
ÇOK KUTUPLU KONJONKTÜRDE DENGELERE OYNAMAK VE OYUNCAK OLMA DURUMU
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan BM dünya sistemi bugüne kadar bir çok konjonktürel yapılanma yaşadı. İlk konjonktürel yapılanma iki kutuplu, iki sistemli dünya konjonktürü üzerinde şekillendi. Kutuplardan birisi, başını Sovyetler Birliği’nin çektiği sosyalist dünya ve taraftarları; diğeri ise ABD’nin öncülüğünü yaptığı “özgür dünya” olarak nitelediği kapitalist emperyalist dünya sistemi idi. Dünya, kutup güçleri tarafından, bu iki kutup üzerinde ikiye bölünerek şekillenmeye zorlandı. ABD Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan da en kârlı çıkan ülke oldu. ABD bu kazanımlarına dayanarak “Truman Doktrini” planı diye isimlendirdiği doktrin doğrultusunda, kapitalist dünya ülkelerine krediler dağıtarak, maddi bakımdan güçlü, fakat kendine bağımlı, “özgür dünya“ dediği bir kapitalist sistem, blok ya da kutbu yarattı. Sovyetler Birliği’nin böylesi bir ekonomik gücü yoktu. Buna rağmen Sovyetler de “Sosyalist blok” denecek siyasal bir topluluk yaratmaya çalıştı. Bu her iki kutbun yaratmış olduğu ayrı ayrı kutuplaşma içinde yer alamayan ya da almak istemeyen ülkeler de, Mısır, Yugoslavya gibi devletlerin çabaları ile bir araya gelerek: “Bağımsız ve Bağlantısız Ülkeler Bloğu” kurdular.
Buna rağmen mevcut dünya konjonktürü üç kutuplu olmadı, iki kutuplu olarak kaldı. Çünkü diğer iki kutup aynı zamanda da sistem ve onlara denk ideolojiler üzerine kurulmuştu. O nedenle “Bağımsız ve Bağlantısı Ülkeler Topluluğu” o günün dünya konjonktüründe üçüncü bir denge gücü konumuna gelemedi. Sadece diğer iki kutbun her birinin kendine doğru çekme yapısı konumunda kaldı. Söz konusu konuma düştükten sonra kendiliğinden ilga oldu. Dönemin dünya konjonktürünü oluşturan kutuplardan birisi olan Sovyetler Birliği’nin başını çektiği sosyalist blok çökünceye kadar iki kutuplu, iki sistemli yapı var olmaya devam etti. Sovyetler Birliği’nin çökmesinden, sosyalist sistemin tarihe karışmasından sonra iki sistemli, iki kutuplu dünya, yerini ABD’nin liderliğinde tek sistemli, tek kutuplu dünya konjonktürüne bıraktı. Türkiye’nin bu her iki konjonktürde de yeri ve tarafı belliydi. Söz konusu konjonktürlerin birincisinde ABD’nin başını çekmiş olduğu “özgür dünya” diye ifade edilen kapitalist dünya ve ona ait olan kutbun içinde yer alıyordu. “Yer alıyordu” derken “yer” aldırdılar demek istiyorum. İnönü Hükümetini: Ya Sovyetlerden ya da bizden yana olacak, “Truman Doktrininden yararlanacaksın” diye zorladılar.
