ERDOĞAN BU EKONOMİ-POLİTİKAYA RAĞMEN DEĞİL BAŞKAN, KRAL OLSA NE YAZAR !/Teslim Töre.

Read Time:6 Minute, 15 Second

Defalarca yazdım bir daha vurgulamam gerekiyor: Bütün toplumsal sistemlerde ekonomik alt yapı belirleyicidir. Ekonomik alt yapı ile uyum içinde olmayan, ekonomik alt yapı ile bütün doku ve dengeleri çakışmayıp, kan uyuşmazlığı yaşayan hiçbir toplumsal sistem ayakta kalamaz. İktisat dışı cebirle ayakta tutulmaya çalışılsa bile uzun ömürlü olamaz. O nedenle bağımsız ulusal bir ekonominin egemen olduğu bir ülkede emperyalizmle işbirliği içinde olan bir iktidarın oluşması durumunda bile emperyalist sermayenin kısa sürede ekonomik alt yapıda egemen hale gelmesi ya da getirilmesi gerekir. Aksi halde işbirlikçi iktidar uzun süre iktidarda kalamaz. Bu gerçekliği somut olarak Menderes iktidarı döneminde görerek yaşadık. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra iki kutuplu, iki sistemli dünya konjonktürünün oluşması, iki kutup ve iki sistem arasında soğuk savaş döneminin başlaması sonucu ABD’nin öncülüğünde oluşan kapitalist “özgürlükçü dünya” CHP’nin tek partili sistemine: Ya “özgür dünya, ya Sovyetler Birliği” diye dayattı.

 

Sovyetler Birliği ve sosyalizm düşmanı ideolojisi üzerine kurulmuş olan İnönü Hükümeti ve devletinin “Sovyetler Birliği” deme ihtimali hiç yoktu. En kısa sürede “özgür dünya” dedi ve emperyalizmin yanında yer aldı. ABD, Sovyet yönetimine benzeyen tek partili sistemin derhal terk edilip, “özgür dünya” sistemi olan çok partili sisteme geçilmesini İnönü Hükümetine salık verdi. İnönü Hükümeti söyleneni derhal yaptı. Çok partili sistem yasasını çıkarttı, DP (Demokrat Parti) en kısa zaman içinde kuruldu ve “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız” sloganı ile seçimlere girildi. 1946’da yapılan çok partili ilk seçimi DP kazandı, ama İnönü hile yaparak iktidarı devretmedi. 1950’de yapılan seçimi DP kazandı ve İnönü iktidarı devretmek zorunda kaldı. Türkiye’nin o dönemdeki sermayesi ve sanayisi milli sermaye ve milli sanayiydi. Menderes Hükümetinin bu ekonomi-politika ile Türkiye’yi “küçük Amerika” yapması olası değildi. Menderes Hükümeti Türkiye pazarını emperyalizme açma konusunda fazlaca zorlanmadı. 1923’te M. Kemal’in öncülüğünde yapılmış olan “İzmir iktisat kongresi“ kararının sadece bir maddesini: “Türkiye Cumhuriyeti denetiminde” maddesini iptal edince Türkiye’nin kapıları sonuna kadar emperyalizme açıldı.

 
Vehbi Koç, Sabancı vb. devlet desteği ile sermaye sahibi olan dönemin milli sermaye sahibi özel sektör ABD ve diğer emperyalist sermaye ile işbirliğine girmeye teşne ve cânıgönülden hazırdı. Onlar kısa sürede emperyalist sermaye ile işbirliğine girdiler. Emperyalizm geriye kalan devlet ve diğer milli sermayeyi ise damping uygulayarak bir iki sene içinde iflas ettirip, yutarak yok etti. Kısa zaman zarfında Türkiye’nin milli sermayesi iflas ettirilip, yerine emperyalist sermayenin egemenliği kurularak siyasi üst yapı ile uyumlu hale getirildi. Menderes iktidarı alt yapı kurumu ekonomi-politika ile uyum içine girip, ona denk doku ve dengeler oluşturulunca on yıllığına da olsa egemen iktidar olma konumunu korudu. Ekonomik alt yapısı ile uyum sağlayarak iktidarını pekiştiren Menderes Hükümeti ABD’ye ters düşüp, ABD’yi “duvarın öte tarafına geçmekle” tehdit edince devreye GLADYO sokularak 27 Mayıs darbesi ile devrildi. Kısa süreliğine de olsa İnönü iktidar oldu. Fakat ideolojisi Millilikle şekillenmiş olan İnönü, emperyalist ekonomik alt yapı ile uyum sağlayamadı, o nedenle de iktidarda kalamadı. Zaten CHP daha sonraki emperyalist sermayenin egemen olduğu süreçte de söz konusu ulusalcı ideolojisi ile iktidar olmadı.

