusu olmamıştı.
Çünkü o dönemlerde dünya çapında egemen sermaye, sermaye ihracı niteliğindeki sermaye idi. Sermaye ihracı girmiş olduğu her ülkeye eşyanın tabiatı gereği kendi karakteri olan eşitsiz gelişim yasasını beraberinde götürüyordu. O nedenle ülkeler, özellikle de gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ya da gelişmemiş ülkeler arasında eşitsiz bir uçurum yaratıyordu. Eşitsiz gelişim yasasının bu yapısal özelliğinden dolayı, bir ülkenin sorunları bir diğerini fazla ilgilendirmiyordu. Ülkenin sorunu bir devrim ve karşı devrim sorunu ise sadece devrimcileri ilgilendiriyor, doğal olarak da devrimciler gidip söz konusu ülkede “enternasyonal tugaylar” kurarak karşı devrime karşı savaşıyorlardı. Diğer ülkelerde karşı devrim harekatına karşı toplumsal bir mücadele söz konusu olmuyordu. Kapitalizm, nesnelleşmiş emeği (makine) üretim sürecine yoğun bir şekilde sokarak korkunç bir sermaye birikimi yarattı. Nesnelleşmiş emeği canlı emeğin yerine sokarak canlı emeği üretim sürecinin dışına attı. Makinanın canlı emeğin yerine geçmesi sadece sermaye birikimini astronomik rakamlar düzlemine çıkartmadı, üretim sürecine giren her makina onlarca, yüzlerce hatta binlerce işçiyi de işsiz bıraktı.
İşçiler hem üretici hem de tüketici olduğu için işsiz kalan her işçi ile pazardaki alım gücü de düştü. Arz-talep dengesi arz lehine bozuldu. Piyasalar arzın çok fazla, talebin ise alabildiğine düşük olduğu bir ortamda işlev görmeye başladı. Arz ve talep arasındaki bu denge bozukluğu sermayenin kendi pazarına, kendi ulusal sınırları içine sığmaması gibi bir farklı boyut yarattı. Ülkesinin ulusal pazarına ve ulusal çitleri arasına sığamaz hale gelmiş olan sermaye, iktisadın doğal yasası gereği ulus ötesi ya da ulus üstü bir konuma tırmanarak, dışındaki dünya piyasasına taşındı. Böylece de gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelerin sanayi taşıma harekatı iş gücünün ucuz olduğu geri kalmış ülkelere taşınmaya başladı. Özellikle Sovyetler Birliği ve sosyalist sitem yıkılınca bütün dünya kapitalizme kaldı, kapitalizm dünyanın tek egemen sistemi ve imparatorluğu konumuna yükseldi. Bilvesile dünyanın herhangi bir ülkesinin sorunu dünya sorunu olma boyutu kazandı. Bugün artık dünyada egemen olan global kapitalizm sermaye ihracı dönemini, onun karakteristik özelliğinin ürünü olan eşitsiz gelişim yasasını da çöpe attı. Artık dünyanın her ülkesinde işsizlik var. Zengin yoksul arasındaki açı her geçen gün artıyor.
İnsan hakları bütün dünya insanının hak ve hukuku oldu. Hayvan hakları, kadın hakları, kadın sorunu, yoksulluk, katliam, işkence vb. gibi insani değerler bir sınıfın değil bütün bir dünya insanının değerleri haline geldi. İnsan hakları ve insani değerler bazında ülkeler arasındaki eşitsizlik ortadan kalktı. İnsan hakları ve insani değerler düzleminde dünya çapında bir ayrışma oldu. 20. yüzyılın dünyanın temel çelişkisi olan işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişki içinde sınıf çelişkisini de barındıran insanlık ve insani değerlerle insanlık karşıtı şovenizm, rasizm, faşizm savunanlar arası çelişkiye büyüdü. Bu mücadelenin içinde sınıf mücadelesi de var fakat belirleyici değil, belirleyici olan insan hakları ve insani değerler manzumesidir. Dünya çapında temel ve özel çelişkileri ile oluşmuş olan bu mücadelenin öncüsü de: 20. yüzyılda olduğu gibi işçi sınıfı değil, içinde burjuvazinin bir kesiminin de yer aldığı dünya kadın harekatı, dünya kadınlarıdır. İktisadın doğal yasalarını, sınıf mücadelesinin geçmiş tarihini, insan ve insani değerler bütününü, doğanın ekolojik doku ve dengelerini, insanda oluşmuş olan toplumsal çürümeyi, evrimleşme sürecinin evrim sürecini doldurmuş olanla dolduramamış insan tiplerinin arasında oluşmuş olan çelişki ve ilişkiyi; alt alta koyup toplasanız, yan yana koyup bölseniz, çarpma çıkartma yapıp, matematiğin bütün kurallarını uygulayıp sağlayını da yapsanız kadının bu koşullarda neden ve nasıl öncü konuma geldiğini kolayca anlayabilirsiniz.
