
ROJAVA’YA DAİR BİR KAÇ SÖZ / Hasan Ay
Kaç gündür IŞİD üst düzey yetkililerin toplantı halinde vurulduğu ve Elbağdadi’nin öldürüldüğü haberi vardı. Doğru mu bilmiyorum ama IŞİD barbarlığı, bölgedeki dengeleri
Uluslararası ve bölgesel güçlerin her birinin süren savaştan beklentileri ve uygulamaya koydukları projeleri var. Türkiye’nin ise bütün derdi “Kürt anasını görmesin!” psikolojisinde gelişiyor. Rojava’da dengeler içerisinde Kürtler mevzi kazanmasıyla birlikte, bu gücü kırmak için her yolu denedi, genellikle diğer dengelerin de etkisiyle boşa çıkınca da ağır risk alarak Suriye topraklarına girdi. Kürt koridorunu önlemek için Fırat Kalkanı operasyonu yaptı ve şimdi de gittiği yerden nasıl geri döneceğinin hesabını yapıyor. ABD’nin kademeli olarak Suriye topraklarından çekilmesi üzere, Türk güçlerine bir plan dayattığı söyleniyor.
“Fırat’ın Gazabı” ismiyle Suriye’li muhalif güçlerin başlattığı operasyonun organizesinde yine Kürt güçleri var. Türkiye, Suriye’de rejim güçleriyle karşı karşıya gelmemek için büyük özen gösteriyor ve hatta Suriye rejiminin müttefiki Rusya’nın adeta dalga geçer gibi yerleri belli olan, yani önceden koordinatları bildirilen Türk güçlerini vurmasına bile ses çıkarmıyor. Veya çıkaramıyor. Aynı şekilde daha önceki kabadayılıklara rağmen Esad ile her şartta anlaşmaya hazır olduklarına dair sinyaller de vermeye başladılar, yeter ki Kürtler herhangi bir statü sahibi olmasınlar. “Geçmişteki rejimin kesinlikle devrilmesi gerektiği’ siyasetini değiştirdi ve Astana’da Suriye rejimiyle de masaya oturabileceğini gösterdi. Zira Türkiye ile birlikte masaya İran ve Rusya esasen Esad’ı ayakta tutan, onunla bütünleşmiş iki güç oturuyor. Şimdilik Kürtlerin geçmiş tecrübelerinde de örneği olan, daha çok zaman kazanmayı da kendisiyle birlikte doğuran “Özerklik” gibi bir statüyle olayı geçiştirmek istiyorlar.
Astana’da biraraya gelen Suriye savaşının sürdürülmesinde etkili olan İran, Türkiye ve Rusya; sürecin çıkmaza girmesini Cenevre müzakeresinde çözmek ve orta bir yolu bulmaya çalışmak arzusundalar. Suriye savaşının Suudi Arabistan gibi diğer aktörleri, kendileriyle meşgul hale getirildiler. Şu anda savaşı inatla sürdüren aktörler çok fazla görünse de aslında görünürde iki taraf var. Hakim rejim ve rejimi yıkmaya çalışan organize. ABD, konjonktüre göre hareket ediyor gibi görünse de uzun vadeli projesini uygulama peşinde. Bunun gereklerini yapıyor. Orta Doğu’daki bütün dengelerin savaşın içerisinde denetleyebildiği muhalif askeri güçleri var. Kürtler, Türkmenler ve selefi düşünceden beslenen cihatçılar belli güç odaklarıyla işbirliği içinde veya denetiminde. Onlardan destek alıyorlar, korunuyorlar, kollanıyorlar. Bütün dünyanın da gördüğü gibi bu güçler arasından, bölgedeki ulus devletlerin yoğun baskısına rağmen sadece Kürtler kendi gerçeğinden ve yerel dinamiklerden besleniyor.
