
KSF’DEN SURİYE SAHASINA YAYILAN BİR DEVRİM VAR !
Kaç gündür yandaş ve havuz medyası birkaç gün öncesine kadar veryansın ettikleri ABD heyetlerinin Erdoğan devletinin heyetleri ile nasıl “hayırlı” görüşmeler yaptıklarını, Rakka’yı, Membiç’i, nasıl ele geçireceklerinin, PYD’yi nasıl imha edeceklerinin, Merhum Veysel’in deyimi ile: Hayal pilavlarını yiyorlar. Dünyada Erdoğan devleti kadar basiretsiz, istikrarsız, yalan ve dolanda pervasız, Erdoğan devletinin bilmem kaçıncı kolu olan medyasından daha adi, aşağılık bir medya görülmemiştir. Dün küfrettikleri ABD ile bugün can ciğer kuzu sarması oldular. Olmakla yetinmediler, hemen Rakka’yı: Asker vermeden muhalif güçlerle, Membiç’i hava sadırları, Rojava’yı Türk Ordusunun taarruzu ile ele geçirip, neresini Ruslara bırakıp neresini ABD’ye bırakacaklarının planını yaparak Suriye’yi pay ediyorlar. Onlara göre Suriye sahipsiz bir leş, onlar da akbabalar gibi konmuşlar leşin üzerine: Kapan kapana yiyorlar. “Ne beklersin bacından, bacın ölüyor acından” diye bir halk tekerlemesi vardı. Erdoğan medyası ile ABD’ye yüklemeye çalıştıkları misyon aynen bu halk tekerlemesine benziyor.
ABD Suriye’ye nasıl, nereye, kim ve kimlerle ayak basacağı, nasıl tutunacağı, planını Suriye’de nasıl hayata uyarlayacağı gibi kendi açısından can alıcı konularla uğraşırken, bu bakımdan Türkiye’den de bir olanak bulmaya çalışırken Erdoğan medyası ABD adına Rojava’yı ortadan kaldırıyor, Rakka’yı, Membiç’i, Suriye’yi gönlüne göre, keyfi bir şekilde paylaşıyor. Bir zamanlar, Erdoğan ve dönemin başbakanı Davutoğlu’nun palavralarına dayanarak: Beşar Esat’ın kaç ayı, hatta haftası kaldığını hesap edip, Emevi Camisi’nde namaz kılmaya kaç gün kaldığını, namaz kılmaya kimlerin gideceğinin hesabını yapıyorlardı. Emevi Camisi’nde namaz kılmak olmadı, alın size Cerablus ve El BAB dendi. Ona da “şükür” dediler. Fakat şimdi artık: El BAB’la yetinemeyiz, Membiç, Rakka diyorlar. Dün nasıl ki hiçbir dayanakları olmadan: ”Eset git” dediler, herhangi bir güç desteği yokken “Emevi Camisi’nde namaz kılma” hayaline kapıldılarsa yine aynı minval üzere Membiç’i, Rakka’yı alıyor, PYD’yi bir saldırı ile yok ediyor, Rojava devrimini tarihe gömüyorlar. Suriye’de kendilerinden başka hiçbir güç yokmuş gibi alıyorlar, atıyorlar, satıyorlar, keyiflerine göre de yok ediyorlar.
Ahmaklığın böylesi hiç görülmemiştir. Her şeyden önce Rojava devrimi, demokratik ulus, demokratik devlet, demokratik federasyon kuramı temelinde sadece bir ulusa ve sadece bir sınıfa dair devrim değil; uluslara, sınıflara, toplumsal ilerlemenin tüm doku ve dengelerine dayalı, onların muharrik gücünü oluşturduğu bir toplumsal devrimdir. Her toplumsal devrim gibi toplumdan topluma bulaşıcı bir yanı ve ardışık bir özelliği olduğu gibi sadece sınıftan sınıfa değil ulustan ulusa bulaşan bir karakteri de vardır. Dahası Rojava devrimi bugüne kadar gerçekleşmiş dünya devrimlerinden farklı olarak bir kadın devrimi içeriği taşıdığı için devrimsel bulaşma niteliği daha da ağır basıyor. Kadın bir sınıf değildir, içinde sınıf da vardır ama bir sınıfı temsil etmez, kadın insandır, bir bütün olarak insanı temsil eder. Geçeği söylemek gerekirse Rojava devrimi ile insanlık hem devrimin öncü gücünü keşfetti, hem de gelecekte oluşacak toplumsal sistemin gerçek sahibini ve onu kalıcılaştıracak gücün bilincine vardı. Başka bir anlatımla insanlık Rojava devrimi ile: Kadın devrim, devrim de kadındır gerçekliğine tanık oldu.