Sovyetler Birliği ve Sosyalizm İnönü’nün korkulu rüyası idi. Sovyetler kutbundan yana olması söz konusu bile olamazdı. O nedenle tercihini zorunlu olarak ABD’nin başını çekmiş olduğu sistem ve kutuptan yana yaptı. Tavrını zorunlu olarak böyle belirleyince, “devlet yapısını da ‘özgür dünya’ tanımına uygun hale getireceksin; tek partili sisteme son verip, çok partili sisteme geçeceksin” diye dayattılar. Sözüm ona ulusal kurtuluşun partisi olan CHP, emperyalizmin bu dayatması karşısında boynunu bükerek tek partili sisteme son verip, çok partili sisteme geçivermiş, iktidarı da ABD’nin resmen ve fiilen desteklediği seçimi kazanan DP’ye devretmişti. CHP’lilerin zaman zaman: CHP işte böyle demokrasi hayranıdır, elindeki tek partili sistemi bırakıp gönüllü olarak çok partili sisteme geçmiştir dedikleri CHP’nin “demokrasi hayranlığı” böyle olmuştur. Truman Doktrini ile, sözüm ona yapılan yardımlarla damping yapılarak ekonomik altyapıda ne kadar milli üretim, sermaye ve işletme varsa iflas ettirilmiş, emperyalist sermaye ekonomiye egemen kılınmıştı. Ordunun içine, on yıl sonra canını sıkan DP Hükümetine cunta yapacak düzeyde egemen olacağı GLADYO yapısını yerleştirerek: Türkiye’nin ekonomik altyapı ve siyasal üst yapısına egemen olmuştu.
Türkiye NATO üyesi yapılmış ve iki kutuplu dünya konjonktürü boyunca ABD’nin yanında yer almıştır. Sovyetlerin çöküp, ABD’nin liderliğini yapmış olduğu kutup, tek kutuplu bir dünya haline gelince Erdoğan da bu tek kutuplu dünyanın tek lideri olan ABD’nin bir projesi olarak, üstelik de BOP’un eş başkanı yapılarak bu kutup içine alınmıştır. Süreç içerisinde Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya vb. gibi çeşitli ülkeler dünya siyasi ve iktisadi alandaki yerlerini alınca mevcut çok kutuplu dünya konjonktürü oluştu. Çok kutuplu dünya konjonktürünün Türkiye için çok önemli fırsatlar yarattığına kuşku yoktur. Türkiye’nin bir üst bölge devleti olma, yeni bir Misakı Milli’den söz etmesek bile etkinlik alanını genişletme olanaklarına sahip bir ülke olma olanakları oluşmuştu. Aslında APO bunun yol haritasını Erdoğan’ın önüne koymuştu. Erdoğan sadece çirkin, dar maddi ve manevi çıkarları için APO’nun bu planını elinin tersi ile itip, bugünkü zavallı konuma düştü. Erdoğan APO’nun yol haritasını yırtıp, APO’yu derin tecrit altına almamış olup da yol haritasında belirtilmiş olan Kürt sorunu, demokrasi sorunu, bu vesile ile Alevi sorunu gibi Türkiye’nin ana sorunlarını çözerek çok kutuplu dünya dengelerine oynayabilseydi Türkiye için bir kurtuluş olabilirdi.
Hatta sadece kurtuluş da değil Türkiye’nin diğer emsallerinden herhangi biri gibi bir kutup olma ya da onlardan birisi ile birlikte bir kutup oluşturma olanağı bile doğabilirdi. Erdoğan Türkiyesi çok kutuplu dünya konjonktüründe kutuplar arası dengelere oynayarak, kendini de bir denge gücü konumuna getirmek yerine kutupların peşine takılarak oyuncağı konumuna düştü. Kürt, Alevi, demokrasi gibi kendi iç sorunlarını çözüp, Suriye konusunda bir dinamizm olarak ortaya çıkmış olsaydı, bölgede belirleyici bir aktör durumuna gelirdi. Kendi hiçbir iç sorununu çözmeden, ABD’nin başını çekmiş olduğu koalisyon bloğunun mihmandarlığını, onların desteklemiş olduğu sözüm ona sistem muhalifi cihatçı şeriatçı örgütlere yardım yataklık yaparak, Suriye sorununu kendi lehine çözmeye kalktı. Kendi kavlince “Suriye’nin dostları” diye adlandırdıkları ve sık sık toplantılar yaparak ev sahipliliğini üstlendiği, ABD’nin koalisyon güçleri ve ne idüğü belirsiz “Suriye’nin rejim muhalifleri” ile “Eset”i kısa sürede devirecek, yerine bir Sünni din devleti kurduracak, kendisi de “Suriye’nin dostları” ile birlikte söz konusu yönetimin efendisi olacak ve gidip Emevi Camisi’nde namaz kılacaktı.