Astana’da savaşın sonlandırılması üzerinde varılan kararın, esasında müdahil olan ülkelerin ülke içinde ve dışında düşmüş olduğu handikabı, başarısızlıklarını, aldıkları karara uymadıklarını da gösteriyor. Emevi Camiinde Cuma namazı ve Selahattin Eyyubi’nin mezarında dua okumaktan; ‘Kürtlerin kazanımlarının etkisiz kılınması şartıyla’ bütün çözüm yollarını kabul etme noktasına gelmek öyle sanıldığı gibi kolay olmadı. MİT Tırları, uluslararası mahkemeler, hedefsizlikler, ilişkilerin kaosa dönüşmesi, IŞİD’e destek vermekle suçlanmak, iç muhalefet karşısında durabilmek çok da kolay olmadı. Kısacası, bölgedeki büyük dengeler anlaşamazsa diğer güçlerin bütün çabaları boşa çıkacak ve yeni tavizler kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Her şeyden önce ABD ve Rusya anlaşırsa çözüm kaçınılmaz olur. Geriye kalanlar sadece teferruat.
Eğer bölgedeki ana aktörler, belli konularda anlaşmazlarsa görüşmeler başarısız olacak; savaş daha da büyüyerek devam edecek ve ihtimalen ülkeler arasındaki savaşa dönüşecek. Büyük güçler olmadan ne bölge ülkeleri ve ne de muhaliflerle, Birleşmiş Milletler gibi fonksiyonsuz çevreler olayı çözebilme güç ve kabiliyetine sahip değildir. ABD, Rusya olmadan bölgede bir çözüm sağlayabilir mi bilinmez, ancak Rusya ABD olmadan bölgede nihai bir çözüm üretemez. Dolayısıyla Suriye savaş bataklığının kurutulması için ABD’nin talepleri gözardı edilemez gibi görünüyor. Esad’ın devam etmesi şartıyla ABD’nin bazı taleplerinin yerine getirilmesi sürecine girilmiş gibi. Türkiye, bekasını adeta Kürtlerin etkisizleştirilmesine ve herhangi bir kazanım elde etmemesine bağlamış. Dün ABD ve Rusya’yı düşman olarak görenler, bugün Kürtlerin kazanımlarını bertaraf etmek için onların her talebine evet deme noktasına gelmiş durumdalar.
Global güçlerle birlikte, bölgenin ulus devletlerinin nasıl bir mevzi alacakları bilinmezliklerle dolu. ABD, Rusya ve savaşan muhalif güçlerin yönlendirilmesinde etkili olan Avrupa devletlerinin devam eden savaşta politikalarında nasıl bir revizyona gidecekleri de belli değil. Özellikle Avrupa için bir tehdit aracı haline getirilen mülteciler gibi bir sorunu nasıl halledecekler… Şimdi bütün bu bilinmezler denkleminde bütün çevrelerin anlaştığı tek konu IŞİD’in artık kullanma sürecinin tamamlandığıdır. Uygulamaları, kirli ilişkileri, propaganda amaçlı insan boğazlama, kadınları cinsel mata gibi kullanıp, satması, barbarlıkları ve bölgede değişen dengeler denklemi içerisinde IŞİD artık kullanılamaz, defolu bir güç haline geldi. Onun yerine OSO, Liva el Tevhid, Ahrar el Şam gibi istetme/yedek güçler devreye konulmak isteniyor. Doğrusu bunların da IŞİD’ten çok farkı yok. Bunca tavizden sonra, Rusların aracılığıyla yeni bir süreç başlıyor ve ABD’nin Kürt koridoruna sıcak bakmasının etkisiz kılınması için Türkiye’nin özerkliğe razı edildiği gibi bir algı gelişti.
ABD, Türkiye’yi ve Rusya da Suriye’yi denetiminde tutabilmek için bir denge unsurunu asla elinden çıkarmak istemeyecektir. Geçmişteki tecrübeler, nasıl bir geleneğin cari olduğunu gösteriyor aslında. Suriye savaşıyla birlikte kabul edilen resmi savaş paradigması tamamen çöktü. Türkiye’ye, Ahmet Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ perspektifindeki projelerin bütün zorlamalara rağmen etkisiz kalmasıyla birlikte, büyük bütçeler harcayarak ve ağır risklerin altına girerek geçmişte inşa ettiği bütün politikaları değiştirdi ve şu anda sadece Kürt koridorunun açılmaması için bütün enerjisini bu zemine harcıyor görünüyor. Sahada sergilenen çabaların, Anayasa referandumunda başarı elde etmek için konjonktürel olup olmadığını zaman gösterecek. ABD’nin ısrarcı olduğu koridorun açılmaması ve kantonların birleşmemesi için ağır bedeller de ödemekten çekinmeyeceğini göstermeye çalışıyor. Uluslararası diplomatik ritüeli yok sayarak restini çekiyor. Hesaplar tutmayınca da taviz üstüne taviz veriliyor. Daha önce Türkiye sınırını ihlal edip etmediği henüz bile tartışma konusu olan, bir Rus uçağının sınır ihlalinden düşürülmesine karşılık, şu anda Rus uçakları Türk güçlerini bilinçli bir şekilde bombalıyor ve kimseden ses bile çıkmıyor. Bundan daha büyük taviz olur mu?
Rusya’nın da aracılık yapmasıyla eninde sonunda Türkiye Esad ile anlaşmaya varacağını artık herkes kabul ediyor ve hatta hükümet yetkilileri ‘ülkenin bekası için bunun gerekli olabileceği’ mesajını da dillendirdiler. Dolaylı olarak bazı konularda anlaşıldığına dair belirtiler var, en bariz örneği kırmızıçizgi olarak sunulan harabeye dönmüş, insansızlaşmış Haleb’in sessiz sedasız rejim güçlerine teslim edilmesiydi. Esasen son süreçte Türkiye’nin Kürtlerin kazanımlarının etkisiz kılınmasının dışında bir endişesinin olduğu görülmüyor. Hatırlanacağı gibi daha önce sınır boyunca IŞİD Suriye topraklarına hakim olduğu dönemde, her hangi bir tedbirin alınması veya oradaki güçlerin geri püskürtülmesi endişelerine çok da rastlanmıyordu. Görüntüler her iki tarafın da halden rahatsız olmadığını göstermekteydi. Kürtlerin, özellikle Kobanê’de büyük bir direniş göstermesi ve daha sonrasında yoğun toplumsal baskı neticesinde Türkiye’nin sınırlarını silahlı Kürt güçlerine açarak, Kobanê’ye yardıma onay vermesi sonrasında Türkiye birden bire sınır boyunca beton duvarlar örmeye ve Suriye toprakları üzerinde kendi güçleriyle militarist faaliyetler içerisine girmesine şahid oluyoruz.
Halk üzerinde oluşturulan algı operasyonunda, ana meselenin beka sorunu yaratan gelişmeler olarak Kürt koridoru ve kazanımları vurgusu yapılıyor. Bunu etkisiz kılmak veya en azından kendisi açısından zayıflatmak adına Beşar Esad ile İran ve Rusya üzerinden yakın bir zamanda anlaşmaya varılması çok da şaşırtıcı olmamalıdır. Türkmenler veya şimdiye kadar kullanmış olduğu cihatçı diğer muhalif siyasi güçlerinin çok da derdinde olmadığını düşünüyorum. Musul veya Kerkük’teki gelişmelerden bunu anlamak mümkün. Kürtler; Türkiye açısından potansiyel tehlike olarak görülürken, ABD ve Rusya bölgedeki dengelerde ilişki kurabilecekleri, hedeflerinde kullanabilecekleri güçler olarak önemli partner olarak görüyorlar. ABD’nin Kürtleri yalnız bırakması durumunda Rusya’nın devreye girebileceğine dair sinyaller, Kürtlere özerklik meselesinin gündeme taşınmasıyla resmiyet kazanması şeklinde karşılık buldu. Karşı atak olarak yeni seçilen Tramp, geçmişte alınan bir kararı durdurmadığını ve Rojava’da Kürtlere yapılan silah yardımların devam ettiğini göstermek kastıyla zırhlı araçlar gönderme hamlesi yaptı. Hangi şekilde olursa olsun Türkiye büyük bir açmaza girmiş bulunuyor, hangi yana dönse geçmişte yaptıklarının faturasıyla, çelişkileriyle, çıkmazlarıyla karşılaşıyor.