20.yüzyılın öncü sınıfı olan işçi sınıfı, tarihsel ve işlev rolünü pratikte oynayamadı. Öncülük etmiş olduğu ya da öncülük ettiğini söyledikleri devrimler ve bu devrimler üzerine “proletarya diktatörlüğü” adına kurmuş oldukları sistemler, sonuçları ile birlikte tarihe karıştılar. Dolayısı ile işçi sınıfının devrimsel öncülüğü bitti, fakat öncü gücü değişerek toplumsal ilerleme süreci ve devrimler devam ediyor. Global kapitalizm koşullarında işçi sınıfının sömürüsünün yerini insani değerler sömürüsü, işçi sınıfının öncülüğünün yerini de insani değerlerin sahibi olan kadının öncülüğü aldı. İşçi sınıfının öncülüğünün fiili olgusu Paris Komünü, öncüsü işçi sınıfı, devrimsel öncülüğünün kuramsal mucidi de Marks oldu. Günümüz devriminin fiili olgusu Rojava, kuramı demokratik ulus, demokratik devlet, demokratik federasyon; öncüsü kadın, kadının öncülüğünün mucidi de APO’dur. Paris Komünü, Rojava devrimi sınıf ve kadın öncülüğü ile bu her iki tarihsel ve toplumsal gerçekliğin mucitleri olan Marks ve APO yaşayarak tanığı olduğumuz devrimler tarihinin çok net iki dipnotudur.
Marks’ın ve APO’nun sevenleri de, sövenleri de çoktur. Ama elini vicdanına koyarak her iki olguya da zaman ve zemin içinde somut şartların somut tahlili ölçüsü ile bakan herkes her iki mucidin de hakkını verecektir. Kuşkusuz Marksizm dünyanın gelmiş geçmiş ideolojilerinin en güçlüsü, insanlık tarafından bilinen, özümlenen başlıcasıdır. APO ise henüz yeni bir ideolog, Marks’tan çok genç bir lider. Gelecekte Marks kadar etkili bir ideolog olur mu bilemem. Kendi payıma, dünyayı Marks kadar etkileyeceğini sanmıyorum. Ama Rojava devriminin ve kadının devrimin öncü gücü olma kuramının mucidi olduğunun canlı tanığıyız. APO ile aynı kuşağın devrimcisi olan bir çok kişinin APO’dan daha bilgili ve birikimli olduğunu gördüm ve biliyorum. Kendimi de öyle görüyorum. Ama hiç birimiz: Demokratik ulus ve kadının öncü güç olmasının mucidi olmadık, olamadık. Evet demokratik devleti hepimiz de savunduk, hatta demokratik federasyonu da. Ama demokratik ulusu, kadının devrimin öncü gücü olacağını savunanı duymadım, okumadım. Bunlar APO’nun kuramsal buluşları. Ve bugün insanlığın en çok gereksinim duyduğu iki fenomen konumundadır.
