
HİÇ BİR DİKTATÖR DİKTATÖR OLURKEN ERDOĞAN KADAR REZİL OLMAMIŞ, HİÇ BİR DİKTATÖRLÜK BU KADAR AYAĞA DÜŞMEMİŞTİ !
Hitler, Mussolini, Salazar, Franco, Kaddafi, Hüsnü Mübarek, Saddam Hüseyin, Videla, Yunan cuntacısı Albayları, Kenan Evren, Pinochet gibi, hayatları ile yakinen ilgilendiğimiz diktatörlerden Franco hariç diğerlerinin hiç birisinin sonu iyi olmamıştı. Hitler intihar etti, Mussolini bacağından asıldı, Salazar ordunun yapmış olduğu “karanfil devrimi” ile iktidardan indirilip hapse kondu, Kaddafi isyancılarca işkence ile öldürüldü, Hüsnü Mübarek hapse kondu, cuntacı Sisi hapisten çıkarttı, Videla Arjantin halkı tarafından hapse kondu, hapishanede öldü, Yunan cuntacıların tümü cezaevinde öldü, Kenan Evren ölerek hapislikten kurtuldu, Pinochet yargılandı, ölüm kalım mücadelesi içinde öldü. Franco’dan başka hiçbir diktatör yatağında inleyerek, ailesinden helallik isteyerek ölmedi. Ama diktatör olurlarken hiçbirisi Erdoğan kadar rezil olmadı. Hitler, Mussolini, Salazar gibi seçimle iktidar olanlar, egemenliklerini kurduktan sonra parlamentoyu, partileri feshetmiş, “evli evine köylü köyüne” demiş, diktatörlüklerini ilan etmişlerdi.
Besbelli Erdoğan bu Batı tipi diktatörlerin tarzını benimsememiş. Hüsnü Mübarek, Kaddafi, Saddam Hüseyin gibi şark kurnazı diktatörlerin devleti ele geçirme, seçimle oynama, seçimi kullanma, yandaş basın, yandaş seçmen yaratma, seçimleri diktatörlüğünün bir aracı haline getirme gibi yöntemlerini benimsemiş. Bu yöntemi benimsemiş ama söz konusu yöntemin Türkiye’de tutup tutmayacağını hiç hesap etmemiş gibi. Bu yöntemin de sonunun iyi olmayacağı kesin, ama sonu, bu model olarak benimsemiş olduklarının hangisi gibi olur bilmiyorum. Fakat yöntemini benimsemiş olduğu şark kurnazı diktatörlerden birisininki gibi olacağına kuşku yok. Çünkü bu model hayır değil şer modeli, bu modeli benimseyen diktatörlerin sonunun hayra değil şerre alamet olması kaçınılmazdır. O nedenle hiç birisinin sonu hayra alamet olmamıştır, Erdoğan’ınki de doğal olarak öyle olacaktır. Avrupa tarzı diktatörlerden Franco hariç tümü seçimle geldi, fakat geldikten sonra seçimi, seçimle olan her şeyi iptal ettiler. Sözünü etmiş olduğum şark kurnazı diktatörlerin hiçbirisi seçimle gelmedi, askeri cunta ile geldi, fakat iktidar olduktan sonra seçim oyununu oynadılar, seçimleri diktatörlüklerine kılıf yaptılar.
Böyle yapmalarının birinci nedeni: Şark kurnazı diktatörlüklerin hiç birisinde kendilerinden önceki sistemde seçim yoktu. ikincisi: Kurmuş oldukları diktatörlükler, halk nezdinde ve halk için yıkmış oldukları yönetimden daha elverişli idi. O nedenle halk, yıkılanın peşinden yas tutmuyor, yenisini eskisinden daha olumlu görüyordu. Böyle gördüğü için de seçimi, diktatörlüğün ilk dönemlerinde demokrasi gibi algılıyordu. Seçimlerin, diktatörlüğün bir oyuncağı olduğunu gördüğü süreçte de diktatörlükle arasına mesafe koyuyordu. Erdoğan’ın diktatörlük yöntemi Batı tipi diktatörlüklere pek benzemediği gibi şark kurnazlığı diktatörlerin diktatörlüklerini kurma tarzına da benzemiyor. Diktatörlük kuracağım diye rezil oluyor, bilvesile diktatörlüğü de “ayağa düşürüyor”. Her şeyin olduğu gibi diktatörlüğün de bir raconu vardır. Erdoğan: “Sıfır sorun, derinlikli strateji, Rabia selamı, İslam liderliği, Sünni hilali girişimi, BOP eş başkanlığı, Rus uçağını düşürme kabadayılığı” vb. gibi önüne koymuş olduğu hedeflerin tümünde karavana attığı gibi adına başkanlık dediği diktatörlüğü de rezil kepaze etti.