Türkiye, iç politik dengelerin etkisiyle rest çektiği bütün ülkelerle belli oranda bir gerginlik yaşadıktan sonra, onlara yönelik politikalarını değiştirmek zorunda kaldı. Türkiye’nin Elbab’a ÖSO ile birlikte operasyon düzenlemesi, adeta savaşın bataklığına sürüklenmesi gibi bir sonuç vermiştir. Meseleye biraz analitik gözle bakıldığında, aslında bölgedeki savaşın sonlandırılmasının o kadar da kolay olmadığı görülür. Yabancı devletlerin askeri güçlerine ilave olarak dışarıdan gelen veya ülke içerisinde organize olan militarist yapılanma küçümsenmeyecek boyutlarda olduğu görülür. Suriye’de 1000 kadar silahlı muhalif grubun bulunduğu ve bunlara bağlı 100.000 savaşçının olduğu tahmin ediliyor. Bu gruplardan her biri belirli büyük güçler tarafından desteklenip, kontrol ediliyor. Bu grupların çoğu, dar bölgelerde varlık gösteren küçük militarist yapılanmalardır. Fakat bazıları da ülke çapında kendilerine bağlı birlikleri olan ya da ortak amaçlar için diğer gruplarla ittifak oluşturan daha büyük askeri güçlerdir.
2012’den bu yana süren Suriye İç Savaşı, asırlar içinde bölgede teşekkül etmiş bulunan demografik yapıyı temelinden sarsmış görünüyor. Bazı kaynaklara göre yüzbinlerce can kaybının yanı sıra, en az on milyon Suriyeli çeşitli ülkelere iltica etmiş ya da Suriye içerisinde yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla böylesine derinden yıkıma uğramış bu ülkenin hiçbir şey olmamış gibi eski konumuna gelebilmesi imkansız gibi duruyor. Gelinen nokta itibarıyla içinden çıkılmaz bir hal alınca, geleceğe dair senaryolar da konuşulmaya başlandı. Kürt koridorunun Ak Denize kadar uzatılması senaryosunun konuşulmasıyla birlikte, Suriye’deki son gelişmeler doğrultusunda Esed ailesinin yöneteceği, Akdeniz sahilinde, mezhep temelli bir Nusayri Devleti’nin kurulabileceğine ve ülkenin üç veya dört parçaya bölünebileceğine işaret ediliyor.
Beş yılı aşan Suriye İç Savaşı, kadim tarih içinde bölgede teşekkül etmiş bulunan demografik yapıyı temelinden sarsmış ve içinden çıkılmaz hale sokmuştur. Beşar Esed yönetiminin son ana kadar arkasında durması muhtemel olan müttefikleri Rusya ve İran, Esed yönetimini daha fazla ayakta tutamayacaklarını anladıklarında, Suriye’nin 3’e bölünmesine rıza göstereceklerinden kuşku yok. ABD’nin bölge üzerindeki hedefleri ve gelişen faktörler çerçevesinde Suriye’nin geleceğine bakıldığında, Esed yönetimi ile İran ve Rus kaynaklarının ima ettiği, başında Esed ailesinin bulunacağı bir Nusayri Devleti’nin kurulmasının reel-politik açıdan daha muhtemel olduğu anlaşılıyor. Gidişata bakıldığında ise, bütün baskılara ve ulusçu militarist projelere rağmen dengeler içerisinde sakin, istikrarlı bir politika izleyen Kürtler, en kazançlı çıkacak taraf olacak gibi görünüyor. Bütün tahriklere rağmen sabırla savunma savaşı içerisinde doğru bir politika izleyen Kürtler dünyada da önemli bir prestij kazandılar. Zamanla, Türkiye’de paranoya halini almış endişelerin de boş olacağını gösterecekler ve kendi toprakları üzerinde güven içerisinde yaşamaktan başka bir endişelerinin olmadığı görülecektir. Dengelerin değişmesi durumunda, Türkiye’nin de korkularından kurtulup daha sağlıklı politikalar üretmekle meşgul olması ve Barzani ile kurulan bir ilişkinin Rojava ile de gerçekleştirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Şiddet politikalarının tırmandırılmasından önce, Salih Müslüm’ün sürekli Ankara ile diyalog içerisinde olması da bunun belirtisidir. Aklın yolu birdir ama kimi zaman paranoyaya dönüşen korkular, düşünmenin önünü tıkar.
Hasan AY – Mezopotamia News
Average Rating