Esat Rusya’yı Suriye’ye “davet” edince Erdoğan ve devletinin bu planı yerle bir oldu. Bu sefer de söz konusu planı sahipleri ile birlikte yerinde bırakarak Rusya’nın planına dahil oldu. Ne bir önceki plan kendisine aitti, ne de bugünkü. Dünkü ABD’nindi, bugünkü Rusya’nın… Bir önceki politikası tutmadığı gibi bu ikincisi de tutmayacaktır. Tutmayacağı daha şimdiden İran’la sürtüşmesinden belli. Zaten Putin’in Erdoğan’a kazandırma gibi bir derdinin olduğunu sanmıyorum. Sadece Putin’in değil, İran’ın da öyle bir merâmının olabileceğini hiç sanmıyorum. Türkiye bölge devleti, bir bölge dinamiği fakat uygulamaya çalıştığı planların Emevi Camisi’nde namaz kılmaktan başka hiçbirisi kendine ait değil. Bu somut olgular Erdoğan ve devletinin çok kutuplu dünya konjonktüründe kutuplar arası dengelere oynayarak bölgede ve dünyada Türkiye’ye mümtaz bir yer ve alan yaratmak yerine Türkiye’yi kutupların peşine takarak oyuncağa çevirdiklerini gösteriyor. İzlemiş olduğu ipe sapa gelmez, ne idüğü belirsiz “derinlikli” dış politika ile başbakan olduğu sırada Binali Yıldırım’ın: “Dostları çoğaltıp, düşmanları azaltacağız” dediğinin tersine bir önceki platformdaki dostlarının tümünü kendilerine ve Türkiye’ye düşman ettiler.
Bir önceki platformdaki “Suriye’nin dostları” üst akılla “Suriye rejim muhalifleri” dedikleri, Erdoğan’ın “Esed’in iki haftası kaldı” diye güvendiği gözde savaşçıları cihatçı, şeriatçı militanlar topyekün bir şekilde Erdoğan Türkiyesi’ne savaş açmış durumdalar. Erdoğan’ın “üst akıl” dediği de, onların “kuklaları” dedikleri de tıpkı “ne istedi de vermedik” dediği Fethullah Gülen gibi Erdoğan’ın eski dostları. Bugünkü Rus platformundan bir önceki, Erdoğan’ın da aktörlerinden, oyun kurucularından birisi olduğu platformun oyun kurucuları ile oyuncularıdır. Artık eski dost değil, dişe diş yepyeni düşmanlar. Kimin dost kimin düşman olduğu belli olmayan bir konuma getirildi Türkiye. Bir terör eylemi yapılıyor, saatlerce, bazen de günlerce acaba kim, hangi terör örgütü yaptı diye üzerinde düşünülüyor. El BAB’da Türk askeri öldürülüyor, yandaş basının bir kısmı Rusya, bir kısmı “yok ABD”, diğeri IŞİD, bir başkası PYD diye yazıyor, yorum yapıyor. Erdoğan ve devletinin uygulamış olduğu iç ve dış politika nedeniyle Türkiye dostu da, düşmanı da belli olmayan, kim vurduya getirilecek bir ülke konumuna sokuldu. Dünyada böyle bir politika izlemiş, ülkesini bu hale koymuş başka bir ülke yönetimi var mı? Türkiye’nin uçurulmasını sağlayacak bu kadar fazla olanak varken Türkiye’yi bataklığa saplamayı Erdoğan ve devletinden başkası beceremezdi. Çok kutuplu dünya ve bölge konjonktüründe üstelik çoğu da Türkiye’nin lehine olabilecek o kadar doku ve dengeleri Türkiye’nin lehine değil, aleyhine çevirdi.
Teslim TÖRE- TENDUREKPOST.
Average Rating