Türkiye’nin ekonomik alt yapısı, siyasal üst yapısı, toplumsal doku ve dengeleri, sosyolojik konumu, sosyal ve kültürel hiçbir faktörü Batı’da da, Şark’ta da oluşan diktatörlüklerin hiç birisinin ekonomik, sosyolojik vb. gibi faktörlerine asla benzemiyor. O nedenle Erdoğan’ın diktatörlük kurma yöntemi de rezil, ayağa düşmüş ucube bir yöntem konumunda. Erdoğan’ın diktatörlük yöntem ve uygulamasını ucube konuma düşüren ana öğe alt yapıdır. Batı ve Şark kurnazlıkları diktatörlüklerinin ana öğeleri: Batı olanlarının da, Şark olanlarının da ortak özelliği bağımsızlıklarıdır. Tabi ki belki de en belirleyici olanıdır. Hem Batı’da seçimle gelip, geldikten sonra seçim yöntemini iptal eden harbiden diktatörlükler, hem de şark kurnazlığı ile oluşturulup, sözüm ona seçim yapıyormuş gibi davranıp, diktatörlüklerini devam ettiren ülkelerin ortak özelliği: Diktatörlüklerini bağımsız ülke ve bağımsız milli ekonomiler üzerine oturtmuş olmalarıdır. Ülke ekonomilerinin güçlü ya da zayıf olmaları önemli değil, önemli olan Erdoğan’ın çok hevesle söylediği gibi “yerli ve milli” olmalarıdır. İster Batı’da, isterse Şark kurnazlıkları üzerine inşa edilen diktatörlüklerin hiç birisinin lideri Erdoğan gibi BOP eş başkanlığı ya da ona benzer bir başka emperyalist ülkenin BOP benzeri bir Truva atına binip, ona eş başkanlık yapmamıştı. Diktatörlük liderlerinin kendileri “yerli ve milli” idi, ülkelerinin sermayesi de az ya da çok, önemli değil, “yerli ve milli” sermayelerdi. Tümünün ülkesi ise bağımsız ülkeler kategorisinde idi.
Özetleyerek belirtecek olursam: Diktatörlük kurulan ülkelerin ortak özelliği: 1- Ülkelerinin bağımsız olması, 2- Ülkelerinin egemen sermayesinin milli olması, 3- Liderlerinin emperyalist hiçbir ülkenin BOP ve benzeri olan bir Truva atına eş başkanlık vb. gibi nedenlerle işbirlikçi konuma düşmemiş olmalarıdır. Erdoğan Türkiyesi bir diktatörlük kurması için tarihte görülmüş olan diktatörlüklerin ülke bağımsızlığı, ekonominin ulusal yapıda olması, liderinin işbirlikçi olmaması gibi hiçbirisine benzer yanı yoktur. Erdoğan kendisinden önceki hiçbir devlet yöneticisinin yapmadığı kadar “özelleştirme” yaptı. Türkiye’nin satılacak neyi varsa tümünü sattı. Gazeteciler Cemiyeti eski başkanı, Hürriyet Gazetesi eski genel yayın yönetmeni Oktay Ekşi’nin: ”Bunlar analarını bile satarlar” diyeceği kadar satış rekoru kırdılar. Satacakları ne varsa sattılar, kalanlarını da “yap-işlet-devret” yöntemi ile tünel, köprü, yol, yolak ne buldularsa pazarladılar. Ülkenin her şeyini global sermayeye peşkeş çektiler, şimdi de bir “yerli ve milli” teranesi tutturdular, bu terane üzerine çeşitli şark kurnazlığı yöntemleri ile tek kişinin diktatörlüğünü inşa etmeye çalışıyorlar.