Rojava devrimi ile kendini kanıtlayan kadının devrimde öncülüğü özellikle de Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesinden sonra dünya çapında bir öncülüğe büyüdü. Kadının öncülüğü mucitliği kendini dünya çapında böylesine gösterirken, demokratik ulus mucitliği de kendini yine Rojava’da gösterdi. Rojava devrimini Kürt ulusunun Rojava’daki kolu başlattı. Kürt ulusunun başlatmış olduğu bu devrim, hiç vakit geçirmeden Rojava’daki Süryanilere, Araplara, Türkmenlere, Ermenilere de bulaştı. Onlar da devrime sahip çıktılar. Benimsediler, özümsediler, savundular ve savunuyorlar. Rojava’da başlamış olan kadının öncülük rolü demokratik ulus devriminin taşındığı bütün alanlara taşındı. Şu durumda Suriye’nin kuzeyinde demokratik ulus devrimini benimseyen ulusların kadınları da kadının devrime öncülüğünü benimsemiş ve yoğun bir çalışma temposuyla kadın örgütlenmesine devam ediyorlar. Kuşkusuz Paris Komünü sırasında Paris’in polis şefinin: “Tanrım iyi ki Fransız ulusu sırf kadınlardan oluşmuyor” dediği gibi bölgede ve dünyada bir kadın ulusu doğmuyor, fakat demokratik ulusu kuramını bütün dünyada etkin kılacak bir demokratik ulusun öncü sınıfı doğuyor.
KADINLAR…
Erdoğan ve şürekası bu tarihsel ve toplumsal gerçekliği görecek kadar ön ve ileri görüş sahibi değiller. Rojava’da kadınların öncülüğünde gerçekleşmiş olan demokratik ulus devrimi, yapısı gereği büyük bir hızla Suriye geneline yayılıyor. ABD’nin, kadının öncülüğünde gerçekleşmiş olan Rojava devriminin Suriye sathı mahalline yayıldığını gömenin telaşı ile Erdoğan Türkiye’sine yanaştığı, onu kullanarak, devrimin Suriye ve giderek bölge düzlemine yayılmasını önlemek için ondan faydalanmaya çalıştığı ihtimali çok yüksek. Ama bu amacına varma ihtimali hiç yoktur. Yoktur çünkü mevcut dünya konjonktürü tek değil çok kutuplu. Suriye üzerinde etkinlik sağlamaya çalışan tek kutup güç değil, iki süper ve ikiden fazla da küresel güç mevcut. Bu konjonktürde geçerli olan dış politika, bastırma politikası değil güç dengelerine oynama politikasıdır. Erdoğan Türkiye’sinin Suriye’de izlemiş olduğu dış politika, güç dengelerine denk politika değil, bastırma politikasıdır. “PYD olmasın, falan gelmesin, filan gitmesin” gibi bir bastırma politikası izliyor. Böylesi bakarkör bir dış politika, ne mevcut dünya ve ne de bölge konjonktüründe kendine yer ve yatak bulabilir.
Sadece yer ve yatak değil, kendine ayakta kalacak bir zemin bile bulamaz. Bulamaz çünkü bölgede: ABD, AB ve Rusya gibi dünya aktörleri ve süper güçler son derece dikkatli bir taktik ve strateji ile bölgenin doku ve dengelerine oynamaya çalışıyorlar. Gelişmeler dikkatle izlenecek olursa her üç küresel aktör de KSF’ye (Kuzey Suriye Federasyonu) oynuyor. Çünkü bölgenin kuramsal, dokusal, dengesel ve kadın öncülüğü ile gelecek vadeden tek gücü KSF’dir. Bunu görüyorlar, kozlarını buna göre oynuyorlar. Erdoğan bölgeye yayılmakta olan bu devrimsel gerçekliği göremediği, göremediği için esnek güç ve denge politikası yerine PYD-YPG-PKK’ye karşı bölgede de, dünyada da kendine yer bulamayacak olan dayatma politikası izliyor. Demokratik ulus, kadının öncülük kuramı, tarihsel ve toplumsal olarak Kürt ulusunu dünyanın öncü ulusu olma konumuna getirdi. Erdoğan ise umutsuzca girişimlerle onu yok etmeye çalışıyor. Erdoğan’ın bu nesnel zeminden yoksun dayatmacı politikası tıpkı, “Eset git”, Esat’ın bir iki hafta sonrası gitme beklentisi, Emevi Camisi’nde namaz kılma hevesi gibi hayal pilavı yemişçesine hayalinde kalacaktır.
Teslim TÖRE-Teletex News24
Average Rating