 
1974’te Ecevit, devrimcilerin yaratmış olduğu anti-emperyalist havayı sinsi yöntemlerle arkasına alarak iktidar olma konumuna geldi. Fakat ekonomik alt yapı ile siyasal üst yapının kan uyuşmazlığı nedeniyle daha iktidar bile olamadan yapı dışına düştü. Bütün bunlar yaşayarak da tanık olduğumuz ekonomik alt yapı ile siyasal üst yapının kan uyuşmazlığı nedeni ile yaşanmış gerçeklerdir. Ama dünyanın gözünün içine baka baka “cezaevinde hiç gazeteci yoktur” diyecek kadar adaletsiz Adalet Bakanı, Erdoğan’ın partili Cumhurbaşkanlığına tarihsel bir meşruiyet kazandırmak için: Bu ilk parti başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı değil, Atatürk ve İnönü de yaptı diyerek adaletsizliğine zeka özürlülüğünü de ekledi. Aynı şeyi Nuray Mert de Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşe yazısında başka bir tarzda yaptı. Dönemin Türkiye ekonomisinin bağımsız ve milli ya da ulusal niteliğini, mevcut ekonomiyle, hiç BOP eş başkanlığı yapmamış M. Kemal Atatürk’le Erdoğan’ı bazı yüzeysel özellikleri söz konusu edip karşılaştırarak özdeşleştiriyor. Nuray Mert de tıpkı adaletsiz Adalet Bakanı Bekir Bozdağ gibi ekonomik alt yapı ile bağımsız özel ve tüzel kişiliklerini kale almadan yüzeysel benzerlikleri söz konusu ederek, zaman ve zemin ilişkisini kale almadan mukayesede bulunuyor.

 
Söz konusu dönemin Türkiye’sinin ekonomik alt yapısı, ona denk bir şekilde oluşmuş olan siyasal üst yapısı ile mevcut Türkiye ekonomik alt yapısı ile siyasal üstyapısı hiç ama hiçbir benzerlik taşımıyor. M. Kemal ve İsmet İnönü’nün hem parti başkanlığı hem de Cumhurbaşkanlığını birlikte yaptıkları dönemde Türkiye ekonomisi IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret örgütü gibi dünya oligarşisinin herhangi bir etkide bulunmadığı ve bulunamayacağı (zaten o dönemde bu dünya oligarşisi niteliğindeki yapılar yoktu) kadar bağımsız ulusal bir ekonomi niteliği taşıyordu. Dönemin Türkiye ekonomisine denk de parti ve Cumhurbaşkanlığını aynı anda yapabilen M. Kemal ve İsmet İnönü gibi bağımsız liderler vardı. Türkiye’nin o dönemdeki ekonomisi de “yerli ve milli” idi, hem Cumhurbaşkanlığı hem de parti başkanlığını aynı anda yapabilen M. Kemal Atatürk’le İsmet İnönü de “yerli ve milli” idiler. Ne Erdoğan “yerli ve milli”, ne de mevcut Türk ekonomisi “yerli ve milli” bir ekonomidir. Olmadığı gibi ne Erdoğan kendine “yerli ve milli” demekle “yerli ve milli” bir lider olabilir ne de emperyalizme bütün yönleri ile bağımlı ekonomiyi “yerli ve milli” ekonomiye döndürmenin imkan ve olanakları yaratılabilir.