Tamam ama şark kurnazlığının bu kadarı da olmaz. Yandaşlar, onların da yandaşları yutar ama global sermaye yutmaz. Sermaye, sermaye sahipleri tarafından sadece “yap-işlet-devret” vb. gibi gerekçelerle bir yerlere yatırılmaz. Her yatırım kendine has bir pazar ilişkisi yaratır. Kendi etrafında oluşan pazar ilişkisini hiçbir sermaye bir diktatörün eline ve umuduna terk etmez. Her sermaye, yaratmış olduğu pazar ilişkisini kendisi denetler ve kendi denetiminde gelişmesini ister. Hiçbir pazar ilişkisi kendi üzerinde bir diktatörlük istemez. Özellikle de yabancı bir sermaye “yerli ve milli” kavramını duyduğu yerde cinnet getirir. Kendine “yerli ve milli” diyen diktatör, yabancı sermayeye muhtaç olmaz, söz konusu sermayeye “yap-işlet-devret” demez. Demez çünkü “yerli ve milli” olanla emperyalizm arasında uzlaşmaz çelişki vardır. Ne “yerli ve milli” sermaye emperyalizmle uzlaşır, ne de emperyalizm “yerli ve milli” sermaye ile bir arada yaşayabilir. Yaşayamaz çünkü “yerli ve milli” olan, emperyalizme karşı ve ona rağmen vardır, emperyalist sermaye de ancak “yerli ve milli” olana karşı varlığını devam ettirebilir.
Çin’de görüldüğü gibi Çin Komünist Partisi’nin egemenliğinde devlet sosyalizmi ya da devlet kapitalizmi Çin’in ana ekonomik sistemi olarak korunurken emperyalist sermaye de kesin olarak Çin devletinin garantisi ile sömürüsünü sürdürüyor. Pazar ilişkisi, sömürü gücü tümü ile grevsiz, boykotsuz olarak emperyalist sermayenin emrine verilmiştir. Bir yanda Çin devletinin devletçi kapitalizmi ya da onların deyimi ile “sosyalizmi”, diğer yanda emperyalist sermaye sömürüsü bir arada yaşayabiliyor. Yani bir yanda Çin’in emperyalist sermayeye verecekli, yani borçlu değil alacaklı ve ona on, belki de yüz çekecek “milli ve yerli” sermayeye sahip. Bir yanda devlet mülkiyeti, diğer yanda Çin yönetiminin garantisinde sömürüsünü sürdüren emperyalist sermaye. Çin’in çok gelişmiş “yerli ve milli” ağır sanayisi, yüksek teknolojik devrimi, dünyanın ikinci büyük ekonomisi, Çin Komünist Partisi’nin diktatörlüğünün denetiminde yürüyor. Belli farklılıkları olsa da Rusya da böyle. Gelişmiş bir ağır sanayi, ABD seçimlerine siber müdahalelerle etkide bulunacak kadar güçlenmiş teknoloji ve tümü de “milli ve yerli” olan bu olgulara dayalı olarak oluşturulmuş olan Putin diktatörlüğü.
Büyüklü küçüklü, batılı doğulu, Avrupalı Asyalı bütün diktatörlüklerin ana ekseni: Ülkenin bağımsızlığı, ulusal ekonominin egemenliği, dolayısı ile de Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi dış etkenlerin ulusal ekonomiye müdahale olanağının olmaması gibi faktörlerdir. Erdoğan’da bunların hiç birisi yoktur, buna rağmen diktatör olmak istiyor. Bu diktatörlük çabasının sonu, hani: Tavuk kaza bakarak yumurtlamak isterken bir yerlerini yırtmış derler ya, işte öyle olacağa benziyor..!
Teslim TÖRE- Mezopotamia News.
Average Rating