Buraya kadarki belirlemelerden de anlaşılacağı gibi: Dünyamızın geleceği emin ellerde, kadının ellerinde. Evet dünyamız çok iyi günler yaşamıyor. Putin, Trump gibi insani hiçbir değer tanımayan, her şeyi çıkar üzerine kurgulayan, demokrasinin D’sine bile karşı olan bu iki süper güç konumundaki ülkelerin egemeni olmaları insanlık için korkunç bir kabus gibidir. Ne zaman, nasıl bir yıkıma neden olacakları belli olmayan ve üstelik de elinde dünyayı onlarca defa yok edecek atom bombalarının pimi bulunan Putin ve Trump kendi başına bile dünya ve insanlık için büyük bir tehlike arz ediyor. Fakat insanlık bundan daha kötü günler görmüş ve aşmış bir topluluktur. Köleci sistem insanlığın bir yüz karası idi onu aştı. Dünyanın tek imparatorluğu, IŞİD gibi insanları yakarak cezalandıran Roma İmparatorluğu gibi bir imparatorluğu da tarihe gömdü. Bunlar aşıldı. Kapitalizmi ve onun ürünleri olan diktatörleri de gömecektir, aşacaktır buna kuşku yok. Şimdi dünyamız ve insanlık yeni ve tehlikeli sorunlarla karşı karşıya, ama enternasyonal marşında: “Bu kavga en sonuncu kavgamızdır” denen noktaya gelinmiş gibi.
Şimdiki kavga içinde sınıf da olsa gerçekten de ne sadece bir sınıf, ne ulus (kimlik) ve ne de bir dini kavgadır. Bu saydıklarımın hepsinin kavgası verildi, aşıldı, tarihte bırakıldı. Bu verilmekte olan kavga düpedüz insanlık ve insani değerler kavgasıdır. Öncüsü de: Dünyanın sınıflı topluma geçiş tarihinden beri, erkek cinsi tarafından başta köle pazarının en önemli metası haline getirilmiş, akıl almaz zor ve zorbalıklarla ezilmiş ve hala da ezilmeye devam eden, bilincini bu sosyal yaşamdan almış, sosyal yaşamın bilinci ile donanmış, söz konusu akıl nedeni ile evrim sürecini doldurmuş, insan gibi insan olmuş kadınlar olmuştur. İnsanlık, kadınların öncülüğünde, insanlık düşmanı: Putin, Trump, Erdoğan, Macar, Filipin, Romanya vb. diktatör yöneticileri ile insanlığın “en sonuncu kavgası” gibi gözüken bir kavgaya girmiş durumda. Dünyada belirleyici bir yere sahip olan ABD’de Trump’ın karşısına kadınlar çıktı ve dünya çapında da kadın desteği aldı. Bu göle atılan bir taş gibi dünya çapında büyüyecek ve insanlığın geleceğini belirleyecek bir güce dönüşecektir. Ama işin garibi, global sermayenin önemli bir bölümünün de bu kavganın içinde olmasıdır.
Trump’ın karşı tavır aldığı ilk olgulardan birisi de ABD’nin ulus ötesine taşınmış olan sermayesi olmuştur. Söz konusu sermaye aynı hız ve boyutla Trump’a karşı koydu ve Trump’ın sınır dışı yapmak istediği göçmenleri destekledi. Bu olgu şu haliyle hayatın garip bir cilvesi gibi duruyor. Ama diyalektiğin zıtların bazı durumlarda kendi karşıtına dönüşmesi gibi bir yasası da var. Diyalektiğin zıtların birliği yasası sadece karşıtların birbirini yok etmesi yönünde işlenmez. Karşıtlardan birisinin şartların zorlaması ile kendi karşıtına dönüşmesi ile de karşıtlar birbirlerine benzeşerek de çözüme ulaşılır. Dünyada şimdilik fazla bir yekün teşkil etmese de özel mülkiyet sahipliği karşısında ortak mülkiyet sahipliği de kendine özgü bir gelişim seyri izliyor. İnsan toplumu: Geçmiş reel sosyalizmde olduğu gibi devlet mülkiyeti yani mülkiyetsizlikte değil, ortak mülkiyette buluşup birleşerek geleceğin sosyalizmini oluşturacak bir gelişim eğri çiziyor. Marks, Grundrisse’de bunun “hisseli şirketler” yoluyla olacağını düşünmüştü. Şimdi ortak mülkiyetli çok işletme oluşuyor ve çok da rağbet görüyor.
Büyük sermeye de bu bakımdan kendi karşıtına dönüşebilir. Global dünya bütünüyle derin bir ayrışma ve geleceği bugünden yapılandırma süreci yaşarken global dünyanın bir öğesi olan Türkiye de aynı süreci biraz geriden de olsa takip ediyor. Söz konusu süreç kadının öncülüğünde devam eden referandumla daha belirgin hale gelecektir. HAYIR cephesi geleceğin koalisyonunun alt yapısını örerek Türkiye’nin geleceğini yeniden yapılandırabilir.
[caption id="attachment_40445" align="alignleft" width="150"] Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan[/caption] NATO Zirvesi vesilesiyle Biden-Erdoğan ve ABD-Türk heyetleri görüştü. Ne verildi,...
[caption id="attachment_40427" align="alignleft" width="150"] Yakıp Aslan[/caption] İkinci Meşrutiyet İslamcılığının, dönemin şartlarına uygun özelliklerini belirledikten sonra Osmanlı İslamcılarının hangi noktada İslami...
FİLİSTİN BOYUTUNDA İSRAİL-İRAN KAPIŞMASI Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan [caption id="attachment_40445" align="alignleft" width="150"] Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan[/caption] Son...
Peker’in yayımladığı videolar mafya, devlet, siyaset üçgeninde gelişen kirli ilişkileri ortalığa saçtı. Susurluk skandalında yer alan dönemin aktörleri, bugünkü Saray...
Average Rating