 
Erdoğan istese de, gerçek anlamda “yerli ve milli” bir lider olamaz. Birincisi: Erdoğan herkesin bildiği gibi ABD’nin “deliğe süpürmediği”, ABD’nin “ılımlı İslam” kuramının bir projesi olarak Türkiye’nin başına sarıldı. İkincisi: Kendisinin defalarca tekrarladığı gibi ABD’nin BOP projesinin düne kadar eş başkanlığını yapan bir uşak durumunda idi. Bu BOP eş başkanlığı uşak konumunu gönüllü olarak yakın zamana, yakın zaman dediğim BOP projesi çöküp yararsız hale gelene kadar sürdürdü. Bu iki nedenle Erdoğan asla bir “yerli ve milli” lider olamaz. Buna rağmen Erdoğan “yerli ve milli” geçinen bu sahte konumunu da yandaşlara kabul ettiren bir kişiliktir. Her şey bir yana, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın, içinde Türkiye’nin de bulunduğu Ortadoğu’nun 22 ülkesinin sınırlarının değişeceğini dünyaya ilan ettiği BOP planının düne kadar eş başkanlığını yapmış olan Erdoğan asla ve kat’a “yerli ve milli” olamaz. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu 22 ülkenin sınırlarını emperyalizm tarafından değiştirmenin planı olan BOP planının, plan çökene kadar bilerek ve isteyerek eş başkanlığını yapan Erdoğan “yerli ve milli” olursa bilin ki CIA ajanı olan Fethullah Gülen de ulusal kahramandır.

 
Nasıl ki CIA ajanı Fethullah Gülen “ulusal kahraman” olamazsa BOP eş başkanı Erdoğan da “yerli ve milli” bir lider olamaz. O nedenle Erdoğan “millilik ve yerlilik” konusunda M. Kemal Atatürk ve İnönü ile asla mukayese edilemez. M. Kemal Atatürk ve İsmet İnönü birileri tarafından sevilir ya da sevilmez ama “yerlilik ve millilik” bağlamında Erdoğan’la asla mukayese edilemez. Ben Kemalist değilim, olmadığım gibi Kemalizm gibi bir “izmi” de doğru bulmuyor, kabul etmiyorum. Buna rağmen M. Kemal Atatürk’le Erdoğan’ı mukayese etmeyi utanç verici bir çarpıtma olarak niteliyorum. Bunu ancak Bekir Bozdağ gibi aklı ‘vıldırviççik’ olmuş Erdoğan devletinin zevatı ile Nuray Mert gibi yazarlar yapabilirler. Tüzel ve özel kişilik olarak böyle olduğu gibi ekonomik alt yapı olarak da aynı konum geçerli. M. Kemal döneminin Türkiye ekonomisi, devlet tarafından el konmuş olan Türkiyeli Gayrimüslimlerin mal ve sermayesinin önemli bir yekün tuttuğu sermaye olsa da “yerli ve milli” bir ekonomi idi. Ama mevcut Türkiye ekonomisi tümü ile küresel ekonominin denetiminde bir ekonomi.

 
Sadece bağımlı değil, son günlerde Erdoğan’ın tırmanışını durdurmaya çalışmasına rağmen doların tırmanışının Türkiye yönetimi ve Türkiye oligarşisine rağmen Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi dünya oligarşisi tarafından yönetilen ve denetlenen bir ekonomi. Bu ekonomi ve onu denetleyen dünya oligarşisine rağmen Erdoğan başkanlık sistemini kurmaya çalışıyor. Peki bu ekonomi-politiğe rağmen Erdoğan Başkan olsa ne yazar? Bu ekonomi-politiğe rağmen Erdoğan başkan değil kral olsa bu ülkeyi nasıl yönetecek..?

 

TESLİ TÖRE-MEZOPOTAMİA NEWS 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Yorumunuz için teşekkür ediyoruz en kısa zamanda size cevap verilecektir selamlar .

%d blogcu bunu beğendi: